Sonbahar, Aslında Yalnızca Hüzünlü Değil…

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız? Göçmen kuşları gibi döndü ya herkes yuvaya, yerleşme telaşı, yurt dışından gelen son misafiri de yolcu etme telaşı, çocukların okul alışverişi falan derken nihayet herkes yerleşik düzenine girmiş gibi bu günlerde, tabi bende. Kaç zamandır nerdeyse son sergimden beri aşağıdaki atölyemin kapısını bile açmadım. Yazlıktır, oruçtur, misafirdir derken ve en önemlisi içimden gelmemişken (içimden gelse, hiçbir neden beni tutamazdı ya) bu güne dek geldik. Ve bu sabah içim kıpır-kıpır bilgisayarımın açılış sayfasındaki uçsuz bucaksız okyanus, neşeli beyaz ve minik dalgaların oynaştığı bir kumsal ve mavi gökyüzü ve beyaz bulutlar. Bulutların arasına daldım ve kalbim çarpmaya başladı ama nasıl (tok, tok)  sanki kötü bir şey yapmışımda da suçüstü yakalanmışım gibi ya da bu manzarayı başkaları benim gözümle görecek ve benden alacak gibi ya da ne bileyim işte sanki elim asla böyle bir manzarayı çizmek için tuvale varamayacak, sanki ben elleri, parmakları çalışmayan biriymişim gibi!

Ve işin en ilginç yanı ne biliyor musunuz?  Bu açılış sayfası yeni değil, nerdeyse altı aydır karşımda, tabiî ki yine Emre yerleştirdi çok sevdim önce, sonra artık görmemeye başladım bu sabaha dek. Ve bu sabah, sanki ömrümde yeni görmüşüm bu manzarayı? İçim kıpırdanmağa başladı, kalbim tok-toklamaya ve canım artık bedenimden kanatlanıp uçmağa, resmen acı çeker gibiyim. Birisi şu atölyeyi temizlese bende atlasam içine… Hani ölmek üzere olan bir kadın vardı hastanede, izlemişsinizdir o filmi, sözünü etmiştim defalarca yazılarımda Azrail soruyor “son isteğin ne” diye.  O da “bir makarna kazanında yüzmek isterdim” diyor. İşte şimdi ben aynen onun gibi boyaların içinde yüzmek, harmanlanıp orada yok olmak istiyorum. Ama bana kimse sormuyor ki isteğin ne? Bu Azrail olsa razıyım ya. (hadi hadi yeme bizi şimdi, sanki kimseyi dokundururmuşsun gibi)

Ve sevgili okuyucularım aslana sormuşlar “boynun neden kalın” “kendi işimi kendim yaparım” demiş. Ben de kendim yaparım ve kendim yaptım zaten. Burada bir şey anlatmak istiyorum sevgili okuyucularım. Ben deniz daha on sekiz yaşında iken artık özgürlüğümü ve bağımsızlığımı ilan edip aslında tutsak olduğumu damarlarımda algılar buna isyan eder iken. Birden çok kötü hasta oldum. Yataklara düştüm ve aylarca kalkamadım. (sanırım özgürlüğümün çok peşine düşmüştüm kendimi unutmuştum, “işte özgürlük” dedi “buyur kullan) Bir sürü şey söylediler doktorlar, proflar, konu uzmanları ve falan ve falan işte. Ve dediler ki yatacaksın, ağır kaldırmayacaksın, sıkı şeyler giymeyeceksin, kan dolaşımını güçleştirecek her şeyden kaçınacaksın (onlar bunu demedi ben çıkardım önerilerinden nedense bunu akıl edecek pratiklik yoktu sanki ben buldum.)

Ve kalkamadığımda sandım ki asla bir daha kalkıp yürüyemeyeceğim ama gayretliydim, kalktım, yeni yürümeye başlayan çocuklar gibi tutuna, tutuna yürümeğe başladım, doktorlar yine yatacaksın dedi. Yürümeyeceksin, yolculuk yapmayacaksın ve bir sürü yasak. Ama ben kalktım ya hangi kuvvet beni tekrar yatırabilir ki.

Ve sevgili okuyucularım, tutunarak olsa da uzun yürüyüşler yapmaya başladım, kaldırımlara çöksem de, saatlerce kilitlenip kalsa da bedenim, vazgeçmedim. Etraftan gelen yazık bakışları da hiç umurumda olmadı… Ve yapabileceğim en ağır işleri hiç yapmamışken ömrümde, yapmaya başladım garip bir gayretle ve artık yapmasın diyenler inat. Ancak vücudum o gündür bu gündür kristal gibidir. Bunu bilirim ve ona göre davranırım. En ufak bir yanlış hareket yeniden yatağa çiviliyor ve bunu defalarca yaşadım her yerde ama aklınıza gelebilecek her yerde kilitlenip kaldım ancak hangi hareket beni kilitliyor, ne yaparsam hasta oluyorum onu da öğrendim. Ve öğrenmek işi bitirmektir bence. Ama tabi öğrendiğini hayata geçirirsen, o gündür bu gündür ezberimde öğrendiklerim. Bazen hatta sık, sık size de hastayım, belim ağrıyor, şuram ağrıyor falan diye sızım, sızım sızlandım biliyorum ve yine sızlanacağım onu da biliyorum. İşte o sızlanmalar bazen ezberimi bozmamdan gelir. Ve sevgili okuyucularım zamana yayılan ve şimdiye dek onunla birlikte yaşamayı becerdiğim hatta dostum olan bu rahatsızlık için neler demediler ne öneriler de bulundular neler.  Hiç kulak asmadım zaten de fikir sormadım yani bedenimin ne olup ne olmadığını anladıktan sonra.

Ve bazen öyle işler yaparım ki şaşarsınız. Örneğin merdiven yıkarım ne alaka değil mi? Kapıcı var temizliğe gelen kadın var sana ne oluyor? Olur kardeşim kapıdan girdim azıcık tozlu mu merdiven (yani tabiî ki her zaman tozlu olur ama benim onu gördüğüm gözüme ve enerjime rastladığı zaman eh bende her zaman enerjik ve de gören değilim ki!) Oh bir güzel yıkarım ya da silerim, beni gören acayip şaşırıyordu ama herkesi alıştırdım. Herkes yapabilir yapmalı da. Ve işte aslana demişler değil mi ensen niçin kalın diye. Ve o kendi işimi kendim yaparım demiş. Ve kendi işimi kendim yaparak bende belki doktorlarımı haklı çıkaracak, kalkamayacağım bir durumda olacaktım. Ancak şimdi onlar için olağan üstüyüm kendim içinde “aferin”i hak ettim o kadar. Ama yalnızca boyun eğmediğim için.

Şimdi havam da isteğim de yerindeyken hadi kalkıp atölyemi bir temizleyim bari kendimi bu kadar motive etmişken boşa gitmesin değil mi? Şaka bir yana, biliyorum bir sürü insan var benim gibi olan. Sakın umutsuz ve her şeyden bir şey çıkaran biri olmayın. Ne yapmanız gerekiyorsa onu bilin ona göre davranın. Örneğin ben hiç ağır bir şey taşımam çanta bile olsa. Çok ayakta kalmam, işimi oturarak yaparım, herhangi bir iş için belime ağırlık vermem, gelişi güzel eğilmem, tabi ayakkabılarımı bağlarkenkinin dışında eğer anımsıyorsam eğilmem ama eğilmişsem yavaş doğrulurum hatta bu şekilde bir beden hareketi de yaparım esneme açısından. Ama siz sakın bunu yapmayın derim. Zaten aslında da bağlı ayakkabı almayın, cırtlı ya da bağsız tercih edin.

Ve şimdi atölyemi temizleyeceğim ve dekor değiştireceğim, etrafta ağır şeyler var, onları nasıl kaldıracağım? Onun hesabını, kitabını yapıyorum ve kendimi zorlamadan ensemin kalın olduğunu kanıtlayacağım, tabi kimseye bir şey kanıtlamak değil derdim yalnızca “bir şeyi kendin yapabiliyorsan yap” politikası. Yoksa tabiî ki bende yardım dilenirim çoğu zaman. Yani güçlüysek “Herkül” değiliz canım. Bunları yazarken şimdi siz düşünmüşünüzdür kalbimin tok tokları durdu mu, hayır daha da arttı sabırsızlığımda, sanki birileri önümden kaçırıyor hayret ya. Ama yoksa kendimden mi korkum isteğimin gitmesinden mi? Valla olabilir neden olmasın ki, her saniye bir şeyler değişiyor hayatta.

& & & & &

Ve herkes herkese sokakta, balkondan “hoş geldin” diyor. Ya da özledim çoktan görünmüyordunuz. “Valla geldik işte yazlıktaydık artık görüşürüz. Ya da kızın yanındaydım bebeği oldu ya da oğlumu yerleştirdim okula gibi sözlerle birbirlerinin gelişini selamlıyorlar. Yürüyüş yaparken bunları duyuyorum. Çokta hoşuma gidiyor, herkes bir telaştan çıkmış olmanın rahatlığı içinde sanki yaz ve yazlık hayatın bir başka boyutu hayat o zaman başka akıyor, deli dolu, darmadağın ve insanlar aslında dağınıklığı severken düzenden asla vazgeçemiyorlar, ilk bir hafta hoşlarına gidiyor daha sonra ise özlüyorlar yerleşik olmayı ve kışı, giysilerini, evlerini, sanki yazlık onlar için ödünç yaşanan bir dört ay? Ve yine herkes bu günlerde acayip şikayet ediyor sağlığından… Havaların değişmesi ile kemik ağrıları başladı, bel, boyun, boğaz ağrısı, nezle almış başını gidiyor. Bu yüzden yerleşme telaşı içinde kendinizi de boşlamayın. Giyiminize, yediğinize, içtiğinize dikkat edin lütfen. Kim bilir belki bu yazı bu yüzden çıktı ortaya. Tahlil kağıtlarını okuduğum arkadaşlarımın karşımda sızlanmalarından.

Ve sevgili okuyucularım sonbaharda gün batımı harika İskenderun’da kaçırmayın, ben kaçırmamaya çalışıyorum, aslında bunu yazacaktım ama bunları yazdırdılar birileri. Neyse onu da sonra yazarım artık. Ve şimdilik hoşça kalın, sağlıkla ve sevgiyle. Yase

Günün Şiiri

Eskisi Kadar Özlemiyorum Seni

Eskisi kadar özlemiyorum seni,

Ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda…

Adının geçtiği cümlelerde, gözlerin dolmuyor…

Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.

Biraz yorgunum…

Biraz kırgın…

Biraz da kirletti sensizlik beni!

Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama

“İyiyimler” yamaladım dilime.

Tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,

Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni…

Gel diye beklemiyorum artık,

Hatta istemiyorum gelmeni…

Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.

Ara sıra geliyorsun aklıma, bana ne diyorum

Benim derdim yeter bana, bana ne!

Alıştın mı yokluğuna?

Vaz mı geçiyorum, varlığından?

Tedirginim aslında,

Ya başkasını sevsem?

İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem…

Özdemir Asaf

Allah’ım Bu Vuslatı Hicran Etme

Allah’ım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme

Mevlana

Günün Sözü

Zehirle pişen aşa kim gelir.
Yunus Emre  

Aklın başına geldiğinde pişman olacağını bir işi sakın yapma.
Hz. Mevlana

Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.
ARISTOTELES

Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.
Honore de BALZAC

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here