Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınsınız bu sabah? Okullar kapandı, sokağımız sessizliğe büründü. Artık ne bir araç gürültüsü ne bir trafik sıkışıklığı… Hüzünlenirim, öğrenciliğimden beri, tatilin ilk gününde… Aslında ben deniz çok sesliliği, kalabalığı hatta kargaşayı severmişim kendimden habersiz ki bütün bunlar kesilince yoğun bir hüzün çöker üzerime.
Ortaokulu bitiren öğrenciler LGS’yi, liseyi bitiren gençler YKS’yi geride bıraktı, mezuniyet törenleri de çoktan sona erdi zaten… Yani pazartesi sabahı artık resmi olarak tatilin ilk günü başlamış oldu… Apartmandaki çocuklar yine sabahtan balkon korkuluklarına dayanmışlardı rengarenk. Şimdi çıkıp bu gürültücü ve de demir parmaklıklar ardındaki sevgili çocuklara karne hediyesi olarak kitap alacağım. Dönüşümlü olarak okumalarını ve paylaşmalarını önereceğim. En güzel hediye bence kitaptır çünkü. Her kitap yeni bir dünya demektir. Yaşlarına göre seçeceğim tabi kitapları en büyüklerine “Bülbülü öldürmek” adlı kitabı alacağım. Ondan küçüğüne “Küçük prens” ve daha küçüklere renkli resimli çocuk kitapları alacağım öyle kolay okunabilir olanlarından çünkü onlar daha gerçekten yeni başladılar okula. Ve hepsine ortak okumaları için birkaç klasik kitap alacağım.
Bizim merdivenler uygun, aynı bizim çocukluğumuzda olduğu gibi onlarda orayı derslik olarak kullanabilirler. Posta kutularına da kitaplarını koyabilirler. Hadi şimdi bir sahaflara kadar uzanayım bari ve dönüp kurabiye yapayım bu kurabiye canavarı çocuklara ve tabi kendime çünkü bende bir canavarım bu konuda.
Ve bir kurabiye öyküsü olsun o zaman devamında.
Hepimizin kurabiye canavarı olduğumuzu biliyorum peki ama hırsızlık nasıl oluyormuş ve sonuçları nelermiş birlikte görelim.
& & & & &
Kurabiye Hırsızı
Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında. Daha epeyce zaman vardı. Uçağın kalkmasına. Havaalanındaki dükkandan, bir kitap ve bir paket kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.
Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde. Aralarında duran paketten birer birer kurabiye aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de. Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken, Gözü saatteydi, “kurabiye hırsızı”yavaş yavaş tüketirken kurabiyelerini.
Kulağı saatin tik taklarındaydı ama yine de engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini. Düşünüyordu kendi kendine, “Kibar bir insan olmasaydım, Morartırdım şu adamın gözlerini!”
Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca “Bakalım şimdi ne yapacak?” dedi kendi kendine. Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle… Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye. Kurabiyenin Yarısını atarken ağzına, verdi diğer yarısını kadına.
Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve “Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam, Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!” Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında, uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına, dönüp bakmadı bile “kurabiye hırsızı”na. Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna, Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına. Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla. Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye! Çaresizlik içinde inledi, “Bunlar benim kurabiyelerimse eğer; Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!”
Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle, Kaba ve cüretkar olan,”kurabiye hırsızı” kendisiydi işte. Evet; belki her birimizin başından geçiyor farkında olmadan böyle bir olay.
Ama nedense bir kere olsun kendimize dönüp bakmak gelmiyor aklımıza. Baktığımızda ise her birimizin aslında bir kurabiye hırsızı olduğunu görüyoruz. Tabi ki her şey bitmiş değil aslında, bir kere daha dönüp kendimize baktığımızda… Bir kere daha kendimize dönüp bakmak…!
& & && &
Evde Bencilik
Bazı insanların dayatmalarından bıkmış vaziyetteyim. Ve şiire sığındım. Bu insanlar canları istediğinde istediklerini yapmakta özgürdür kendilerince, sanki dünyada yalnızca kendileri varmış gibi yaşarlar. Bu insanların bazısı evlerde sürdürürler saltanatlarını. Ev sakinlerini görmezden gelirler. Sanki orada tek başlarına yaşıyormuş gibi davranırlar. Ortak yaşam mekanları da kendi tekellerinde sanırlar. Ki sürekli sormadan izin almadan türlü değişiklikler yaparlar. Kafalarına göre. Mobilyaların yeri sürekli değişir örneğin. Hiç sormadan yenileri eklenir bu ekleme yapılırken odanıza bile tecavüz edilir. Kendi odanızda bile her zaman oturduğunuz koltuğun yeri her an değişebilir dolabınızın yeri de. Eve her girdiğinizde sanki yabancı bir eve girmiş gibi olursunuz. Kimse sormaz değişiklik yaparken, aklına eser “ben yaptım” oldu der. Siz görmezden geldikçe oda kendi bildiğini yapmaya devam eder. Nasıl bir şeydir bu anlamaya çalışırsınız. Bir sürü neden bulursunuz, huzursuzluk çıkmasın diye evde. Tamda Tamam buna da alışırım dersiniz yine bir gelirsiniz eve, yine değişmiş her taraf. Lahavle çekersiniz. Yine konuşmak istemezsiniz. Ve sonunda yeter be. Bende varım diye diklenirsiniz.
Ve inanınki öyle bir tepkiyle karşılaşırsınız ki en az onun kadar güçlü değilseniz zaten ağzınızı açmayın bile. Yani bu insanlar ne olur kendi egolarını kendi üzerinde gerçekleştirseler? Örneğin kuaföre gitseler normal insanlar gibi, canları sıkılınca. Değişim akıllarına gelince. Saçlarını değiştirsinler giysilerini yeni ayakkabılar alsınlar canım. Yani değişikliği kendi üstlerinde başlarında yapsınlar öyle ev gibi ortak alanlarda değil. Bizim evimiz hep böyledir. Bazen günde beş kez eşyalar yer değiştirir. Gürültü olmasa esrarengiz bir şekilde değişiyorlar diyeceğim. İnler cinler değiştiriyor türünden. Ama bir gürültü çıkıyor ki o garip mobilyalardan inim, inim inliyorlar yerleri değişirken gariplerimin hele, hele babadan kalma koltuğum ve hemen yanındaki çiçeğin yeri değişmiyor mu cinnet geçiresim geliyor.
Zavallı çiçek ağaç olmak üzereyken sürekli yer değiştirdiğinden bücür bir şeycik kaldı. Çok sinirlendiğimde bu çiçekte senden hesap soracak diyorum içimden. Ve ben deniz bunca değişim yaşanırken evde yalnızca kendi kendimi yemekle yetiniyorum çünkü ne bedenen güçlüyüm o mobilyaları çekip çevirecek ne de bana yardım edecek birisi var bu işi yapabilmem için. Kavga edecek yapıda da değilim. Susmak en büyük silahım ama namlusu hep bana donuk oluyor kardeşim.
Ve neredeyse bir haftadır ev sürekli değişiyor. Arkadaşlarım bile yetişemiyor değişikliğe. Ve bu sabah dünden kalmayım. Dün yeni bir eşya alındı eve yine sormadan renk ve ahenk gözetmeden. Sinirlerim tavan yapmadı yalnızca derin bir acı sardı içimi bedenimi. Demek bu kadar yokmuşum aslında. Ve bu durumda bencilliğin en alası duruyordu karşımda. Her şeye eyvallah diyorsunuz yine de huzursuzluk çıkmasın diye ama kardeşim birde nankörlükle suçlanmıyor musunuz? Sanki siz istemişsiniz de onlar büyük fedakârlıklarla bunu yapmışlar gibi.
Oysa kendi bencilliklerin ve “sen ne bilirsin ben yaptım olur, sende kimsin?” demenin yorgunluğu bu… Anlamıyorlar. Katılımcı olsalar, ortak kararlar alsalar o zaman herkes ortak yapardı işleri kimsenin canı yanmazdı. Kardeşimle böyle yapardık sürekli o bana sorardı ben ona sorarım bir şey alınacak ya da verilecekse ortak karalarla. Ama burada bu mekanda böyle şeyler sökmez. Burada yalnız ben varım sen istersen takla at seni göremem imkan yok diyorlar. Karar verdim içimdeki beni ortaya çıkardım. Böylece mantıksızlığa karşı duracağım ya da çekip gideceğim çünkü artık eskisi gibi yaşamaya devam edemeyeceğimi biliyorum…
Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgi ile her zaman hep beraber kalalım diyorum. Okuyucularım arasında bu yazıdaki yapıyorsa ev sakinlerinden biri, lütfen bilsin ki çok huzursuz oluyor diğer sakinleri. Yase
Günün Şiiri
Bir Kapının İki Yüzü
bir kapının bir yüzü gökyüzüdür
bir yüzünde ağıtı gizlidir tüm annelerin.
içerde biçilen sözcükler çınlar/süt kokan ağızdan
bir bebek uzun yolculuğuna çıkar uykunun ufkunda
sobanın parlayan alevleri resmini çizer yalnızlığın
içerde sözcüklerin masalları dokuyan sıcaklığı
seferberlik trenleridir cephede kalanları anlatan.
içerde begonyanın damarlı yaprakları
bir haritayı tamamlar
duvarda türküler içmiş bir saz salınır akordlu telleriyle
mayıslardan fotoğraflar/yürüyen seslere yaslanmış şiirler
saatin çalışkan yelkovanı/tembel akrep
kutsal kitabın çöl ikliminden sağılan sesi.
dışarıda çınarın dalları tarihle kucaklaşır
karanlığın ellerinden kurtulan güneşin bilge yüzü
dökülür kapının bir yüzüne
dışarıda ayın karanlığı biçen ışığı/suyun kanayan sesi
kuşların sokulgan uçuşları sirenlerin ürperten dişleri
korkuya teslim olmuş duvarlar.
gece sefaları yaseminlerle kolkola
bir buhurdandır düşlerimizi havalandıran
dışarıda bir hüzün yeli dolaşır parmakları
tokmakların tozlarında.
içerisi sevgiye akar sesimiz yettiğince
dışarısı hüzne sefer eyler düşlerimizi içerek.
Ahmet ÖZER
Gecenin Kanayan Yerinden
gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma
bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura
kitaplardan yüreğime dolan gelincikler
güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar
bir yelkenli açılıyor alnımın çatısına.
sizlerin gençliğini taşıdım kanımda
ey güzel çocuklar sesime ses katanlar
şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan
adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.
sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya
kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime
bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine
bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden
her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.
çok şey anlatıyordu gecenin yüzü
yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek
korkuyu yenen bir aşkın seveniydim
bir gül yaprağıydım rüzgârda.
güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
yarama tuz basarak geçiyorum günleri
bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
göğsümden havalanır martı sürüleri.
şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın
istasyonların uykusunu yitirmiş derinliğine
şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.
Ahmet ÖZER
Günün Sözü
Rüyaları gerçekleştirmenin en kısa yolu uyanmaktır.
W.Emerson
İnsanlar kırmızı bir güle doğru koşarken çoğu zaman ayaklarının altında ezilen kır çiçeklerinden habersizdirler.
Anonim
Dehanın yüzde biri ilham, yüzde doksan dokuzu terdir.
Thomas Edison