Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün arkadaşıma sordum çamur içinde vıcık, vıcık sokakta kaymadan geçebileceğimiz bir yer aranırken; “çamuru mu tercih edersin, toz dumanı mı?” (Malum nedenlerden sokakların hali kuşkusuz…) Hiç tereddüt etmeden anında “çamuru” dedi. Beyaz spor ayakkabıları, beyaz kot pantolonu ve beyaz yeleği ile çevik bir hareketle kaldırıma atlarken. Tamda havasına ve sokağına uygun giysi? Bir deterjan firmasının reklâmı geldi hemen gözümün önüne, çamura bulanmış beyaz bir giysinin o deterjanla yıkandıktan sonraki hali. Ve çok hoşuma giden repliği “kirlenmek güzeldir.” Felsefeme uygun. Kirlenmeyi severim, temizliğin tadını gönlümce çıkarabilmek için…
Tabi bazı kirler hiç temizlenemez onun için kirin mahiyeti de önemli. Yani en büyük kirlilik bendeniz için “kul hakkı yemek” şimdi bu kiri hangi deterjan temizleyebilir ki? ”Tövbeden” başka.
Çamurda kaymamaya dikkat ederek kaldırıma geçiyorum. Kaldırmalarda maşallah sanki kurtarıcı, onlar sokaktan beter, parmak uçlarında bale yapar gibi gitmeniz gerekiyor ki bu yol çalışmaları başladı başlayalı zaten balerinliğe ilk adımları da atmıştık. Ve akrobasi yapmaya da.
Kilolu, zayıf, çoluk çocuk, acayip komik görüntüler, kazı atlamaya çalışıyorduk her yerde. Kendime gülüyorum. Valla nasılda sanki ömrümüzce hendek atlamış gibi doğal atlıyoruz ve bundan da garip ama gerçekten zevk alıyoruz. Yani ben deniz ne yalan söyleyim zevk alıyordum sapık falan mıyım yoksa? Niçin zevk alıyordum biliyor musunuz? Önceden yapmadığım bir şeyler yapıyordum çünkü tabi çok güzel şeyler değil ama çok güzel şeylerin dışında da bir şeylere yapılabilmeli değil mi ya?
Ve kirlenmek güzeldir dedim ya. Anında bir bisikletli geçmez mi i yanımızdan ve üstümüz başımız battı… Şimdi git bisikletliyi tut ve o çamurlara bula kim sana ne diyebilir ki? Zaten ona da ceza olmaz bu, zaten üstü başı batmış. Yani biraz daha ya da az, pek fark etmeyecek.
Hoş bendeniz içinde çok dert değil ama beyazlar içindeki sevgili arkadaşım bu havada ve bu çamur da “nasıl temizliği koruyabilirim” sınavına girmiş gibi. Kendini kirlenmeden koruyabilecek? Hayret ki korudu? Demek neymiş? İnsan isterse üstünü başını kirletmeden de çamurdan geçilebilirmiş!
Kotum üzerindeki çamur lekelerine karışan önceki yağlı boya lekeleri ile iyice kirlenmişti ama haylaz bir çocuk gibi rahattı içim ve kıpır, kıpır. Düşünüyordum biraz önce çamura bulamak istediğim bisikletli çocuğun yerinde çamurlara bendeniz bulansam yinede böyle kıpır-kıpır olur muyum diye.
Bilmiyorum denemek gerek tabi! Ama annem ne derdi “altın çamura düşünce altınlığından bir şey kaybetmez.” Demek yine kıpır, kıpır olabilirdim kendimden bir şey kaybetmeyeceğim ki hatta kendime bir şeyler ekleyeceğim.
Dün bütün gece yağmur yağdı. Ve gece bendeniz için çok uzundu gece çok! Bazen geceler neden bu kadar uzun olur? Bunu hasta olanlar yanıtlayabilir yalnızca sanırım. Ve bu sabahta -yağmur vardı ve- sokaklar curcuna. Araçla hastaneye kadar gideceğim gidemedim magandalar yüzünden. Bu kadar saygısızlık olacak gibi değil yani. Bütün rahatsızlığıma rağmen yağmurda yürümek zorunda kaldım. Su birikintileri arasında ve saygısız sürücülerin sıçrattığı yağmur sularından korunmaya çalışarak. Ve biz yine temizlik sınavındaydık, türünden bir yazı yoktu dağarcığım da.
Ve garip ama gerçek, Hz. Davud’un bahçe duvarından atlayarak gelen konukları vardı dağarcığımda neden onlar düşmüştü aklıma bilmiyorum? Ama muhakkak bir nedeni vardır!
Hani ona “korkma, bizim aramızda adaletle karar ver” demişler. “Biz iki kardeşiz ve benim bir tek koyunum var. Ama ağabeyimin tam doksan dokuz koyunu var ve o benden tek koyunumu istiyor ve konuşma da beni yendi” diyor. “Aramızda sen hüküm ver.”
Kuşkusuz adaletle hükmedilince abi suçlu bulundu. Ancak orada bir mesaj vardı. Ve Hz. Davut o mesajı almıştı.
Ve bu sabah benimde gündemimde bu vardı. “Konuşmada beni yendi!” Demek İnsan haksız olsa da, konuşarak karşısındakinin elindekini alabilecek kadar başarılı olabiliyor. Bu durum ya konuşma sanatı ile ilgili ya da korku ve tehditle gerçekleşebilir. Öyküde kesinlikle konuşma sanatı ile ikna yoluna gidildiğine inanıyorum da öyküden çıkıp gerçeğe döndüğümüzde konuşma sanattan çıkıp çirkefliğe, tehdit ve korkuya dönüyor ve resmen gasp etmek oluyor.
Ve belki aklıma düşmesinin nedeni kendimi bu günlerde adil olmaya çalışmak zorunda algılamam. Her konuda adil… Ancak kendimi kesinlikle doksan dokuz koyunu olan abinin bir tek koyunu olan kardeşi gibi hissediyorum ve elimdeki koyunu korumakta güçlük çekiyorum çünkü onu elimden almak için çok kötü yollara başvurulacak biliyorum. Ve kötülükten korkuyorum, elimdekinden vazgeçecek kadar. Ve kendimi savaşmak ya da boyun eğmek ikileminde algılıyorum. Ne olurdu benimde mesaj alabilecek kapasitede bir ara yapıcım olsaydı. “Vicdanım” diyorum en doğru ara yapıcısıdır. Ancak çirkefliği oda kaldırmak istemiyor. Ve yine aklıma rahmetli İnönü geliyor. “Bir memlekette namuslular da, en az namussuzlar kadar cesur olmalı” sözü. Ama bu o kadar da kolay değil gibi görünüyor bu günlerde gözüme. Yani öyle çamurda kirlenmek gibi değil. Çamurdan bembeyaz giysi ile kirlenmeden geçebilmekle ilgili.
Ve sevgili okuyucularım hayat her şeye rağmen çok güzel ya. Elindekinden vazgeçecek olsan bile güzel ve sağlıklı yaşamanın anahtarı sağlıklı düşünceden geçiyor. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım, sağlıklı düşünelim ve hep birlikte kalalım ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Han ve Yolcu
Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısına geldi. Muhafızların hiçbirisi saygıları nedeniyle onu durdurmaya çalışmadı. Bilge, sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya girdi. Ziyaretçisini hemen tanıyan kral saygıyla ayağa kalkıp sordu: “Ne istiyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim?”
“Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum” cevabını verdi bilge.
“Ama burası han değil ki” dedi kral hafif kızgınlıkla, “Benim sarayım.”
“Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?”
“Babam. O öldü ama.”
“Ondan önce kim yaşıyordu?”
“Büyükbabam. O da öldü.”
“O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer demek ki. Neden ona han demeyeyim?”
& & & & &
Dilenci ve Turgenyev
Büyük Rus yazarı Turgenyev, soğuk bir akşamüstü evine doğru yola çıkmış. Yolda bir dilenci kendisinden para istemiş. Bütün ceplerini kurcalayan Turgenyev, ne yazık ki hiç para bulamamış. Bunun üzerine kendisine uzatılan soğuk elleri kendi elleriyle ısıtarak: “Kusura bakma kardeşim sana verecek bir şeyim yok” demiş.
Dilenci; “Verdiniz ya efendim” demiş. “Bana kardeşim dediniz.”
& & & & &
Thales’ten Bir Öğüt
Biri Thales’e sorar; “Sana göre dünyada biricik devamlı olan şey nedir?”
“Ümit” diye cevap verir düşünür. “Zira bizi en son bırakan budur.”
“Peki, öyleyse en kolay olan şey nedir?” diye sorulunca, “Başkasına nasihat vermek” diye karşılık verir.
Günün Şiiri
Yıkılma Sakın
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı, genç bir adam olarak
Neler gelmez ki insanın aklına
Sevinçli, özgür günlere dair
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir
Acı, zehir zemberek bir hüzün
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir
Görüyorsun işte küçük adamları
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına
Kimisi düpedüz halk düşmanı
Diren öyleyse, diren, yılma
Yürüt daha bir inatla kavganı
Babeuf’u hatırla, Nazım Hikmet’i
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda
Hatırla Danko’nun tutuşan kalbini
Karanlıkları yırtmak arzusuyla
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa
Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri
Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının
Dağlar dilsizdir yalçındır
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır
Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan, arındıran
Ama bir devrimciyi hakli kılan
Biraz da acılardır unutma
Yıkılma sakın geçerken günler
Yaralayarak gençliğini
Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki
Ve halkın bağrında bir inci gibi
Büyüyüp gelişmektedir zafer.
Ataol BEHRAMOĞLU
Günün Fıkrası
Üçü de Yapılsın
Avukat, müvekkillerinden birine telgraf çekti: “Kayınvalideniz dün gece öldü. Gömülmesini mi, mumyalanmasını mı, yoksa yakılmasını mı sağlayalım?” Ertesi gün cevap geldi: “Emin olmak isterim. Her üçü de yapılsın.”
Günün Sözü
Her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.
Herman Melville