Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Valla gerçekten Nuh Nebi zamanından kalmayız. İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yavuz Örnek Bey Efendi. TV 1’de çok önemli açıklamalarda bulundu. Bendeniz de izledim o programı bazen işte şöyle bir takılırsınız ya kanallardan herhangi birine işte o zamanlardan biriydi. Çok eğlendim doğrusu dinlerken. Hz Nuh Gemisini nükleer enerji ile yapmış, İsrail’den döllenmiş yumurtalar alınmış, çocuğunu cep telefonu ile aramış ve daha bir sürü vıdı vıdı. Yazmaya bile gerek yok.
O beyefendi anlatırken “acaba” dedim. “Hasta mı?” Yani tabi herkeste olabilir gel-git durumları “belki” çağları şaşırdı, kocaman adam saçmalayacak değil ya. Sonra “nazire yapıyor” dedim konduramıyordum kısaca bunca garipliği kimseye. Sonunda nazirede karar kıldım. Evet, uzay çağındayız şimdilerde ancak kafaca, zihince hala Nuh devrinden kalmayız ya! Sayın Örnek’te bunu biliyor ya… Hz. Nuh’u günümüze uyarlamakla aslında çok doğru bir şey yapmış. Şimdi bir sel olacak olsa kuşkusuz nükleer enerji kullanırdı gemi yapımında, sonra bizim gibi gittikçe orta çağın karanlıklarında dolaşan on para etmez cep telefonu ile aradığı oğlu gibi yaratıkları ne yapacak ki gemisinde en iyisi yanına sağlam döllenmiş yumurta alması değil mi? Zaten nükleer enerjiye de o yakışır. Ve o enerji ile yaptığı gemiyle Cudi dağına ışınlardı ohhh ne güzel!
Ve sevgili okuyucularım, nasıl olduysa bilmiyorum. Bundan önce profesör olan bir arkadaşın aynen “ben bu ülkede okumamış cahillerin ferasetine güveniyorum” dediği programı da izledim. Kimse itiraz etmedi ha. Bir kaç konuşmacı vardı, gerçi daha çoğunu izlemedim belki etmişlerdir, günahlarına girmeyim yani. Ancak aynaya baktığımda kaşlarımın arasında ve alnımda oluşan derin çizgilerin nedenini anlamış oldum. Gözlerimde bir garip bakıyor artık şaşırmaktan onlarda şaşırdı galiba!
Evet o profesör doğru söylemiş yani, onun ve sayın Yavuz Örnek ve onlar gibi öğretim üyelerinin yerine sokaktaki adamın ferasetine daha çok güvenirim valla ve onları tercih ederim doğrusu.
Komik ama gerçek, insan klonlamaya başlamış, uzayda evinde dolaşır gibi dolaşılmaya başlanmış bir zamanda hala biz bu garabetlerle uğraşıyoruz ya valla çağ atladık!
Ve gerçekten çağ atladık! Dün hava çok güzeldi ufacık bir yürüyüş yapayım dedim. Kaldırımda başım önümde hızlı hızlı giderken aynı kaldırımda karşıdan gelen çığlık ve hakaret sözleri duydum avaz-avaz. Sanki ortada kimse yokmuş gibi. Başımı kaldırdım. Siyah türbanlı bir hanım, elinde bir çocuk, yanında eşi olmalı onunda elinde bir çocuk sanırım onları gezdirmeye çıkmışlar. Nasıl bir gezi ise artık? Kadın bağırıyor bir yandan da adamı eli ile itiyor. Adam geri kalır mı, o da kadına vuruyor. Resmen itiş kakış, birbirlerine sözlü ve bedensel şiddet uyguluyorlar! Ama kadının hareketleri daha çok göze batıyor artık adam onu nasıl çıldırtmışsa. Ya da neyse ne? Kaldırım dar. Çocuklar sus pus. Karşıdan gelmeme hiç aldırmadılar bile birbirlerine vura-vura ve avaz-avaz küfürlüler ederek yanımdan geçip gittiler! Herkes arkalarından baka kaldı. “Birbirimize artık tahammülümüz kalmadı sokağa taştı öfkemiz” diye düşünerek başım önümde yine olayın suçlusuymuşum gibi yürüyüp gittim.
Ve sevgili okuyucularım dedim ya hayat işte bu, yürek yıkımı. Herkes kendince haklı kim bulacak ortayı? Kadılar gelirse şaşmam yani adam öğrencilerini taciz ediyor, şeriat mahkemesinde yargılanmak istiyor. Eğer şeriatı gerçekten doğru düzgün uygulanabilse o adam eminim şeriat diye tutturmazdı. Şeriata göre onun cezası idam olurdu çünkü bendenizce. Ve sağlıkla sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Veda
Her şey bende başladığında kozamın içinde sıcacık ve güvenli uyuyordum. Kendimi gizlemiş, kimsenin görmesine de izin vermiyordum kadar rahattım ki ne güneşin doğuşu ne de karanlık geceler, dolunay, yıldızlar, açan güller, solan menevişler, kaktüsler, rüzgârın sesi, denizin azgınlığı, gebe olduğu sakinliği beni ilgilendirmiyordu. Gizemliydi kozam geçmişimle çoktan vedalaşmıştım. Yorgun ama galip bir komutandım artık.
Her şey benim için çok farklı olacaktı ve olmalıydı. Hayatımda kim var kim yok bu gizli dünyamda bırakıp günüm geldiğinde kozamı delip bir daha dönmemek üzere çıkacaktım. Son kez geriye bakmak istediğimde içim ürperiyor vazgeçiyordum. Bir daha düşünmemeye karar vermiştim ki kozamın ıslandığını gözlerimin buğulandığını içime ılık-ılık akan yaşlarımı tuttum ellerimle, ağlamam yükseldikçe hıçkırıklar artıyordu yüreğimde, neydi bu ağlamak neyin nesiydi, bulmaya çalışıyordum.
Evet yıllarca didinişim, mücadelem o son günde bitivermişti bende…
Ellerimin arasındaydı hayatım, ölümün bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştim, kurtulacak ve bir daha hiç acı çekmeyecektim. O Soğuk sesi hissettim ensemde içim ürperdi, gözlerimi açamıyordum. Görmekten, gerçekle karşılaşmaktan korkuyordum. Bir açarsam bir daha kapatamam gibi geliyordu. Artık gitmek istiyordum. Soğuk ürpertici son sese; “-Biraz izin ver geleceğimde son kez seyredeyim geçmişi film sahnesinde”
-Koşup dinlendiğim, köy bahçesi, leylaklar papatyalar kokladığım hava, dallarında saklandığım, ağaçlar, çamurlu tozlu sokaklar gelip geçiyordu. Karelerde, karlı kış günleri dedemin ölümü, yola çıkışımız. Yürüdüğümüz yol, babamın dönüşü olmayan yola gidişi, her şeritte, yollar daralsa da geçitlerde yuvarlansam da yaşam denilen buzlar üstünde, kalkarken yine düşsem de hayatın gerçeğini yıllar sonra öğrendim.
İlk aşkım, gitarcım, ne masumdu sevgisi, evliliğe karar verdiğimiz, gizlice buluştuğumuz Sefa parkı, yürüdüğümüz rıhtım. Biten sevdalarım, yitirdiğim evliliğim hepsi evet hepsi geçiyordu her karede makine bazen atlıyordu. Son sevdama geliyordu! İzlemek istemiyordum ama yine izlemek istiyordum. Sahne başlıyordu. Tuhaftım nedense hani hiç bilmediğiniz bir şehre gidersiniz öyleydim. Sanki hiç âşık olmamıştım. Deliler gibi sevmemiştim. Öyle gariptim ki Onu özlüyordum. Hem de çok. Özlemeyi özlüyordum. Bunu da ondan öğrenmiştim. Söylediği her sözcükte yeniden doğduğumu hissettiriyordu.
İşte yaz akşamıydı O şehre götürülmüştüm, ihtişamlı, bol ışıklı, içinde sevginin sınırsızca içildiği, karşılıksız dostluğun bulunduğu, sınırların olmadığı özgürlük şehrindeydim. Beni gözlerim kapalı kulaklarım da işittiğim ses götürmüştü. O gizeme çok şey konuştuk sanki bir ömür paylaştık. Yaşamıştım çok öncelerde tanıyordum onu, sesinde ki güven verişi, dokunurken yüreğime, âşık oluyordum her cümlesinde işte bu, işte bu aradığım bu diyordum. Uzun-uzun anlattık bize bir birimizi, görseydim bu kadar sevemezdim herhalde, kulaklarımdaki ses her gece gündüz ulaşıyordu en özel yerlerime, onunla yunulurken, hafifliyordum, severken özlüyordum. Özlemeyi sevmiştim onun sevgisinde, birçok şiir yazdım bu güzel ilişkiye, kadere inanmazken düşünür olmuştum kader diyesim gelmişti birlikteliğe, hepsini tek-tek yaşıyordum her şey çok güzel gidiyordu her şey, değerler yer değiştirmişti. Depremler oluyordu bedenimde artçılar oluyordu. Sevmenin hazzını hissediyordum. Kısacası huzurluydum. Seviyordum.
Ama birden Bir sessizlik de buldum kendimi film kopmuştu, işte ölüm denen sessizlikte, mesajlar kesilmişti, telefonlarda artık ilk günkü gibi değildi nedense her seste, kelimede kaçış vardı. Bitti demek istemiyordum. Telefonlara baktığımda üzülüyordum. Aramak da zoruma gidiyordu. Üzgündüm. Artık diyordum beni istemiyor savuşturmanın yollarını arıyor diyordum. Gizemimi kaybettiğimi sanıyordum. Kapımı çalanları geri çevirdiğimi düşünüp onlara haksızlık ettiğimi biliyordum. Ben onu istiyordum. Canı oyun oynamak istiyordu, biliyorum. Hayatıma da bir başka hayattan çaldığı oyunla girmişti. İşte oyun bilmeceyse haydi başlayalım öyleyse; Aramayı kestim. Mesaj göndermeyi de bekleyecektim bir süre, sonra zamana bırakmak en güzeliydi bence…
Ve kararımı çoktan vermiştim kendimi kozamın içinde saklanmalıydım uyumalıydım yüzyıl uykusunu ruhumu bedenimi geçmiş yorgunluğumu dinlendirmeliydim. Hiçbir şey düşünmeden, yapmadan günümü tamamlamalıydım. İçimde yaşamalıydım beni yakan volkanları, alıp götüren selleri, rüzgârına tutunduğum yelkenliyle yarışmalıydım. Üşüse de ellerim, kanasa da yüreğim, dayanmalıydım. Bunları sakin yalnız ve sessizlikte yaşamalıydım. Olgunlaşmalıydım. Kirlenen ruhumu arındırmalıydım. Hüzünlerden, kurtulmalıydım. Beni içine geçen girdaptan, çıkmalıydım. Yıkanmalıydım temizlenmeliydim yeni bedende doğmalıydım. Kurtulmanın çaresini aramalıydım kendimde geçmişimi ölümü yaşamalıydım. Bende ki derin izleri bitirmeliydim. Azmimle tüm muhteşemliğimle yeşermeliydim. Beni ne telefon ne de haberler yıkmamalıydı. Küllenen bu ilişkide yeniden başlatmamalıydım. Yeniden ben olarak geri dönmeliydim.
Ölüme seslendim beni üzenlerle vedalaştım. Gidebiliriz. Beni götürebilirsiniz dediğimde sesi yumuşacıktı. İlk duyduğum gibi soğukta gelmiyordu. Ilık ılıktı, sıcacık kan pompalanıyordu yüreğime, ayaklarımı hissetmeye, sesimi duymaya, kendimi görmeye başlamıştım. Yüreğim atıyordu. Buluştum içimdeki sevgisiyle nergisle, korkmuyordum gözlerimi açabilirdim, kötü film bitmişti. Bin bir renkli gül bahçesindeydim. Artık kelebektim aldan, mora, maviden yeşile bin bir goncaya konuyordum. Kısacık ömrüm olsa da özgürlüğün hazzını yaşayacaktım…
Günün Şiiri
Mavi, Maviydi Gökyüzü
Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı…
Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,
Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.
Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde…
Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.
Ahmet Hamdi TANPINAR
Günün Sözü
Yetişen Zekâları Kitaplarla Beslemeyen Milletler Acı Çekmeye Mahkûmdurlar.
Flet Cher
Konuşmasını Öğreninceye Kadar Susmak Güç Değildir.
K.Miksath