Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen bir şarkıyla uyanırız hiç ilgisi olamayan. Ne sözlerini biliyoruz önceden ne tınısını. Ama nasıl oluyorsa oluyor adını, tınısını ve sözlerini bilmediğiniz o şarkıyla uyanıyoruz? Avaz, avaz söylemek istiyoruz.
Küçükken, kardeşimle radyoculuk oynardık. Bazen spiker bazen ses sanatçısı bazen yorumcu olurduk. Ve radyomuzun sesi en yüksek perdeden yankılardı arka bahçede. Sesimiz akardı su gibi. Hiç şaşmazdı sözler makamlar!!
Şimdi o zamanları çok özlüyorum, arka bahçemizi ve kardeşimi ve avaz, avaz şarkı söylemeyi. Özellikle şimdi, içimden avaz, avaz söylemek geliyorken. Ve kendimi tutmakta zorlanıyorken… Köpeklerimiz vardı ve kedilerimiz. Onları da özlüyorum. Tasma muhabbetti varken en üst perdeden. Tasmasızdı hepsi. Teklifsizdi inip çıkmaları iki taraflı merdivenlerden. Tavuklarımız vardı her gün yumurtlayan… Ve yumurtadan çıkmalarını beklediğimiz civcivlerimiz vardı. Kuluçka günlerini sayardık. Tam 21 gün. O gün okula gitmezdik eğer tatil değilse. Ya da geç giderdik. Yumurtayı kırıp teker, teker çıkışlarını izlerdik. Islak yapış, yapış ve minnacık. Asla dokunamazdık anneleri tetikte olurdu. Normal zamanlarda olmadığı gibi…
Onları beslerdik ilerleyen zaman içinde, anneleri emanet etmeyi öğrenmiş olsa da yine en ufak bir şeyde tırnaklarını ve gagasını hazır tutardı… Ve ağaçlarımız vardı çiçeklerimiz. Ve bize bunları sevmeyi, korumayı, saygı göstermeyi öğreten büyüklerimiz vardı. Şarkımıza asla karışmayan… Pamuk var şimdi öğrencilerimle gelen onunda tasması yok. Ona “kızım” diyor. Can, sevgiyle bakıyor yüzüne. Onlarda şarkı söylemek istiyorlar mı merak ediyorum? (soracağım geldiklerinde)
Acaba kapımın önünden geçip giden insanların içinden şarkı söylemek geliyor mu? Biraz önce kapıdan başını uzatan ve garip, garip sorgulayan her şeyi inanılmaz gibi süzen, buz gibi soğuk cümleler kuran, siyah gözlüklü siyah kot pantolonlu ve lacivert penye bluz giyen, saçları arkada gelişi güzel toplanmış genç hanım hiç ömründe şarkı söylemiş mi? Ya tam şu anda arabasını kapının önüne park eden yakışıklı adam? Acaba bir şarkı mırıldanıyor olabilir mi içinden şimdi?
Belki!!! İnşallah!!! Herkes şarkı söylesin istiyorum… Biz küçük olmaktan çıktığımızda. Artık özeldi minik hayatlarımız. Odalarımız ayrılmış ama kilitsiz kapılar. (şimdiye dek kilitlemem kapımı) Kimse kimsenin odasına girmezdi patadak. Saygısızlıktı öyle pat kapı girmek, şunu bunu karıştırmak. Nettik hiç sağa sola kaykılmadan konuşurduk.
Haksızlığa karşı koymayı, insanları ve hayvanları aşağılamamayı, ayırmamayı, şu, bu, o diye. Bize kimse öğretmedi. Büyüklerimiz yapmıyordu bizde yapmadık. Bütün bunları yapanları gördükçe aynen civcivlerini korumaya alan tavuğumuz gibi tırnaklarımızı hazır tutardık. Vicdanımız vardı.
Ve şarkı söylemeyi özlüyorum, radyoculuk oynamayı kardeşimi ve eski evimi ve çocukluğumu ve çocukken sevdiğim her şeyi. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte. Yase
Şubat Güneşi
Ahmet’le Zeynep kabanlarına sarılmış kayaların üzerinde oturmuş denizi seyrediyorlardı. Ahmet elini kızın omzuna atmıştı. Deniz lacivert, atlastan bir çarşaf gibi uzanıyordu önlerinde. İkisi de kendi düşüncelerine dalmışlardı. Ahmet Zeynep’e çok alıştığını düşünüyordu. Ama Zeynep daha çok gençti… Zeynep bakışlarını denizden alıp Ahmet’e çevirdi. Sevgiyle baktı, genç adama ona biraz daha sokularak. “Ne düşünüyorsun öyle derin, derin Ahmetçim?” dedi. Ahmet hiç duruşunu değiştirmeden kızı kendine çekip “Ne kadar güzel Ahmetçim diyorsun onu düşünüyordum” dedi. “Dalga geçme benimle” “Aaa neden dalga olsun gerçekten çok güzel söylüyorsun adımı.” “Adın güzel çünkü, hadi bana ne düşündüğünü söyle” diye Ahmet’in omzuna başını dayadı. Solgun güneş yüzüne vuruyordu. “Gidersen seni çok özleyeceğimi düşünüyordum!” “Ciddi misin?” “Evet sen beni özlemeyecek misin?” Ahmet dönüp kıza merakla baktı “Ama özleyecek kadar ayrı olmayacağız ki. Yoksa sen uzaklara mı gidiyorsun?” “Gidersem benimle gelir misin?” “Of ya neden bu kadar ciddileştin sanki Ahmetçim?”
Ahmet bir an ne yanıt vereceğini bilmeden sustu sonra aniden eğilip kızı ağzından tutkuyla çabucak öptü. Zeynep şaşırmış aptallaşmıştı. Başını Ahmet’in omzundan hiç çekmeden eliyle ağzını kapadı. “Kızdın mı Zeynep özür dilerim” diyordu Ahmet. Zeynep’in ise bir şey diyecek hali kalmamıştı. Can ile sevgiliydiler ama kader onları daha bir kez bile bu şekilde öpüşmeden ayırmıştı. Ahmet “iyi misin Zeynep” diyordu telaşla “iyiyim ama biraz şaşkınım. Hadi biraz yürüyelim mi taşlara oturmaktan rahatsız oldum.” Ahmet “tamam kalkalım ver elini” kızın elini tutup kalkmasına yardım etti. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Seni Saklayacağım
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.
Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya…
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım…
Anlayacaksın.
Özdemir Asaf
Balıkçı Baki
Baki bakıyordu daldan
Balıkçı suya battı,
Balıkçıbaki daldı dibe
Balıkçıbaki avladı balık,
derken Baki daldı, zavallı kuş,
Balıkçı çıkarken yüze
kıpraşan gümüş yükü ve
birkaç damlayla,
çünkü Balıkçıbaki
beslenir yalnız gökkuşağıyla,
suda dalgalanan ışıkla:
sonra çöker ve tüketir
titreşen balıklarını
PAPLO NERUDA
Mevlana Sözleri
Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küllerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.
Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!
-Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters.
-Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.