Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Yağmur yağıyor seller akıyor komşu kızı camdan bakıyor” diye şarkısını söylüyor, karşı apartmandaki minnacık çocuk. Balkona çıkmış, bağır çağır haykırıyor. Ne kadar güzel ya rabim! Kardeşimle bende böyle şarkı söylerdik her yağmurda. Gazoz kapağı gibi olunca damlalar, kocaman, kocaman ve asker miğferi gibi arka arkaya süzülünce yerde. Nasıl bir ferahlık nasıl bir hayat girerdi içimize anlatamam.
Ve bu hayat, hiç eksilmedi içimizden, kardeşim artık sevmiyor yağmuru ama ben?? Of offf offf. Bir ıslanayım bir ıslanayım, bir botlarıma girsin sular, bir saçlarımdan enseme, ta içime süzülsün sular, ah işte ben o zaman yaşarım doya, doya nefes alırım hayattan. Benden bunu esirgemeyen yaratanımı bir başka severim yağmurda…
Herkes anlar ne kadar hafiflediğimi, adeta uçtuğumu. Gözlerim başka bakar, ayaklarım başka basar. Yağmurda kimse ölmez sanırdım! Yağmur, bir demet nergis ve sıcak simit?
Balkon kapısı açık yatıyorum. Yağmuru dinleyerek. Başka hiçbir şey düşünmeyerek… Bütün gece yağdı. Gürledi hatta gökyüzü. Uykum bir başkaydı, iki arada bir derede ama huzurlu. Ve sabaha karşı derin, derin. Derinliği komşu kızının sesi deliyor. “Yağmur yağıyor, seller akıyor” diye bağıra, bağıra şarkı söyleyen. Kalktım yataktan hemen, sanki bir şeyler kaçırıyormuşum gibi çabuk, çabuk balkona çıktım. Karşı balkonda, tırabzanlara dayanmış minnacık kolları ve şarkı söylerken göğe bakan bu tiz sesli çocuk daha altı yaşında. Üzerinde çiçekli pijamalı…
Onu taklit ediyorum tırabzanlara tutunuyorum, üzerimde çiçekli pijamalar. Tırabzana yaslandığım an kollarım ıslandı. Aldırmadım. Onunla birlikte söylemeye çalıştım tekerlemeyi. Açılmamış sesimle avaz, avaz. Yağmurun sesi bastırıyor sesimi, karşı balkona yağmur gelmiyor korunaklı. Bizimkine doğru yağıyor, salona mutfağa bile giriyor. Yağmur altında çocuğa eşlik ediyorum. “Sende biliyor musun bu şarkıyı?” diyor hayretle çocuk. “Tabi hem de daha çoğunu” diyorum bir sürü biliyorum. “Öğretir misin?” “Tabi öğretirim.” Bu arada baya ıslanıyor saçlarım, omuzlarım, terliklerim suyun içinde. “Ama sen ıslandın içeri gir şimdi annen kızar” diyor çocuk. Uzaktan. Hoşuma gidiyor ilgisi. Bana kızacak kimse yok ki diyorum içimden. Tamam haklısın giriyorum ama sende gir, üşüteceksin hem daha çok erken diyorum.
Bu sabah kahvemin tadı da başkaydı, kahvaltının da. Bir demet nergis ve simit yoktu masada, ancak onları getirenin anıları vardı her yerde. “Ölüm yakışmaz bu güne” dedim ve yalnızca yağmuru dinleyerek yudumladım, avurtlarımı ve girdiği her yeri yakan koyu sıcak kahvemi. Mutluydum! Tuhaf bir şekilde ve nedeni mutluluğumun yalnızca yağmur… Geceden beri bir durup bir yağan, üstelik göğü gümbür, gümbür, gümbürtüden!! Ve nedense birden “gafil gezme şaşkın” diyorum içimden. Bir gün ölürsün. Sanki sevincin gafletindeymişim gibi. Oysa sevinç ta içimdeydi. Neden kendime gafil demem? Ya da belki bir uyarıydı gafil olmamam için. Bunca güzeli görebilirken, yaşayabilirken? Bir nedeni vardı kuşkusuz içsel sesimin yükselmesi. Nedensiz bir damla yere düşmez diye inandığıma göre? Ve devam ediyorum, Yalan dünya senin olsa ne fayda. Benim dünyam yalan değil oysa. Belki tek gerçek an bu an. Yağmurla harmanlanan?
Ve sevgili okuyucularım yağmur ve ben sevgiliyiz. Her zaman söylüyorum ne zaman ihtiyacım olursa hemen gelir bir tek bulut olsa bile içime neşe verir. “Bana özel diyorum” kızıyorlar. “Neden kızıyorsunuz kıskanıyorsunuz” diyorum. Sizde bana özel deyin ve yürekten isteyin size de gelsin… Ve şimdilik sağlıkla sevgiyle ve yağmurun aşkıyla kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &
Başarı Zenginlik ve Sevgi
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; “Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız”, dedi. “Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım.”
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; “Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz”, dedi.
Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. “Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler” dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. “Bir bakıversene dışarı”, dedi. “Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve.”
Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. “Eşim geldi, şimdi evde” dedi ve onlara davetini yineledi; “Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?”
Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; “Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz”, dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; “Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu “Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın”, dedi. “İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin.”
Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. “Aman ne güzel, ne güzel”, dedi. “Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur.”
Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. “Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?”, dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; “En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?”, dedi. “Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak”
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. “Tamam, en doğru karar bu olacak” dediler. Sevgiyi davet edelim…”
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; “İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun…”
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; “Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim.”
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; “Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize.”
Ve kadının “niçin?” diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; “Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz.
Günün Şiiri
Gafil Gezme Şaşkın
Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda
Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda
Söylersin de el içinde sözün var
Yeler çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda
Bir gün alır götürürler evinden
Hakk´ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail´in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda
Pir Sultan Abdal´ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda
Pir Sultan ABDAL
Otuzbeş Yaş Şiiri
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam…Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı TARANCI
Günün Sözü
Akılsızlar hırsızların en zararlılarıdır: Zamanınızı ve neşenizi çalarlar.
Goethe




