Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yazdan çıkamadık daha… Mevsim zaten artık sonbahar olması dolayısı ile hüzün yüklüdür, sıcaklar bu hüznü gölgelese bile yinede engelleyemez belli belirsiz bir hüzün yüklenir. Herkes özellikle yaz aşklarından ayrılıp okul telaşına düşen gençler, sanırım bu hüzün en çok onların hakkı. Ama hüzünlü takılmanın nasıl, eksantrik bir yanı var anlatamam. Nasıl hoştur, nasıl acı doludur, nasıl kırılgandır ve özeldir sanki dünya yalnız onun etrafında döner hüzün sahibinin. Sahibi diyorum çünkü öyle hüzünlü takılmak herkesin harcı değildir ha. Önce öyle bir romantik duygulu yanınız olacak, düş gücünüzde geniş mi geniş…
Sahi siz hiç hüzün takılmadınız mı bir kez bile yaşamınızda? Ben takıldım ya hem de defalarca ve her mevsim dönüşünde üstelik öyle ah vah romantiklerinden olmadığım halde, düş kurup düşlerle yaşamadığım halde.
Ve iyi ki olmuşum ve olacağım valla. Belki kaygısız ömrümün en büyük hüznünü o yazlarda yaşadım, yalnız paylaşımsız ve dayanılmaz bir hazla (acaba salak mıyız mazoşist miyiz neyiz anlamıyorum ya, acayip ağrı çekiyorsun bir yandan? Ama bundan hoşnutsun ama olsun. Bence böyle bir hüzün yaşamayanlar çok büyük bir şey kaybediyorlar!
& & & & &
Ve o hüzünlü takılanlar ve yaşam kaygısı nedeni ile hüzünlü olmaya zaman bulamayanlar yinede pazartesi sendromu ile uyanabilirler diyorum. Yani aranızda en kaygısız olan ben bile, (yani hayatı her zaman tatil olan, ancak asla kaygısız olmayan) pazartesi sendromu yaşarım çoğu zaman. Ama ne tuhaf pazartesi geçti mi hafta bitti oluyor? Ne kadar kaygılı olsa da ne kadar hüzün takılsa da kişi… Ama ben diyorum ki sevgili okuyucularım kendinizi öyle şiş bir surat hafif sinirli ve isteksiz mi algılıyorsunuz zorla yataktan kalkamıyor işte pazartesi sendromu hemen duşa girin. Valla en güzel yolu, güne bir duşla başlamak, öyle şarıl, şarıl akan suların altında durarak kaslarınızı gevşetmeye çalışmak inanın çok iyi geliyor. Yani bende böyle yapıyorum. Gündüz sendromunun temelleri gece atılır o geceler yok mu? Bazen düşsel bazen bomboş…
Ve şimdilik hoşça kalın demeliyim. Sağlılık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, “Bu parayı kim ister?” diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı “Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım” dedi. Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere “Hala bu parayı isteyen var mı?” diye sordu, eller yine havadaydı.
Bu sefer, konuşmacı “Peki bunu yaparsam?” dedi ve $ 20 i yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para simdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı söyle dedi “Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar!”
Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu ya da ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir. Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır. Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil…
& & & & &
26 Ekim Hasta Hakları Günü
Bugün 26 Ekim Hasta Hakları Günü. Hasta Hakları ilk kez 1981 yılında Lizbon’da yapılan 34. Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu’nda yayımlanan Lizbon Bildirgesi ile benimsenmiştir. Daha sonra 47. Dünya Tabipler Birliği Kurultayında (Bali, Eylül 1995) değişikliğe uğramış, 171. Konsey Oturumu’nda (Şili, Ekim 2005) gözden geçirilip düzeltilmiştir. Ulusal düzeydeki yasal düzenleme Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi, Hasta Hakları Yönetmeliği, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi gibi mevzuatlarda yer almaktadır. Ülkemizde 1998’de, 26 Ekim “Hasta Hakları Günü” olarak kabul edilmiştir.
Bildirge, uygulamaya yönelik, ahlaki ve yasal güçlüklerin var olabileceğini göz önüne almakla birlikte hekimin, her zaman için hem kendi vicdanına göre, hem de hastanın en çok yararına olacak şekilde davranmasını şart koşmaktadır. Yasal durum ya da hükümetin tutumu hastaların bu haklarını göz ardı ediyorsa, hekimler bu hakların elde edilmesi ya da onarılması için yollar aramalıdır. Bildirge aşağıdaki konuları kapsamaktadır:
Nitelikli tıbbi bakım hakkı, seçim yapma özgürlüğü, kendi kaderini belirleme hakkı, bilinci kapalı hasta, yasal ehliyeti olmayan hasta, hastanın isteğine karşın yapılan girişimler, bilgilendirilme hakkı, gizlilik hakkı, sağlık eğitimi hakkı, onuruna ve özel yaşamına saygı talep etme hakkı, dini destek alma hakkı.
Hasta hakları, iyi hekimlik ve temel insan haklarından ayrı tutulamaz. Sağlık alanında yaşanan olumsuz gelişmeler nitelikli sağlık hizmetine ulaşmadaki eşitsizlikleri giderek artırmakta, hastaların sık sık mağdur durumlara düşmesine neden olmaktadır. Hükümetin “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında yaşama geçirdiği politikalar, “özendirici ifadelerle” sunulanın aksine, sağlık birimini işletme, hastayı müşteri olarak görmektedir. Hasta haklarına uyuyormuş gibi yapılan düzenlemeler bu nedenle göstermelik olmaktan öteye gidememektedir. Sağlığı kar edilen bir alana, sağlık hizmetini alınan satılan bir metaya dönüştürmek hasta haklarına aykırıdır.
Hastaların nitelikli sağlık hizmeti alabilmesinin uygulanan sağlık politikalarının değişmesinden geçtiğini düşünen Türk Tabipleri Birliği, hasta haklarının tam olarak gerçekleşebilmesi için “herkes için eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hakkı” talebini yinelemekten vazgeçmeyecektir.
Günün Şiiri
Ankara
Niçin sevilir bir kent
Ekmeği suyu insanı için mi
Yoksa uğultusundaki
o sürekli derinlere kaçan
eskil renkten mi
Yoksa gizlediği için mi
suçlarımızı
gökyüzünden kırlardan
Niçin sevilir bir kent
Bilmem ki.
Ama artık zamanı geldi
İtiraf etmeliyim
Seviyorum bu kenti ben de
Bir kadını sever gibi.
İçim içimi yiyor kimi zaman
Kızıyorum gördükçe hafifliklerini
Ama çıkıp baktığımda tepelerinde aşağılara
İnip yitirdiğimde kendimi
o buğulu sokaklarında
Anlıyorum onsuz edemeyeceğimi
Niçin sevilir bir kadın
Bilmem ki.
Ankara
Ey aziz kentim benim
Bana kimliğimi kişiliğimi verdin
Zor günlerde sen emzirdin
yetim şiirlerimi
Ey güzeller güzeli
Mustafa Kemal’in gelini.
Göğe atılırken taş kesilmiş
Çift başlı bir Hitit kartalı gibi
Bakarken Anadolu’ya
Asıldım ayaklarına
Boynumda Midas’ın armağanı
Gümüş bir gemi çapasıyla
Dolaşıp duruyorum
Ay ağılı dolamlı
Düş çanağında.
A.Kadir PAKSOY
Günün Fıkrası
Genç deve annesine sormuş: “Anne niye bizim ayaklarımız bu kadar büyük?” Anne cevap vermiş: “Çölde kuma batmamak için.” Genç deve tekrar sormuş: “Peki kirpiklerimiz niye bu kadar gür.” Anne tekrar cevap vermiş: “Çölde kum fırtınalarında kum kaçmasın diye.” Merakı yatışmamış olan genç deve bir soru daha sormuş: “Bizim niye hörgüçlerimiz var.” Anne deve sabırla yanıtlamış: “Çölde çok uzun süre susuz idare edebilmek için suyu hörgüçlerimizde depolarız.” Sonunda dayanamayan genç deve sormuş: “Peki biz Ankara Devlet Hayvanat Bahçesinde ne halt yiyoruz??”
Günün Sözü
Birinin izinden yürünürse, onu geçmek mümkün değildir!
Herkes aya benzer, kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.
Mark Twain
Dünyada taklit edilemeyen tek şey cesarettir!
Napoleon




