Sevginin Gücü

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bugün sizlerle bir hikâye paylaşacağım. Sevginin önemini anlatan hikâyelerden biri… Sevgiyle kalın sevgili okuyucularım ve sağlıkla. Yase

Güzel sanatlara hayran bir adam varmış. O kadar çok seviyormuş ki, hayatını ona adamış. Güzel sanat eserleri alabilmek için çok çalışıyor ve güzel bir sanat eseri için tüm parasını veriyormuş. Öyle ki Rembrandt, Picasso ve diğer pek çok ünlü sanatçının eserini satın alabilmek için var gücüyle çalışıyormuş. Eşini yıllar önce kaybetmiş, ama bir oğlu varmış. Çocuğunu yetiştirirken bu sanat sevgisini ona da aşılamış. Büyüyünce, oğlu da bir sanat koleksiyoncusu olmuş. Ve bu sanat sevgisi her ikisinin de çok sevdiği ve onları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olmuş.

Bir süre sonra ülkeleri bir savaşa girmek zorunda kalmış. Ülkenin diğer gençleri gibi oğlu da göreve yazılıp ülkesi için savaşa katılmış. Aradan biraz zaman geçmiş ve baba bir mektup almış. Oğlunun bir harekâtta kaybolduğunu bildiriyormuş mektup. Baba çok üzülmüş. Oğlunu çok seviyormuş ve yokluğunda, oğlunun, onun için ne kadar önemli olduğunu anlamış. Ona ne olduğunu bilmemek acısını çok daha fazla arttırıyormuş. Birkaç hafta sonra kalbini parçalayan ikinci mektubu almış baba. Bu mektupta, oğlunun bir harekât sırasında öldüğü yazıyormuş. Oğul, muharebe sırasında yaralanan askerleri kurtarıyormuş. Ve en son yaralıyı güvenli bölgeye taşırken, arkadan gelen bir kurşun onun hayatını kaybetmesine sebep olmuş.

Mektubu alalı birkaç ay olmuş ve Noel sabahıymış. Ama baba yataktan kalkmayı istemiyormuş. Oğlu olmaksızın bir Noel geçirmeyi gönlü arzu etmiyormuş. Birden kapı çalınmış ve kim olduğuna bakmak için aşağıya inmiş. Kapıyı açınca elinde bir paket olan genç bir adam görmüş. Genç adam: “Bayım, siz beni tanımıyorsunuz; ama ben oğlunuzun kurtarırken öldüğü yaralı askerim” demiş. “Ben çok zengin biri değilim. Ama oğlunuz sizin sanat sevginizden bana söz etmişti. Ve ben de çok iyi bir ressam olmadığım halde onun bir portresini yapıp size hediye etmek istedim” demiş.

Baba paketi almış ve eve girip açmış. Sonra koleksiyon odasına gidip şöminenin üzerinde asılı olan Rembrandt eserini çıkarıp onun yerine kendi oğlunun portresini asmış. Sonra gözlerinden akan yaşlarla genç adama dönmüş ve “Bu benim en değerli eşyam. Ve evimdeki tüm değerli eserlerin hepsinden daha değerli” demiş. Baba ve genç adam birlikte Noel yemeği yemişler ve genç adam daha sonra gitmiş. Birkaç yıl sonra baba hastalanmış ve bir süre sonra da ölmüş. Onun ölümü her yerde duyulmuş. Herkes onun sahip olduğu sanat eserleri için yapılacak müzayedeyi merak ediyormuş. Nihayet müzayedenin Noel Günü yapılacağı duyurulmuş. Müze yetkilileri ve dünyanın en ünlü koleksiyoncuları evde toplanmışlar.

Hepsi heyecanla satılacak sanat eserlerini alabilmeyi bekliyorlarmış. Ev dolmuş. Müzayede yöneticisi ayağa kalkmış ve: “Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim. Müzayedenin ilk parçası arkamda gördüğünüz portredir” demiş Arka sıralardan biri “Ama o, yaşlı adamın oğlunun portresi” diye bağırmış. “Neden onu geçip, asıl sanat eserlerine gelmiyoruz.” Mezatçı: “Önce bunu satmamız gerek. Sonra diğerlerine geçebileceğiz” demiş. “Evet, artırmayı 100 dolar ile başlatıyorum. Yok mu arttıran?” Hiç kimseden ses çıkmayınca “O zaman 50 dolar” demiş. Hala kimseden ses çıkmamıştı. “O zaman 40 dolar.” Ses çıkmayınca “Hiç kimse bu portreye talip değil mi?” diye sormuş. Yaşlıca bir adam ayağa kalkmış ve “10 dolara olur mu?” demiş. “Tüm param bu… Ben onların karşı komşusuyum ve bu çocuğu tanıyorum. Onun büyümesine tanık oldum ve o çocuğu çok sevdim. Onun portresini almak isterim.” “Yani 10 dolara almak istiyor musunuz?” diye sormuş müzayedeci. “10 dolar! Satıyorum! Satıyorum! Satttt-tttttiiimmmm!” Salonda bir sevinç mırıltısı yükselmiş ve herkes birbirine: “Nihayet gerçek sanat eserlerine kavuşacağız” demeye başlamış.

Müzayedeci o zaman: “Hepinize geldiğiniz için teşekkürler ederim. Sizleri bugün burada görmek çok güzeldi. Ama müzayede burada bitti” demiş Kalabalıktan kızgın sesler yükselmeye başlamış. “Ne demek müzayede bitti? Diğer parçalar için artırma başlamadı bile…” Müzayedeci o zaman: “Üzgünüm ama müzayede sona erdi. Çünkü yaşlı adam vasiyetinde söyle demişti. ‘Oğlumun portresini alan tüm eserlerin sahibi olur.’”

& & & & &

Sağlam Tarafına Oturuyoruz… Yetiyor Bize

Mut’un bir dağ köyünde dostlarla birlikte gezerken yaşlı bir karı kocayı gördüm.. Baktım bir kanepenin üzerinde oturuyorlar…  İyice yaklaştığımda tezekten yapılmış evlerinin bahçesinde oturdukları kanepenin bir tarafının tamamen kırık olduğunu, kanepenin sağlam tarafına sıkışarak oturduklarını ve sohbet ettiklerini anladım. Yüzlerinde bir tebessüm vardı.. Evin halinden ve karı kocanın  kılık kıyafetinden  maddi durumlarının hiç iyi olmadığı ve yeni bir kanepe  alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu… Selamlaştıktan sonra, ‘Kanepe kırılmış’ dedim… Yaşlı adam büyük bir bilgelikle cevap verdi, ‘Biz de sağlam tarafına oturuyoruz… Yetiyor bize..’ Kadın da tamamladı, ‘He ya yetiyor bize bak ne güzel oturuyoruz’ Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum…

Öyle ya, ‘Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz’ diye dırdır etmek, şikayet etmek yerine, ‘Kanepenin sağlam tarafını paylaşmak’ değil midir?

Günün Şiiri

Dayanılmaz

Gözlerini ölüm bürüdü onların

korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.

 

Günden güne daha cana yakın

günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye

her gün daha sağlam

daha usta

daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü

eskisinden dar geliyor onlara

eskisinden düşman.

 

Ne günün ilk ışığı

ne balık sürülerinin ışıldaması suda

ne güneşe uzanan dal

ferahlık vermiyor içlerine.

 

Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu

korkulu rüyalarla uyanarak uykularından

korkunç kararlar verdiler.

 

Karşı koymazsak eğer

tehlikededir günlük ekmeğimiz

bacamızın tütmesi tehlikededir

evimiz, aşkımız, çocuğumuz

pencerede saksı

kitap sevgisi, insan sevgisi

tehlikededir.

 

Gözlerini ölüm bürüdü onların

uyumak, uyanmak tehlikededir,

tehlikededir çiçek koklamak

bardakta su, ateşte yemek

bahçede güneş tehlikededir.

 

Tehlikededir gözbebeklerimiz

Adana’nın pamuğunu yabancılar işliyor

dokuma tezgahları tehlikededir.

İzmir’in üzümü, fındığı Giresun’un

Samsun’un tütünü tehlikededir.

Kapanıyor fabrikalar birer birer

varımız yoğumuz tehlikededir.

 

Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden

boy atan başakların şarkısı devam eder

topraktan güneşe avaz avaz.

Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu

her zaman galip, her zaman hür,

dağlardan akan suyun sevinci

her zaman genç, delikanlı

kabına sığmaz…

 

Dayanılmaz

çocuğunu emziren ananın şefkatine

-yırtıcı, derin-

hilelere, ölümlere karşı gelir

memedeki çocuğun iştahı,

kudreti sonsuz,

dayanılmaz.

 

Ve sen gözbebeğim

sen erkek sesinle

“İşsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi.” dersin

milyonların içinden

milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür,

işkence görür,

hapis yatar,

sürgün edilirsin;

sevilecek şeyler değilse de bunlar

DAYANILIR…

 

Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde

toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey

çatlayan tohum, akan su,

ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü,

hayatı öven şiir,

kardeşliği söyleyen şarkı,

mücadele eden resim,

ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti

harbe ve ölüme karşıdır

DAYANILMAZ…

Arif DAMAR

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here