Kurallar…

0
29

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Kurallar, bu sabah aklıma takılan. Kural tanımız biri olarak hayatını sürdüren bendeniz  bile kurallara  inanıyorum. Çünkü kuralsız  olmak kolay değildir. Benim kural  tanımazlığım  kurala gerek olmadan yaşamımı sürdürebilme yeteneğini kazanmış olmamdan kaynaklanıyor. Çok iddialı bir tanım gibi oldu. Ama olsun alçak gönüllülük yapmayacağım bu konuda. Dayatılan bazı kuralların çoğu, herkesin doğal olarak yapması gereken şeyler aslında. Dışarıdan bir dayatma olmaksızın. Yani kullandığın bir eşyayı  veya  herhangi bir şeyi   aldığın yere aldığın şekilde bırakmak bir kural  değildir. Olmamalıdır. Sorumluk sahibi insanlar olarak doğal olarak bu işlemi yaparız  ya da trafikte iken  kurallara  uymamızda  aslında kural olmalıydı yani doğal olarak trafikte kurallara uymak insani bir görevdir ancak kurallarda kuralıksızlardan doğar.

Yani herkes ne yapacağını bilse, nasıl davranacağını birinin anımsatmasına ihtiyacı olmasa gerekenleri gereken yerde yapabilse kimse kimseye bir şey dayatmasa, kurallara da ne gerek kalabilirdi ki? Ancak insan bu ve zorunda olmadıkça bir şeyleri isteyerek yapmaz. Yani kurallar onun kendi isteği bir yerde, kendi koyamadığı  sınırı ancak kurallar koyabiliyor. Ve buna rağmen   çoğumuz kurallar olsa da   hatalar yapar ve hayatımızı  kendi elimizle güçleştirip  sıkıntılar yaşayabiliriz. Ancak huzurlu, sağlıklı ve  güven içinde yaşayabilmek için çok basit kurallar vardır anımsatılmaya bile değmeyecek ve bu kurallara uymak kendini fert yerine koyan herkes için lazımdır.

Kural tanımaz ben bile kendime bazı kurallar koymuşumdur. Örneğin birisi kızıp bağırıyorsa benim kuralım “sus!” Yapamayacağım bir şey isteniyorsa “yok” deme lüksüm var. Ve ortak yaşam alanlarında kendime düşen işi bilirim. Kuralım kimseye laf yetiştirme, kimseye akıl verme, kimseye  senin düşüncen yanlış benimki doğru dememe. Karşıdaki bunu yapıyorsa tamam olabilir diye cevap hakkı yaratma.

Ve bu uzar gider. Şimdi  bazıları bazılarına kuralları anımsatmak zorunda kaldı. Biliyorum ki anımsatan en büyük kural tanımayan ve anımsatılan anımsatanın başka zamanda telaffuz ettiği her şeyi tek tek kendisi söyleyen. Yani herkes herkese hoşuna gitmeyeni söylüyor ancak onlar hoşa gitmeyecek  bir şey duyarlarsa kendi kuralları içinde kıyametler kopuyor. Ve kocaman bir  kamera istiyorum her eve. Herkesin  her sözünü her hareketini kaydetsin. Ve insanlar   kendi aynalarında kendilerini görmüyorlar, ağızlarından çıkan sözü  yalanlıyorlar ya  bu şekilde yalanlanacak şey bulamazlar artık diye düşünüyorum ve belki şöyle bir silkelenip kendilerine gelirler diye düşünmeme rağmen umutlarım suyun dibinde dolanıyor.

Sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım diyerek noktayı koyuyorum, hoşça kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Kötü Huy Diken Gibidir

Mevlana hazretleri, Mesnevi’de kötü huyun insanın nefsine ve çevresine nasıl bir eziyet yaptığı hakkında şöyle bir hikaye anlatır: Huysuz adamın biri bir gün herkesin gelip geçtiği yol üzerine dikenli çalılar diker. Yoldan geçenler her ne kadar “Bunları buradan sök at” dese de o bunların hiçbirine kulak asmaz. Yine kendi bildiğini okur. O dikenli çalılar büyür yoldan geçen halkın ayağına takılır, onlara eziyet eder. O yoldan geçenler perişan olur. Bu durum valiye kadar intikal edince vali onu yanına çağırır. Dikenleri sökmesi için emreder. O da sökerim diye söz verir; ama bugün yarın diye ertelemeye devam eder. Ne sökmem der ne de sökmeye teşebbüs eder.

Bir gün vali onu yanına çağırır; “Verdiği sözde durmayan adam, emrimi uygula!” diye sıkı sıkı tembihler. Ağır ikazlarda bulunur. Çalıları diken huysuz adam da şöyle der: “Önümde hayli günler var. Merak etme nasıl olsa günün birinde sökerim.” Vali ise çabuk olmasını söyler ve onu uyarmaya devam eder. Ama adam sözden anlamaz. Dikenler de kök salıp büyümeye devam eder. Mevlana, hikayenin bu kısmında bir işi yarına ertelerken zamanın su gibi akıp gittiğini söylüyor ve; “Her gün sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama günler geçip gittikçe o dikenler daha da kuvvetleniyor. Onu sökecek olan da ihtiyarlıyor, kuvvetten düşüyor. Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil.

O dikenler kaç keredir senin ayaklarına battı. Kaç kere oldu seni kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatından hastalandın da duygusuzluğun yüzünden habersizsin. Çirkin huyunun da başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. Sen şu dikeni gülfidanı haline getir. Gülfidanı ile onu aşıla. Böylece sendeki dikenler gülfidanı haline gelsin. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök.”

Mevlana, burada nefsinin kötü arzularına düşmeyi dert edinmeye dikkat çekiyor ve diyor ki: “Nefsinin ateşi söndüren sonra, gönül bahçesine dikersen biter. Laleler, ak güller, güzel kokulu çiçekler yetişir. Sözün kısası; işini yarına bırakma. Çabuk tövbe et de istiğfarı yarına bırakma. Yıl geçti ekin vakti geldiğinde sende yüz karalığından başka bir şey kalmaz. Beden ağacının köküne kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak, kulluk yaparak iyi işlerle onu öldürmek gerek.”

& & & & &

Ve Bir İyilik Yap Kendine

Ve bir iyilik yap kendine; çiçekleri sula,

bir iyilik yap kendine; güzele gülümse,

bir iyilik yap kendine; kendine güzel bir şey al.

bir iyilik yap kendine; kalk ve bir kahve iç yada sevdiğin bir şey.

ve bir iyilik yap kendine; azıcık düşünmeye başla

bir iyilik yap kendine; Simyacı’yı oku, (dördüncü okuyuşum bu ara)

bir iyilik yap kendine; istediğin bir şeyleri yap

bir iyilik yap kendine; hurafelere, şunun bunun rengine sapına köküne inme.

bir iyilik yap kendine; yalnızca kendine inan

gözüne bile değil, yüreğine ve beynine.

ve bir iyilik yap kendine; kendini sev sevebileceğin kadar.

çünkü her şey sevgiden geçer kendini seversen herkesi seversin.

Yase

Günü Şiiri

Su Havası

1934’ün güzel yarı gününde

Hava görklü bir güldü barbunya rengi

Ve yaprakları sigara kâğıdından bir ağaçla başlardı orman

Ben içine dalmaya hazırlanınca

Çünkü seni bekliyordum

Ve benimle gelirsen

Nereye olursa olsun

Gümüşün üzerine kazılı nakıştır ağzın

Yaygın ve kırık mavi tekerleğin durmadan yükselerek

Beni karşılamak üzere yarışıyordu tüm büyüler

Bir sincap yüreğime ak karnını yaslamaya koşmuştu

Nasıl duruyordu orada bilmiyorum

Ama toprak suyunkilerden daha da derin yansılarla doluydu

Sanki kabuğunu parçalamıştı maden sonunda

Ve sen o korkunç değerli taşlar denizine uzanmış

Dönüyordun

Çırılçıplak

Bir büyük donanma fişeği güneşinin içinde

İndirdiğini görüyordum ışınlılardan yavaş yavaş

Deniz kestanesinin kabuklarını bile oradaydım

Bağışla orada değildim ben artık

Başımı kaldırmıştım ak kadifeden canlı mücevher kutusu

bırakıp gitmişti çünkü beni

Ve hüzünlüydüm

Yaprakların arasından gök parıldıyordu bir yusufçuk böceği

gibi katı ve dalgın

Kapamak üzereydim gözlerimi

Birden birbirinden uzaklaşmış olan korunun iki eteği devrilip

yıkıldığında

Gürültüsüz

Uçsuz bucaksız bir inci çiçeğinin iki orta yaprağı gibi

Bütün geceyi içinde saklamaya yeterli bir çiçek gibi

Şimdi beni gördüğün yerdeydim

Havada bir çan gibi duran kokuda

Değişen hayata dönmeden önce her gün yaptıklarınca

Zaman buldum dudaklarımı koymak için

Senin çam kalçalarına

André BRETON / Çeviri: Attilâ TOKATLI

Günün Fıkrası

Bir de Senin Kuluna Bak

Bektaşi Baba İstanbul’da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu; “-Faytona binen padişah mıdır?”

“-Hayır  padişahın bir kuludur.” Cevabını aldı.

Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak: “-Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak!” diye söylendi.

& & & &

Kabahat Tarlayı Gösterende

Köylü yağmur duasına çıkıyormuş, Bektaşi’ye ‘sen de gel’ demişler. Baba Erenler kalabalığa katılmış, yolda küçük tarlasının yanından geçerken elindeki sopayı tarlaya dikmiş, göğe bakarak: “-Bizimki de burası” demiş. Duadan sonra bir yağmur bir yağmur; ortalığı seller basmış. Bektaşi’nin tarlasında ne varsa sular almış götürmüş. Bu manzarayı gören Bektaşi, ellerini yukarı kaldırmış: “-Ulan, demiş; kabahat sende değil, bu tarlayı sana gösterende…”

Günün Sözü

Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olmaz.
Kızılderili sözü

İnsanlar, kötülüğü  arzuları güçlü olduğu için değil, vicdanları zayıf olduğu için yaparlar.
J.S. MILL

İnsan ne kadar az düşünürse o kadar çok konuşur.
Montesquieu

Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.
Walter Lipmann

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here