Hüzün ve Kaygılar…

0
34

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Hüzünlü takılmanın nasıl, eksantrik bir yanı var anlatamam. Nasıl hoştur, nasıl acı doludur, nasıl kırılgandır ve özeldir sanki dünya yalnız onun etrafında döner hüzün sahibinin. Sahibi diyorum çünkü öyle hüzünlü takılmak herkesin harcı değildir ha. Önce öyle bir romantik duygulu yanınız olacak, düş gücünüzde geniş mi geniş… Sahi siz hiç hüzün takılmadınız mı bir kez bile yaşamınızda? Ben takıldım ya hem de defalarca ve her mevsim dönüşünde üstelik öyle ah vah romantiklerinden olmadığım halde, düş kurup düşlerle yaşamadığım halde.

Ve iyi ki olmuşum ve olacağım valla. belki kaygısız ömrümün en büyük hüznünü o yazlarda yaşadım, yalnız paylaşımsız ve dayanılmaz bir hazla (acaba salak mıyız mazoşist miyiz neyiz anlamıyorum ya, acayip ağrı çekiyorsun bir yandan? Ama bundan hoşnutsun?) ama olsun. Bence böyle bir hüzün yaşamayanlar çok büyük bir şey kaybediyorlar!

& & & & &

Ve o hüzünlü takılanlar ve yaşam kaygısı nedeni ile hüzünlü olmaya zaman bulamayanlar yinede pazartesi sendromu ile uyanabilirler diyorum.

Yani aranızda en kaygısız olan ben bile, (yani hayatı her zaman tatil olan, ancak asla kaygısız olmayan) pazartesi sendromu yaşarım çoğu zaman. Ama ne tuhaf pazartesi geçti mi hafta bitti oluyor? Ne kadar kaygılı olsa da ne kadar hüzün takılsa da kişi… Ama ben diyorum ki sevgili okuyucularım kendinizi öyle şiş bir surat hafif sinirli ve isteksiz mi algılıyorsunuz zorla yataktan kalkamıyor işte pazartesi sendromu hemen duşa girin. Valla en güzel yolu, güne bir duşla başlamak, öyle şarıl, şarıl akan suların altında durarak kaslarınızı gevşetmeye çalışmak inanın çok iyi geliyor. Yani bende böyle yapıyorum. Gündüz sendromunun temelleri gece atılır o geceler yok mu? Bazen düşsel bazen bomboş…

& & & & &

Ve geçmiş yazılarımdan birini paylaşmak istiyorum…

Gece Sesleri

Gece seslerini dinliyorum şu an. Gece sesleri, gece kokuları gibi, gizemli eksantrik, bazen korkutucu bazen düşsel. Ve gece ne kokuyor biliyor musunuz? Yanık kokuyor, yanık, nerden gelir bu yanık kokusu nereye gider? Boğazım kavruluyor. Oysa Gazipaşa’da geceler çiçek kokar, gece çiçeği var adı ne bilmiyorum ama kokusu yayılır havaya ve sanki avucunuzun içinde ezilmiş gibi taze çam kokar hava, denizin kokusuna karışıp gelip odama dolar.

Bazen bu kokuların bana özel olduğunu sanıyorum, çünkü “ezik fesleğen, ezik çam kokusu geliyor burnuma” dediğimde yüzüme bakıyorlar, bunlardan haberdar bile değiller ne garip değil mi? Peki ama buradaki gecelerin yanık kokusunu yine yalnız ben mi alırım ki uyuyamam geldiğimden beri? Sanıyorum yine evet. Bir ödül ve bir ceza gibi?

Ve gece sesleri… Gece sesleri çok yoğundur önce vicdanınızın sesi en yüksek perdeden, kulaklarınızda çınlar, onu susturmak mümkün değil. Burada oturmuş gece fısıltılarının vicdanımın sesini susturmasını bekliyorum, bir köpek havlasa uzaktan, yok, yalnızca fısıltı dinliyorum sürekli birileri fısıldaşıyor, kalkıp sarkıyorum karanlık sokağa hiçbir yerde ışık yok peki bu fısıltılar nerden geliyor?

Gazipaşa’da fısıltılara karışan denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi vardır “vuv vuv.” Ve bazen aşağıdaki fulyaların sesi gelir kulağıma, gece böceklerinin ve aniden ortaya çıkan traktörlerin homurtuları ve ben çok erken özlemeye başladım yeni geldiğim yeri! Ve şimdilik hoşça kalın demeliyim. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Ve Bir Kıssadan Hisse Öyküsü

Ebû’l-Haseni’l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır: ‘İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ’ya ibâdet ederdi. Bir akşam, Allah Teâlâ’ya ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdetten, duyduğu hazdan dolayı kardeşine: ‘Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdet edeyim, dedi. ‘Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona: ‘Kardeşini affettik, seni de onun hatırı için bağışladık, deyince genç: ‘Ben Allah Teâlâ’ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz, dedi. Ses ona: ”Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı’ karşılığını verdi. Alıntı: Fazilet Takvimi 1997-Nisan

& & & & &

Adaleti ile dillere destan Gazneli Mahmut’un çekik yüzlü, uzun boylu, kuru ciltli, kalkık burunlu, köse biridir. Aynanın karşısına geçip yüzünün güzel olmamasından şikâyet ettiğini, durumu veziri Ahmet b. Hasan’a bildirdiğinde “Efendimiz, halkın sizi sevmesi için siz altını sevmeyin yeter” dediğini anlatır ve o günden sonra hazinenin altınlarını halka dağıtarak halkı zengin ederek devleti güçlendirdiğini, adaleti ülkenin her tarafına yaydığını ve “Sultan” lakabını ilk olarak hakkıyla onun kullandığını, sultanın yüzünü görmeyenlerin, sultanın adaletini gördüğünü anlatır. (Nizamülmülk, Siyasetname)

& & & & &

İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, “Bu parayı kim ister?” diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı “Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım” dedi. Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere “Hala bu parayı isteyen var mı?” diye sordu, eller yine havadaydı.

Bu sefer, konuşmacı “Peki bunu yaparsam?” dedi ve $ 20 i yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para simdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı söyle dedi “Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar!”

Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu ya da ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir. Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır. Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil…

Günün Şiiri

Lunaparkın Abecesi

Bilirim nasıl yazılacağını.

Mektuplar, notlar, sipariş listeleri,

ninemin asla var olmamış çiftliğinde neşeli gezintilerimi

yazarım okul kompozisyonlarında,

oysa ninem Job gibi yoksulun teki.

Ama açıklanamaz şeyler de yazarım:

Mutlu olmak isterim, solgun.

Ve mutlu değilim, acı içinde.

Üzüncümden alır götürür beni, kekeleyen çanlar,

ağlaşanlar arasında insan:

“Hiçbir şey geri getiremez onu bana.” diyor.

Yaşarım bazı şeylerin birbirine seslendiği yeryüzü yuvarında,

haykırdığımızda daha güçlü

çıkar sesimiz denizi çağıran suların sesinden,

öyle bir yer işte, her ırmak gözyaşı damlacıklarıyla yüklü

İnsanlar acıkır burada. Her biri nefret içinde.

İnsanlar mutludur burada, olağanüstü güzelliklerle kuşatılmış.

Düşün, güvenli bir dönme dolabı

bindiğinde başını döndüren –

ışıklar, müzik, kendinden geçmiş sevgililer.

Ne kadar güzel! Bir yanda oğlanlar,

diğer yanda kızlar – bense, çılgın gibi evlenerek

eşimle küçük yatak odamıza yatmaya giderim

tahta döşemeli kocamış bir evde.

Ölümü düşünmemekten başka yol yok,

ölümsüzlüğü istemek için, olağanüstü güzellikler arasında.

Mutluyum ve acılıyım, yarı yarıya.

“Her şeyi al götür tez elden.” dedi annem,

“git bir dolaş, kendinden hoşnut ol, bir sinemaya git.”

Annem davranışlarının Dedeme benzediğini fark etmeyerek:

“İnsanlara katıl – görmeyi istediğin biri varsa,

bulabilirsin onların arasında.” dedi.

Bağışla sözcükleri, ama yaşamak istemiyorum artık.

Lunaparkta olmak istiyorum şarkıcının sesi

tatlı bir ezgiye dönüştüğünde öğleden sonra.

Şöyle de yazabilirim: öğleden sonra. Sözcüksüz,

olduğu gibi.

Adélia PRADO

Esin Perisi

Geceleyin beklerken gelişini onun

Yaşamım pamuk ipliğine bağlı sanki

Gençlik, şan, özgürlük nedir ki

Karşısında o güzeller güzeli konuğun

 

Geliyor kavalıyla, kaldırıp peçesini

Ve takılıp kalıyor gözlerine gözlerim

“Sen miydin” diyorum “Cehennem sayfalarını

Yazdıran Dante’ye?” Yanıtlıyor: “Bendim.”

Anna AHMATOVA

Günün Fıkrası

Genç deve annesine sormuş: “Anne niye bizim ayaklarımız bu kadar büyük?” Anne cevap vermiş: “Çölde kuma batmamak için.” Genç deve tekrar sormuş: “Peki kirpiklerimiz niye bu kadar gür.” Anne tekrar cevap vermiş: “Çölde kum fırtınalarında kum kaçmasın diye.” Merakı yatışmamış olan genç deve bir soru daha sormuş: “Bizim niye hörgüçlerimiz var.” Anne deve sabırla yanıtlamış: “Çölde çok uzun süre susuz idare edebilmek için suyu hörgüçlerimizde depolarız.” Sonunda dayanamayan genç deve sormuş: “Peki biz Ankara Devlet Hayvanat Bahçesinde ne halt yiyoruz??”

Günün Sözü

Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir.
Gandhi

Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür.
Goethe

Birinin izinden yürünürse, onu geçmek mümkün değildir!

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here