Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? 72 yaşımıza girmenin mutluluğu sürüyor. Basında 72 yıl, her gün gazete çıkarmak gerçekten kutsanası bir şey. Sevgili Rızkullah baba daha 7 yaşında iken başlamış haşir neşir olmaya basım makinelerine, dizim harflerine ve tabi matbaa kokusuna. Ve koku ile yıllar yılları kovalamış.

Okul sonrası uğradığı mekândaki çıraklık ustalık yılları su gibi akıp gitmiş ve sonunda patron olmuş. Ve kurulduğu günden beri aralıksız basılmış İskenderun Gazetesi. Onun ve daha sonra sevgili İlyas’ın ki oda babası gibi okul sonrası bütün zamanını gazetede geçirmiş. İlyas, Helga ve bizler hep birlikte bu günlere geldik. Ve bizlerde en az İlyas ve Rızkullah baba kadar mesleğine bağlı olduğumuz için birlikte geçirdiğimiz yıllar su gibi akıp gitti ayrımında bile olmadık.
Ve 72. yıl kutlamalarında da bir aradaydık. Ve sağlıkla ve sevgiyle işimizi sürdürmeye devam edeceğiz inşallah. Dün konuklarımız vardı kutlamaya gelen, onlara ve mesaj atan, arayan herkese yürekten teşekkürler.

& & & & &
Ve sevgili okuyucularım dünya yanıyor, sanki Beyoğlu’nda kâğıt gibi çöken 4 katlı bina yürekleri ağza getirdi. Yunanistan’daki orman yangınında 50 kişi hayatını kaybetmiş, yaralılar ve buna heder olan ormanı katınca gerçek bir felaket sanki. Bütün ülkenin başı sağ olsun diyorum yaralılara da acil şifalar…
Ve sevgili okuyucularım tatile çıkma zamanı geldi. Ev sabahtan beri açılmış valizler, valize girmeyi bekleyen çamaşırlar… Tabi bu arada dolaplar talan, fırsat bu fırsat deyip giyilen giyilmeyen her şey bir karton kutuya gidiyor, ihtiyaç sahipleri için valla başım dönüyor dönüp durmaktan. Yarın inşallah Gazipaşa’dan yazarım… Şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Bir Öykü
Geçenlerde Stephen Glenn’den ünlü bir araştırmacı bilim adamı hakkında bir öykü dinledim. Bir bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları olmuştu. Bir gazete muhabiri röportaj yaparken kendisine, ortalama bir insandan nasıl olup da daha farklı ve yaratıcı bir insan olduğunu sormuş. Kendisini diğerlerinden ayıran özellik neymiş?
Bilim adamı bu soruyu ”iki yaşındayken annesinin yaşadığı bir deneyim nedeniyle” diye yanıtlamış. Bilim adamı buzdolabından süt şişesini çıkartmaya çalışırken, şişe elinden kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüş. Annesi mutfağa geldiğinde, ona bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak yerine, ”Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın! Daha önce bu kadar büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet, olan olmuş. Şimdi birlikte burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister misin?” demiş.
O da eğilip, oynamış yere dökülen sütle. Birkaç dakika sonra annesi, ”Robert, bu tür bir şey yaptığında, bunu senin temizlemen ve herşeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor musun? Bunu nasıl yapmak istersin? Bir sünger mi kullanalım, bir havlu ya da bir bez mi? Hangisini istersin?” demiş. Robert süngeri seçmiş ve birlikte yere dökülen sütü temizlemişler.
Daha sonra annesi, ”Biliyor musun, burada yaşadığımız olay, senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi. Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi sula doldurup, senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım” demiş. Küçük çocuk şişeyi boğazından iki eliyle tutarsa düşürmeden taşıyabileceğini öğrenmiş. Ne güzel bir ders!
Bu ünlü bilim adamı daha sonra, o anda bir hata yaptığı zaman bundan korkmaması gerektiğini öğrenmiş. Yapılan hataların yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel fırsatlar olduğunu anlamış. İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler de bu temele dayanır zaten. Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden çok değerli bilgiler elde edilir. Bütün anne babalar çocuklarına, annesinin Robert’a davrandığı gibi davransalar çok daha iyi olmaz mı?
& & & & &
Eğitim mi Cibilliyet mi?
Günlerdir Padişahın kafasını kurcalayan bir soru vardır. Acaba eğitim mi yoksa cibilliyet mi önemlidir? Gece gündüz bu soruyu kendi kendine soran Padişah bir türlü tatmin edici bir cevap bulamaz.
Bazen eğitimle en düzeysiz insanların bile adam olacağına kanaat getirir, bazen de tam tersine bir insanın karakteri ne ise onun değişmeyeceğine, insanın her zaman mayasının gereğini yapacağına inanır.
Padişahın bu soruya cevap araması aslında boşuna değildir. Devlet idaresini emanet edeceği memurları veya yöneticileri seçerken, eğitime mi yoksa cibilliyete mi önem vermesi gerektiğini kestirebilmek amacıyla bu soruya cevap aramaktadır.
Bu konuya epeyce bir kafa yorduktan sonra eğitimle birçok sorunun aşılabileceğine kanaat getirir. Ancak yine de kafasında hâlâ birtakım soru işaretleri bulunmaktadır. Bunları gidermek için baş vezirini huzura çağırtır ve ona sorar:
-“Vezirim söyle bakalım, eğitim mi önemlidir yoksa cibilliyet mi yani karakter ve maya mı?”
Vezir doğrusu bu konu üzerinde daha önce çok fazla düşünmüş değildir. Bir çırpıda:
-“Cibilliyet Padişahım” der.
Padişah ona eğitimin daha önemli olduğunu ispat edebilmek için bir plan hazırlar. Önce tellalı çağırtıp, bu ülkenin en iyi hayvan eğiticisini bulmasını ister. Tellal emredildiği üzere Padişah’ın talebini halka ilan eder:
“Ey âhâli duyduk duymadık demeyin! En iyi hayvan terbiyecisine yüz kese altın verilecektir.”
Ülkenin en iyi hayvan terbiyecisini bulan görevliler onu Padişahın huzuruna getiriler. Padişah sorar:
-“Bir kediye tepsiyle servis yapmasını ne kadar zamanda öğretebilirsin?”
-“Altı ayda öğretebilirim Padişahım.”
Altı ay geçtikten sonra Padişah vezirlerini ve devlet adamlarını huzuruna toplar. Hayvan eğiticisi ve kedi de hazır bulunmaktadır. Terbiyecinin talimatı ile kedi tepsiyi alıp servis yapmaya başlar. Kedinin bu yaptığını görenler şaşar kalırlar.
Padişah, vezire eğitimle nelerin başarılabileceğini göstermenin keyfi ile vezire bir kez daha sorar:
-“Eğitim mi önemlidir yoksa cibilliyet mi?”
Vezir bu sefer cevap vermekte acele etmez. Cebinden bir fare çıkartıp kedinin önüne bırakır. Kedi aldığı altı aylık eğitimi unutup fareyi kovalamaya başlayınca bu sefer vezir:
-“Cibilliyet önemlidir Padişahım” der.
Kıssadan Hisse
İnsanın annesinden babasından gelen bir takım karakter özellikleri söz konusudur. Yani insanın bir cibilliyeti vardır. Eğitimle karakter çoğu zaman geliştirilebilir ancak bu da belli bir ölçüde olabilir. Eğer insanın mayasında erdemlere ve faziletlere dair bir şeyler yoksa onu ne kadar eğitirseniz eğitin yine de sağlam bir cibilliyete sahip olmaz.
Belki uzun zaman kendisini gizleyebilir ama eninde sonunda bir şekilde karakterinin, mayasının gereğini ortaya koyacaktır. Mesela yıllardır düzgün bir insan zannettiğiniz bir kimsenin, ufak bir menfaati söz konusu olduğunda neler yapabileceğine şahit olursunuz. Bir insanın cibilliyeti bozuksa ondan artık her türlü kötülük beklenir. Velev ki kendini kırk yıl boyunca hoca olarak lanse etmiş dahi olsa cibilliyetinde hainlik varsa eninde sonunda bunu ortaya döker.
Günün Şiiri
Müjde
Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden.
Çılgın topukları üstünde
Sebepsiz sevincin
Adamın canı dostlara
Güzel haberler götürmek ister
Aksi gibi ne dost var meydanda
Ne de güzel haber
Bedri Rahmi EYUBOĞLU
Ucundan Tutarak…
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin O’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim…” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…
CAN YÜCEL
Günün Fıkrası
Nasreddin Hoca, Bursa çarşısında dolaşırken bir şalvar beğenmiş. Tam alıp gidecekken karar değiştirip geri dönmüş. “-Vazgeçtim” demiş satıcıya. “Sen bunun yerine bana cübbe ver.” Satıcının verdiği cübbeyi alıp giderken satıcı seslenmiş: “Efendi, parasını ödemedin!”
“-Cübbenin yerine şalvarı bıraktım ya” demiş Hoca. Satıcı: “Şalvara da para vermemiştin ki” deyince, Hoca öfkelenmiş: “Ne tuhaf adamsın sen yahu, demiş. Almadığım şeyin parasını mı verecektim bir de!”
Günün Sözü
İlham diye bir kavramın varlığı kesin; önemli olan insanı çalışırken yakalaması.
Pablo Picasso
Erkek çocuk ile babası arasındaki tek fark oyuncaklarının fiyatıdır.
Jurg Weber




