Türkiye’de, seçmenle inatlaşmanın sonuçlarını gösteren, geçmişten bugüne birçok örnek var. HDP belediyelerinde (özellikle Güneydoğu’da) görevden alınan başkanlar sonrası atanan kayyumlara rağmen, halk yine HDP’ye oy verdi. Çünkü seçmen, “Benim iradem gasp edildi” duygusuna kapıldı. İstanbul 2019 seçiminde iptal edilen seçim sonrası Ekrem İmamoğlu’nun oyunu artırarak kazanması da bu algının bir yansımasıydı.
Seçmenin bir kısmı, iradesine müdahale edildiğini düşünürse, bu Ak Parti’ye tepki olarak geri dönebilir. Ak Parti muhtemelen bu hamleleri, “Belediyelerde yolsuzluk, terörle iltisak” gibi argümanlarla temellendirecektir.
Ak Parti’nin kazanma ihtimali için şu şartlar gerekir, mağduriyet algısının yaygınlaşmaması, CHP’nin adaylarının yıpranmış veya yetersiz olması, Ak Parti’nin güçlü, halkla barışık adaylarla çıkması, Genel siyasi (ekonomi, dış politika vs.) atmosferin iktidar lehine değişmesi. Aksi halde seçmenle inatlaşma, geri teper.
Bu tarz müdahaleler seçmenin çoğunluğunda “haksızlık” algısı oluşturursa, Ak Parti değil kazanmak, tersine oy kaybı yaşayabilir. Seçmenle inatlaşma üzerine kurulu bir strateji Ak Parti’ye kolay-kolay seçim kazandırmaz. Ancak medya gücü, aday stratejisi ve rakibin hataları gibi faktörlerle bunu telafi etmesi mümkün olabilir.
*Muhalefete Destek Olarak Dönüyor…
Mevcut görünümde, seçmen iradesine yapılan müdahaleler genellikle tepki doğuruyor. Bu tepki, muhalefete ağırlıklı olarak destek olarak geri dönüyor. “Seçmen iradesini yok saymak” veya halkın oylarıyla seçilmiş kişileri görevden alarak yerine başka kişileri getirmek, Türkiye siyasetinde sadece bir hukuk meselesi değil aynı zamanda bir meşruiyet ve toplumsal güven krizi meselesidir.

Demokrasinin temel ilkesi, seçmen iradesinin üstünlüğüdür. Yani halkın oylarıyla seçilen kişilerin, halk adına yönetmesi… Eğer bu irade, hükümetin hoşuna gitmeyen sonuçlar doğuruyor diye yok sayılırsa, belediye başkanları siyasi gerekçelerle görevden alınırsa (özellikle hüküm giymemişse), bu durumda seçmen şu soruyu sormaya başlar; “Benim oyumun bir anlamı var mı?”
Bu çok önemli ve hassas bir soru. Ciddi şekilde hem sosyolojik hem siyasal sonuçları olan bir mesele… “Seçmen iradesini yok saymak” veya halkın oylarıyla seçilmiş kişileri görevden alarak yerine başka kişileri getirmek, Türkiye siyasetinde sadece bir hukuk meselesi değil aynı zamanda bir meşruiyet ve toplumsal güven krizi meselesidir.
*Seçmen İradesinin Üstünlüğü
Demokrasinin temel ilkesi, seçmen iradesinin üstünlüğüdür. Ak Parti, bu tür adımlarla “güvenliği sağlıyoruz”, “hizmeti aksatmıyoruz” gibi söylemlerle seçmeni ikna etmeye çalışabilir. Stratejik bölgelerde CHP’nin belediyelerini işlevsizleştirerek, hizmet üretimini durdurup, “Bakın bunlar yönetemiyor” imajı yaratmak isteyebilir.
Radikal seçmen açısından “devlet otoritesi”nin sürdürülmesi destek görebilir. Fakat uzun vadede zarar getirme olasılığı yüksektir. Türkiye siyasetinde mağdur olan siyasetçi genellikle oy kazanır. Geçmişi biraz hatırlayalım. 1999’da Merve Kavakçı olayı, 2002’de Erdoğan’ın Siirt’te milletvekili olamaması, 2019 İstanbul seçimlerinin iptali sonrası İmamoğlu’nun oylarını artırması..
*Halkın Cezalandırma Refleksi Var…
Yani halk, “Adaletsizlik yapılıyor” duygusuna kapıldığında, iktidarı cezalandırma refleksi gösterebiliyor. CHP’nin seçmeni şu psikolojiye girer. “Biz milyonlarca oy verdik ama bir bakan, bir imza ile bu başkanı görevden aldı…” Bu duygu yaygınlaşırsa, hem sandığa gitme oranı artar hem muhalefet lehine bir dayanışma oluşur. Bu da Ak Parti’ye oy kaybı olarak döner.

Türkiye’de seçimin kaderini belirleyen %10-15’lik kararsız seçmen grubu vardır. Bu grup genellikle, “Aşırı partizan” olmayan, “Adalet” ve “meşruiyet” kavramlarına duyarlı olan, dengeli ve hizmet odaklı siyaset bekleyen seçmenlerden oluşur. Bu grup, seçmen iradesinin gasp edildiğine inanırsa Ak Parti’den uzaklaşabilir. Mağduriyet hissi doğar, muhalefete yönelme artar. Devlete ve sandığa güven sarsılabilir.
Kararsız Seçmen, Adalet duygusuyla hareket eder, iktidara mesafe koyar. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından eleştiri getirir. Ak Parti’nin önceki söylemleriyle çelişki doğar. Kısa vadede kontrol sağlansa da, uzun vadede seçmen nezdinde meşruiyet kaybı, sandıkta da cezalandırma riski çok yüksek olur.
*Tutuksuz Yargılama
Hukuki, vicdani ve demokratik açıdan bakıldığında henüz hüküm giymemiş belediye başkanları için tutuksuz yargılanma hem daha doğru hem de meşru bir yöntemdir. Bu görüşü destekleyen birçok neden var. Aşağıda bunları hukuk, demokrasi ve toplumsal etkiler bağlamında ayrıntılı şekilde açıklamak isterim.
Anayasa’nın 38. maddesi ve evrensel hukuk kuralları gereği, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz…” Bir kişi -Belediye başkanı da dahil- ancak mahkeme tarafından kesinleşmiş bir karar verildikten sonra suçlu kabul edilebilir. Bu nedenle, hakkında dava açılmış ama henüz mahkeme tarafından suçlu bulunmamış bir kişiye yönelik ağır tedbirler (özellikle tutuklama) istisnai olmalıdır.

Bir belediye başkanı, sıradan bir bürokrat değildir; doğrudan halkın iradesiyle seçilmiş kişidir. Bu şu anlama gelir; Onu yargılamak mümkündür ama onu görevinden uzaklaştırmak, halkın iradesine müdahaledir. Bu müdahale, seçmenin gözünde haksızlık, siyasi kamuoyunda antidemokratik uygulama algısı yaratır.
*Tutuklama, Koruma Tedbiridir…
Tutuklama, ceza değil bir koruma tedbiridir. Aşağıdaki durumlarda kullanılmalıdır: Delilleri karartma ihtimali varsa, Kaçma ihtimali varsa ve Tanıkları etkileme riski varsa. Ancak günümüzde bazı belediye başkanları hakkında açılan davalarda: Somut kaçma riski yok, görevden alınmış ya da uzaklaştırılmış, deliller zaten toplanmış durumda. Dolayısıyla tutuklama, cezalandırma aracına dönüşmüş gibi görünür, bu da hukuken sakıncalıdır.
Halkın oyuyla seçilen birinin, daha dava sonuçlanmadan gözaltına alınması, aylarca tutuklu kalması, belediye yönetiminden uzaklaştırılması, şu algıyı doğurur, “Devlet seçtiğim kişiyi istemediği zaman görevden alabiliyor…” Bu algı, siyasal kutuplaşmayı artırır, halkın devlete olan güvenini azaltır, seçmenin sandığa olan inancını kırar. Bu da uzun vadede demokrasiyi zedeler.
Evet, henüz hüküm giymemiş bir belediye başkanı için tutuksuz yargılanma, hem hukuki hem de demokratik olarak en doğru yoldur. Neden derseniz? Suçluluğu sabit değilse cezalandırılamaz. Görevden alma veya tutuklama, seçmen iradesine gölge düşürür. Aksi durumda hem hukuk devleti ilkesi hem de demokrasi zedelenir.




