Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar yazdan kalma ama içimiz kış. Mehmetçiğimiz Suriye’de savaşıyor. Suriyeliler burada keyif yapıyor. Kilis’e, Reyhanlı’ya füzeler düşüyor, gencecik bir kızımız hayata veda ediyor. Yaralılarımız hastanelerde. Yıkılan evler, gerilen sinirler! Sokakta herkesin gözü önünde adamlar tekme tokat öldüresiye insan dövüyor, motorunda seyir halinde giden genç bir insan kurşunlanıyor. Siyasiler tamda zeytin dalı operasyonunda ilk kez bir araya geldiler derken zeytin dalını bir tarafa bırakıp birbirleri ile yeniden sert diyaloglara giriyor. Vergiler, zamlar bel büküyor. Okullar açıldı, sokaklar yeniden curcuna, bu durumda havalar güzelmiş kime ne içimiz kış.
Okullar açıldı curcuna başladı dedim ama curcuna arttı demem daha doğru olur çünkü sokağa girip çıkan araç sayısı katlanıyor, kaldırımlar yürek yarası. Buradan tekrar, tekrar yazıyorum kaldırımlar boşaltılsın. Ya da kesin bir karar verilsin. Kaldırımlar kimin? Dükkân sahiplerinin jeneratörlerinin, klimalarının, bisikletlerin ve motorların park yeri mi? Ve bazı meslek sahiplerinin sigara içecekleri, kadınların saçını boyayıp fön çekmek için kullanacakları özel alanları mı? Yoksa işlerine, yollarına giden sıradan vatandaşlar için yapılmış kamusal alanlar mı?
Belli ki kamusal alan havayla cıva, adamların özel mülkü hatta ilerisi. Şikâyet ediyorum kardeşim belediye, muhtar kim ilgileniyorsa onlarla. Ya gazeteye gideceğim kaldırımda yürüyecek yer bulamıyorum, caddeden geçmek zorunda kalıyorum her defasında. Kendi sokağında, kendi kaldırımında yürüyemiyorsan nerede yürüyeceksin? Kanatlarımızda yok uçup gidelim (keşke olsaydı) sokakların her iki tarafında zaten araçlar park yapmış, üstelik ikinci üçüncü sırayı bile kapmış, bu durumda caddeden kimler geçsin, araçlar bile geçemiyorken sıkışıp kalan bu araçların arasından… Kaldırmalar dolu, sokaklar dolu, caddeler dolu ve üstelik güvensiz her saniye kör bir kurşuna hedef olabiliriz, magandaların tacizine uğrayabiliriz. Yani abartmıyorum, paranoyak değilim, işin tam gerçeğini yazıyorum, gözümle gördüğüm, şahit olduğum olaylar sizin de bildiğiniz. Kulağıma geliyor Sayın Mete Aslan zamanını özlüyor insanlar. En azından sokakta insanlar infaz edilmiyordu diyerek? Sokakları kazmak, yol yapmakla bitmiyor bu işler önce vatandaşın güveni, rahatı, refahı gelir. Refahtan vazgeçtik güven içinde olalım o yeter, biz en önemlisi güvenimizi yitirdik güzele, doğruya, adalete dair en ufak bir güven kalmadı içimizde. Yalan, dolan, yalakalık, iftira, kayırmacılık, sen-ben durumları hayatımızın odağında… Zaten yoksulluk, işsizlik, savaş hali, düşen füzelerde yaşamını yitirenler canımızı burnumuza getirmiş. Siyasilerin kör tartışmaları valla yaşadığımız bu zaman önceki yaşadığımız zamanları aradığımız bir zaman.
Ve bütün sorunlar bitmiş sanki deniz otobüsleri çıktı şimdi gündeme sevgili okuyucularım. İskenderun’da geçen gün bir toplantı yapıldı. Öncesinde Antakya’da deniz otobüsleri tanıtılmıştı önceki gün de İskenderun’da aynı konu konuşuldu. Hadi hayırlısı olsun diyelim. HBB Samandağ ve İskenderun’dan Mersin Marinaya, Kıbrıs Gazimağusa ve Lübnan Beyrut’a Deniz otobüsü seferleri yapacakmış? Seviniriz. Ama kardeşim daha sokakların durumunu düzeltmediniz, trafik sorunu duruyor, sıradan insanlar her gün Kıbrıs’a gitmiyor, zaten Beyrut’ta ve Lübnan’a da. Gidenlerde atlasınlar uçağa bundan önce yaptıkları gibi. Siz acil sorunları halledin… Daha dolmuşçuların sorunu bekliyor. Daha belediye otobüsü koymadınız, Kıbrıs’ta işiniz ne ya? Yok illa para vermeniz lazımsa demir yollarına önem verin, belediye otobüsleri alın.
Valla her telden çalmak buna denir. Ve yine Nasrettin hoca fıkrası gelir aklıma. Sorununu sorun olduğu yerde değil de dışında aramak. Ve biz bunu hep yapıyoruz. Ana sorun duruyor biz çevresinde tamtam dansı yapıyoruz. Bir gün düzelir miyiz bilmiyorum ama diliyorum. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrım sız. Yase

& & & & &
Toyotome’nin Sevgi’ye Bakış Açısı
Sevgi konusuna, Japon düşünür ve yazar Masumi Toyotome’nin bakış açısı: “Herkes sevilmek ister, ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?” diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor…
Masumi´ye göre, dünyada 3 tür Sevgi vardır. Bunlar, eğer, çünkü ve rağmen sevgi türleridir. Birincinin adı ´Eğer´ türü sevgi: Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor:
Eğer iyi olursan baban annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bağlı sevgi . Karşılık bekleyen sevgi .
Sevenini istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Yazara göre evliliklerin pek çoğu ´Eğer´ türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor.
En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile ´Eğer´ türüne rastlanıyor.
İkinci türe geçiyoruz; ´Çünkü´ türü sevgi. Masumi bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? “Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin” (Yakışıklısın Başarılısın) . “Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler o kadar zengin o kadar ünlüsün ki.”
“Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.”
Yazar ´Çünkü´ türü sevginin ´Eğer´ türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan ağır bir yük haline gelebilir. Zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz egomuzu okşayan hoş bir şeydir. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama aslına bakarsanız “Çünkü” türün “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı “Çünkü” türü sevgi de yük getirir insana.
İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman sevenlerinin artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı yeni gelen kıza içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.
“O zaman Çünkü türü sevgide güven duygusu bulunabilir mi ?” diye soruyor Masumi .
“Çünkü” türü sevgi de gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.
Birincisi “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu.
Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar.
İkincisi de “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse?” endişesidir.
Japon yazar; toplumlardaki sevgilerin çoğu ´Çünkü´ türünde olup bu tür sevgiler kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor.
Peki o zaman gerçek sevginin güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir?
Ve işte sevgilerin en gerçeği. Tabii Masumi ye göre.
Üçüncü tür sevgi benim ´Rağmen´ diye adlandırdığım türdür diyor yazar.
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu.
Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil.
Bu üçüncü tür sevgide insan bir şey beklediği için değil bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda Quasimodo´yu dünyanın en çirkin en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil yakışıklı zengin delikanlı da Esmeralda´ya çingene olmasına rağmen aşıktır. Kişi dünyanın en çirkin en zavallı en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Burada insanın iyi çekici ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına cahilliğine kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor. Farkında olsanız da olmasanız da bu tür sevgi sizin için yiyecek içecek giysi ev aile zenginlik başarı yada senden daha önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olacaksınız?
Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Şu soruma cevap verin” diyor. “Kalbinizin derinliklerinde dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz yiyecek elbise ev aile zenginlik başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? “Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Masumi ; şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?
Arkası Yarın
Günün Şiiri
Ucundan Tutarak…
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin O’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim…” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…
Can YÜCEL
Günün Sözü
Ölmemek elimizde değil ki bizim. İyi yaşamamak beni tek korkutan…
Ömer Hayyam




