Türkiye siyasetinde son dönemlerin ‘en dikkat çekici’ gelişmelerinden biri, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafında yaşanıyor. Yerel seçimlerde alınan başarılı sonuçların ardından parti içinde başlayan dönüşüm, “ortak akıl” ekseninde yeni bir yönetim anlayışıyla devam ediyor. Bu anlayış sadece CHP’nin iç işleyişini değil aynı zamanda muhalefet yapma biçimini ve iktidarın siyasal reflekslerini de derinden etkiliyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in liderliğinde şekillenen bu yeni siyaset tarzı, farklı eğilimleri bir arada tutan, çoğulculuğu önceleyen ve karar alma süreçlerinde kapsayıcılığı merkeze koyan bir yapıyı öne çıkarıyor. Özel’in parti içindeki tüm aktörlere kulak vermesi, yerelden genele uzanan bir danışma ve uzlaşma kültürünü güçlendirmesi, CHP’yi bir anlamda yeniden tanımlıyor.
Bu ortak akıl stratejisi, sadece CHP’nin içyapısında bir iyileşme değil aynı zamanda kamuoyuyla kurduğu ilişki biçiminde de bir güven tazelenmesi yaratmış durumda. Parti, artık sadece eleştiren değil çözüm sunan, yol gösteren, yerel başarıları genelleştirmeye çalışan bir siyasi özne olarak konumlanıyor. Bu durum, iktidar cenahında ciddi bir rahatsızlık yaratı ve yaratmaya da devam ediyor.
*Sadece Önder Sav mı?

Zaman-zaman kamuoyunda bu “ortak akıl” vurgusunun belirli figürlerle örneğin partinin deneyimli isimlerinden Önder Sav ile sınırlıymış gibi gösterilmesi dikkat çekiyor. Ancak bu yorumlar, ortak akıl kavramının doğasına aykırı. Ortak akıl, adı üzerinde, birden fazla aklın bir araya geldiği, farklı görüşlerin sentezlendiği, kolektif bir düşünce ve karar sürecidir. Özgür Özel’in liderliğinde inşa edilen yapı, bir kişiye endeksli değil aksine farklı kuşaklardan, ideolojik zeminlerden ve deneyim alanlarından beslenen bir bütünün eseridir. Yani burada mesele, tek bir aklın değil akılların kurumsallaşmış bir işleyişe dönüştürülmesidir.
AKP iktidarı ise uzun süre dağınık ve parçalı bir muhalefetle mücadele etmeye alışkındı. Ancak bugün karşısında, daha derli toplu, stratejik düşünen, içeride dayanışmayı dışarıda genişlemeyi hedefleyen bir CHP buluyor. Bu değişim, iktidarın manevra alanını daraltıyor ve alışageldiği siyasal üstünlük zeminini sarsıyor.
Nitekim son haftalarda; AKP’nin bazı refleksif hamleleri, yerel yönetimlerin yetkilerinin kısıtlanması, yargı kararlarında tarafsızlık ilkesinin aşındırılması, medyada muhalefete yönelik baskıların artması gibi hamleler bu sıkışmışlığın somut yansımaları olarak değerlendirilebilir. Ancak asıl tehlike, iktidarın bu stratejik kaygılarla daha büyük siyasi hatalar yapma riskinin artmasıdır.
Eğer iktidar, CHP’nin ortak akıl modelini etkisizleştirmek adına daha baskıcı, daha panik halinde ve kurumsal dengeyi zedeleyen kararlar alırsa, bu girişimler muhalefeti daha da güçlendirir. Halk, artık hangi parti konuşuyor sorusundan çok, nasıl yönetiliyoruz sorusuna yanıt arıyor. CHP’nin sunduğu katılımcı ve kurumsal akla dayalı model, bu arayışa daha güçlü bir yanıt üretmeye başladı.
*Zorunlu Bir Erken Seçime Gidilebilir…

Böyle bir tabloda iktidarın hatalı hamleleri, yalnızca siyasal meşruiyetini aşındırmakla kalmaz, kamuoyunda erken seçim taleplerini de gündeme taşıyabilir. Normal şartlarda Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler için belirlenen takvimin değişmesi beklenmezken, siyasal tansiyonun yükselmesi, iktidarın bu baskıyı taşıyamaz hale gelmesine ve “zorunlu bir erken seçim” atmosferine girilmesine yol açabilir.
CHP açısından ise önemli olan, bu ortak akıl stratejisini yalnızca kriz dönemlerinin bir taktiği olarak değil kalıcı bir yönetim kültürü olarak sürdürmektir. Eğer parti bu kapsayıcı, uzlaşmacı ve katılımcı çizgiyi bozmaz; yerel yönetim başarısını genele taşıyabilir ve halkla olan bağını diri tutabilirse, sadece bir seçim galibiyetinden değil bir siyasal paradigma değişikliğinden söz etmek mümkün hale gelir.
Sonuç olarak, Türkiye siyaseti artık yeni bir eşiğe gelmiş durumda. Bir tarafta refleksle hareket eden, zaman-zaman panikleyen bir iktidar; diğer tarafta ortak akılla ilerlemeye çalışan ve adım-adım stratejik üstünlük kuran bir muhalefet var. Bu denge sürdükçe, iktidarın hataya açık alanı büyüyor. Ve o hatalar, muhalefeti sadece öne değil belki de açık ara öne taşıyacak dinamikleri tetikleyebilir.
*Ak Partili Orhan Miroğlu’nun Eleştirileri…
Ak Parti içinde de iktidarın son dönemde yaptığı CHP ile ilgili hatalar açıkça eleştirilir oldu. Ak Parti eski milletvekillerinden Orhan Miroğlu, CHP’deki değişim süreci ve kurultay sonrası oluşan yeni yapıya yönelik değerlendirmesini şöyle yaptı… “Kale artık içeriden ele geçirilemiyor”
Bu cümle, CHP’nin geleneksel yapısının dışarıdan değil içeriden dönüştürülmeye çalışıldığını; ancak bu stratejinin artık işe yaramadığını ima ediyor. ‘Kale’ burada CHP’yi; ‘içeriden fethetmek’ ise partinin içine sızarak onu dönüştürmeyi veya zayıflatmayı ifade ediyor.
‘Kalenin içeriden fethedilmesi için kullanılan Truva atlarıyla sonuç alınamıyor.’
‘Truva atı’ benzetmesi, partinin içine yerleştirilmiş, belki de başka siyasi görüşlere yakın partinin öz değerlerini benimsemeyen figürleri anlatıyor. Miroğlu, bu kişilerin CHP içinde etkili olmaya çalıştığını, ancak bunun işe yaramadığını söylüyor. Yani bu kişilerle CHP dönüştürülemiyor veya zayıflatılamıyor.
‘Bu yöntemler çünkü siyasette, medyada filan kullanılan Truva atlarına bir ekmek kapısı olmaktan öteye gidemiyor!’
*Etkileri Yok Gibi
Burada Miroğlu, bu kişilerin asıl amacının ideolojik bir mücadele değil kişisel çıkar olduğunu ima ediyor. Ona göre bu figürler, sadece siyasette veya medyada yer edinmek, geçinmek amacıyla bu rolleri üstleniyor. Ancak etkileri sınırlı ve kalıcı bir dönüşüm yaratamıyorlar.
Orhan Miroğlu, CHP içinde değişim yaratmak ya da partiyi içeriden dönüştürmek amacıyla ortaya çıkan ‘farklı görüşteki’ kişilerin ve yöntemlerin başarısız olduğunu, bu stratejilerin artık işe yaramadığını söylüyor. Truva atı benzetmesiyle, bu kişilerin samimiyetsiz ve sadece kendi çıkarlarını düşünen figürler olduğunu ima ediyor.
Tekrar yeni döneme gelirsek. Bu yeni dönem, yalnızca liderlerin değil halkın da siyasette nasıl bir gelecek istediğine karar vereceği bir dönem olacak. Ortak aklın yükseldiği, katılımcı demokrasinin güçlendiği bir siyaset mi? Yoksa kontrolü yitirmiş reflekslerle sürdürülen bir iktidar alışkanlığı mı? Bu sorunun cevabı, önümüzdeki dönemin yönünü belirleyecek…





