Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen kendimizi hayatın dışında algılarız. Hayatımız akıp giderken biz neresindeyiz diye düşünmeyiz bile. Sanki akıp giden hayatımız değil de başkasının hayatıymış gibi uzaktan izleriz. Ancak ne zaman bir güzellik sarar içimizi İstanbul’da yeni açan erguvanlar gibi. Komşumuzun kedisi doğurmuş onu izliyorkenki gibi.
Komşumuz yavruları plastik bir leğene koymuş, dört yavru annelerinin memelerine sarılmış hayatı emer gibi süt emiyorlar, anne kedi dünyayı bir tarafa bırakmış kendi dünyasına dönmüş kim bilir şimdi neler umurunda neler hiç umurunda değil. Belki yavrularları ile birlikte bu leğende geçsin ister hayatı, güven içinde kaygısız sevgiyle. Şimdi dünyanın dışında ama er ya da geç o dünyanın içinde bulacak kendini ve minik kediciklerini ama şimdi onu düşünmek istemiyor hayat akıyor dışında o yan dönmüş gururla yavrularını emziriyor. Onlara bakıyorum yukarıdan ve içim kımıl, kımıl oluyor yavrusunu emziren kim olursa olsun bu görüntü kutsaldır ve huşu verir bendenize.
Ve başka yavrular büyüyor hayatı içimde algılatan. Limon ağacımın şimdi pinpon topu kadar olan yavruları her sabah yeniden doğmamı sağlıyor, rüzgar düşürüyor güçsüzleri ama kalanlar hayatı vaat ediyor.
Ve gece yağmurları şimdilerde… Ve Alpay’ın radyoda çalan “Eylülde Gel” şarkısı. Hayatın dışındaymışız gibi sanırken kendimizi aslında tam belinden asıldığımızın kanıtları. Dürümcüden ekmek dilenen yaşlı adamın peşinden koşarken de hayatı belinden kavramışızdır. Gözlerimizden taşarken yaşlar sevgiliye “elveda” derken o zamanda hayatın belinden kavramışızdır.
Ve biz aslında hayatı “anlarla” yaşarken onun dışındaymışız gibi algılarız kendimizi. Çünkü belki hayat aslında budur. Bir içinde bir dışında!
Bu sabah ölüm vardı akımlıda dünden hatta önceki günden kalma. Hayatımda anların tükendiğini sanıyordum. Ama aslında hayat buymuş tamda bu… Bir ölümü dilemek, bir yaşamı çağırmak… Ve belki çokta ciddiye almamak her şeyi… Ya da almak sonuna kadar?
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım bu da hayata dair bir dilek değil mi? Hep birlikte el ele her şeye rağmen. Yase
& & & & &
Rubailer Ömer Hayyam
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da…
& & & & &

Kertenkeleyi Sen mi Yarattın?
Üstad bir gün bize, “Ben tesbihat ve dua ile meşgul olacağım. Siz gidin biraz gezin” demişti. Bu gezinti sırasında bir taşın üstünde bir kertenkeleyi vurup öldürmüştüm. Dönüşte üstad ne yaptığımızı nerelere gittiğimizi sordu. Ben de gezdiğimiz yerleri anlattım. Sonra da bir kertenkeleyi öldürdüğümü söyleyince, Üstad çok üzüldü bana dönerek: “Evini harap etmişsin” dedi.
Ben de, “Bizde 7 kertenkele öldürenin bir hac sevabı kazanacağını söylerler” dedim. Bu defa Üstad; “Otur da konuşalım. Kim haklı kim haksız? O hayvan sana saldırdı mı?”
“Hayır!” “Elinden bir şeyini aldı mı?” “Hayır!” “O hayvanın rızkını sen mi veriyorsun?” “Hayır!” “Senin mülkünde mi, arazinde mi geziyordu?” “Hayır!” “O hayvanı sen mi yarattın?” “Hayır!” “Bu hayvanların niçin yaratıldığını biliyor musun?” “Hayır!”
“Bu hayvanı yaratan Allah, senin öldürmen için mi yarattı? Sana kim öldür dedi. Bu hayvanların yaratılışında binlerce fayda ve hikmet var. Onu öldürmekle hata etmişsin” dedi.
Günün Şiiri
Günyenisi Küçük Kız
Bir park kanepesinde oturuyorum deniz
kıyısındaki, burnumda tütüyor
günyenisi küçük kız, bir çocuk kadar
suçsuzum onu sevmekle, bunun için
ilgileniyorum kırgın çiçeklerle
Baktıkça resmine gül açılıyor parmak
uçlarımda, ne çok istiyorum onu
gün eskiten gözleri değdikçe günebakanlara
nasıl da yakıştırıyorum günebakanları
gözlerine
Serçelerle, evet serçelerle geçiyorum
ara sokaklardan, oyun oynuyor toz
duman içinde çocuklar, geçiyorum
içimde hüzne benzer bir duyguyla
Şimdi şuradan koşuyorum
kuşlar kalkıyor koştuğum taşlıklardan
bir aldanış mı yaşadığım yoksa
bilmiyorum ne kadar koşabilirim
eskimez yeşil pabuçlarla gelen aşka
Ey serçe gölgeleriyle lekeli ara sokaklar
nasıl da sendeliyor kalbim küçük
bir kız için, yürüyüp gidiyorum yüzümü
bir Akdeniz çiçeğine gömerek
Sevincimi bozuk paralar gibi dağıtıyorum
Ahmet Ada
Unutmak Yok
“Nerelerdeydin” diye sorarsan,
“Hep eskisi gibi” diyeceğim;
Toprağı örten taşlardan söz edeceğim
Ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan
Ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.
Gerilerde kalan denizi bilirim… bir de ağlayan ablamı
Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?
Neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda… neden ölüler!..
“Nereden geliyorsun “diye sorarsan
bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım
ağzı zehir gibi yakan araçlarla
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle…
Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil
yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller
ve yapraklarından sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün
İşte menekşeler, işte kırlangıçlar
bize sevinç veren ne varsa
geçici ve küçük duyarlıkların
yan yana göründüğü küçük kartpostallarda
ama bu sınırın ötesine geçmeyelim
dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu…
Ne karşılık vereceğimi bilemem
öyle çok ki ölüler
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller
ve öyle çok ki unutmak istediklerim.!…
Şili’li ozan Pablo Neruda….
Günün Fıkrası
Amerikan Delegesi Hanımefendi kürsüye gelmiş… “Geçen yılın kararlarını aynen uyguladım. Eve gider gitmez kocama: ‘Bundan sonra temiz çamaşır istersen kendi çamaşırını kendin yıka. İşte makine orda…’ dedim. İlk gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün bir baktım, makinenin başında sadece kendi çamaşırlarını değil, benimkileri de yıkıyor.” Alman Delegesi söz almış, arkasından.. “Ben de kararımız gereğince kocama: ‘Bundan böyle temiz tabakta yemek istiyorsan kendi bulaşığını kendin yıka’ dedim.. Birinci gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün baktım, makinenin başında sadece kendininkileri değil, benim bulaşıklarımı da yıkıyor.” Üçüncü konuşmacı bizden feminist kardeşimiz… “Türkiye’ye döner dönmez kararımız gereğince kocamla konuştum. Ona dedim ki: ‘Bundan böyle yemek yemek istiyorsan, kendin pişirmen gerekecek. İşte mutfak orada…’ dedim. Birinci gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün sol gözüm biraz açılır gibi oldu, hafiften görmeye başladım…”
Günün Sözleri
Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.
AIbert EINSTEIN
Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.
BAILEY
Ne kadar yükselirsen, uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün.
NIETZCHE




