Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Şehit haberleri yüreğimizi dağlamaya devam ediyor. Acıdan büklüm büklüm oluyoruz. Bir yandan da Mehmetçiğin başarıları ile göğsümüz kabarıyor. Dualarımız gece gündüz hatta gecenin bir yarısı uyandığımızda da onlarla. Dileriz bu savaş tez barışla sonuçlanır. Şehitlerimize Tanrıdan rahmet diliyoruz, mekânları cennet olsun, yaralılara acil şifalar ve ailelerine baş sağlığı diliyoruz. Vatan sağ olsun. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalalım ayrımsız gayrımsız… Yase
& & & & &
Baba
Çok eski zamanlardan birinde kötü bir adet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış. Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış.
İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış.
İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da : “Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım?” demiş.
Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış.
Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş: “Hastaları iyilerden ayır. Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap.” Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış. Çoğu kurtulmuş.
Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, o sene de köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş: “Köyde hayvan çok azaldı. Senin de fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme.” Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış. Ama ihtiyarin öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.
İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış. Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsulünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt vermiş: “Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin.”
Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş. Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar. Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış.
Köylüler genci krala şikayet etmiş. Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış. Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış. “Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler var.”

& & & & &
Eğitim mi Cibilliyet mi?
Günlerdir Padişahın kafasını kurcalayan bir soru vardır. Acaba eğitim mi yoksa cibilliyet mi önemlidir? Gece gündüz bu soruyu kendi kendine soran Padişah bir türlü tatmin edici bir cevap bulamaz. Bazen eğitimle en düzeysiz insanların bile adam olacağına kanaat getirir, bazen de tam tersine bir insanın karakteri ne ise onun değişmeyeceğine, insanın her zaman mayasının gereğini yapacağına inanır.
Padişahın bu soruya cevap araması aslında boşuna değildir. Devlet idaresini emanet edeceği memurları veya yöneticileri seçerken, eğitime mi yoksa cibilliyete mi önem vermesi gerektiğini kestirebilmek amacıyla bu soruya cevap aramaktadır.
Bu konuya epeyce bir kafa yorduktan sonra eğitimle birçok sorunun aşılabileceğine kanaat getirir. Ancak yine de kafasında hâlâ birtakım soru işaretleri bulunmaktadır. Bunları gidermek için baş vezirini huzura çağırtır ve ona sorar: “Vezirim söyle bakalım, eğitim mi önemlidir yoksa cibilliyet mi yani karakter ve maya mı?”
Vezir doğrusu bu konu üzerinde daha önce çok fazla düşünmüş değildir. Bir çırpıda: “Cibilliyet Padişahım” der.
Padişah ona eğitimin daha önemli olduğunu ispat edebilmek için bir plan hazırlar. Önce tellalı çağırtıp, bu ülkenin en iyi hayvan eğiticisini bulmasını ister. Tellal emredildiği üzere Padişah’ın talebini halka ilan eder: “Ey âhâli duyduk duymadık demeyin! En iyi hayvan terbiyecisine yüz kese altın verilecektir.”
Ülkenin en iyi hayvan terbiyecisini bulan görevliler onu Padişahın huzuruna getiriler. Padişah sorar: “Bir kediye tepsiyle servis yapmasını ne kadar zamanda öğretebilirsin?”
“Altı ayda öğretebilirim Padişahım.”
Altı ay geçtikten sonra Padişah vezirlerini ve devlet adamlarını huzuruna toplar. Hayvan eğiticisi ve kedi de hazır bulunmaktadır. Terbiyecinin talimatı ile kedi tepsiyi alıp servis yapmaya başlar. Kedinin bu yaptığını görenler şaşar kalırlar.
Padişah, vezire eğitimle nelerin başarılabileceğini göstermenin keyfi ile vezire bir kez daha sorar: “Eğitim mi önemlidir yoksa cibilliyet mi?”
Vezir bu sefer cevap vermekte acele etmez. Cebinden bir fare çıkartıp kedinin önüne bırakır. Kedi aldığı altı aylık eğitimi unutup fareyi kovalamaya başlayınca bu sefer vezir: “Cibilliyet önemlidir Padişahım” der.
Kıssadan Hisse
İnsanın annesinden babasından gelen bir takım karakter özellikleri söz konusudur. Yani insanın bir cibilliyeti vardır. Eğitimle karakter çoğu zaman geliştirilebilir ancak bu da belli bir ölçüde olabilir. Eğer insanın mayasında erdemlere ve faziletlere dair bir şeyler yoksa onu ne kadar eğitirseniz eğitin yine de sağlam bir cibilliyete sahip olmaz. Belki uzun zaman kendisini gizleyebilir ama eninde sonunda bir şekilde karakterinin, mayasının gereğini ortaya koyacaktır.
Mesela yıllardır düzgün bir insan zannettiğiniz bir kimsenin, ufak bir menfaati söz konusu olduğunda neler yapabileceğine şahit olursunuz. Bir insanın cibilliyeti bozuksa ondan artık her türlü kötülük beklenir. Velev ki kendini kırk yıl boyunca hoca olarak lanse etmiş dahi olsa cibilliyetinde hainlik varsa eninde sonunda bunu ortaya döker.
Günün Şiiri
Vazgeçemediğim
Bir ayna bulundur yanında benim için
Görmemi sağla unuttuğumda yaşlı yüzümü
Çekilsin taşkın sularım yeniden göletine
Dokundurmasın beni el değmemiş güzelliğine
Kapat güneşime perdelerini yapabilirsen
Işığı söndür başlat bir yangını giderken
Şimdiden acılarlayım güz bahçesi yüreğim
Hazırım bekliyorum bir hüznü ağırlamaya ben
Ne zaman onaracaksın yanılgının yıktığını
Dağlarına bir gün karlar yağdığında mı?
Baş kaldırmayacak mı kardelenlerin karakışa
Düşledim seni hep ben çiçeklerle kuşlarla
Yazık öpmemişsin hiç sevdanın dudağını
Bırak dokunsun gözlerim güzelliklerine
Tutayım kuşkanadı ellerini sevinsin ellerim
Solmasın koklanmadan o gül orada öylece
Günüdür bitti artık delibozuk ilkyaz düşleri
Uyandım karlar yağmış üstüne kasımpatılarının
Kurtuldu sonunda koruyamadığımız kimsesiz sevgi
Dinliyorum içimde şimdi acının nal seslerini
Yaşayabilecek misin türküsüz bir yalnızlıkla
Dayanabilecek mi yokluğuna benim yorgun yüreğim
Oysa sevincimdin bir zamanlar rastlaşmada
Bir sevgili dosttun ortağımdın yaşamı paylaşmada
Bedrettin AYKIN
Yalnızlığın Evi
Gerçek adresim sanki
Bir yalnızlığın evi
Gömülmeden o sulara götür
Yeni bir ilkyaza beni
Kapısı numaralı odalarda
Kimliği kayıtlara geçmiş
Gözaltında bir sanık gibi
Ne çok geceler geçirdim
Bilsen uykusuz sensiz
Soğuk birer sığınakta üşürdüm
Ellerinin değmediği o evler
Giderdim kaçarcasına erkenden
Sarılıp beni öpemeden
Kanayan yeni yalnızlıklara
Bedrettin AYKIN
Günün Sözü
Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
Seneca
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Mevlana
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz
William BLAKE
Yapabileceğini düşünen yapabilir, yapamayacağını düşünen yapamaz. Bu değişmez ve tartışılmaz bir kuraldır.
Pablo PİCASSO




