Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dünya huzursuz, korku ve kuşkuyla dönmeye devam ediyor. Her taşın altından bir terör saldırısı çıkıyor. Arabistan’daki iç huzursuzluk ve Prensleri taşıyan helikopterin Yemen tarafından düşürülmesi. ABD’de son günlerde artan saldırılar ki yalnız bu saldırılardan yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Hatta ABD Teksas’taki kiliseye yapılan saldırının ardından halka sokağa çıkmaması tavsiye edildi.
Terörün ve huzursuzluğun girmediği ülke kalmadı gibi! Dünya ektiğini biçiyor diyeceğim ama içim acıyor, suçsuz yere can verenler için ve hiç birimizin garantisi yok gibi?
Bu geçici, büyüleyici güzellikteki dünyada güzel güzel yaşamak varken neden sürekli kavga eder bu en güzel vasıfla yaratılmış insanlar?
Şu an TRT belgeselde Ayvalık’ta “Bir Nergis Bir Leblebi Bir Ayvalık” belgeselini izliyorum bir yandan yazımı yazarken. Adalardaki nergis bahçelerinin kokusu burnuma kadar geliyor. Nergisler toplanıyor, demetleniyor, satışa çıkıyor, leblebiler harlı kumlu kaplarda kavruluyor. Nefis bir çekim, sanki sinema filmi; onlar bu kadim adalarda bu kadar doğal ve zorluk içinde yaşarken bir başka Dünyada yaşıyorlar sanki. Terörden, hırstan, kinden uzak… Keşke hepimiz böyle yaşayabilseydik.
& & & & &
Ve Karaman Kız öğrenci yurdu, siyah giyimli Arapça konuşan sapık dehşeti ile çalkalanıyor. Haberi izlerken gülmek mi ağlamak mı lazım bilemedim.
Ve sevgili okuyucularım. Aynı zamanda şiir okuyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar şiirleri, her zaman bu şiirlerle büyüleniyorum ve dünyadan kopuyorum. Dünya kendini yok etmeye devam etsin biz bu arada şiir okuyalım. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla sevgiyle birlik ve berberlikle kalalım. Ayrımsız gayrımız. Yase

Ve Biraz Düşünelim
Kum Üstüne
Bir adam; öbürüne ”Uzun zaman önce, deniz yükseldiğinde, değneğimin ucu ile kum üstüne bir dize yazdım. İnsanlar hala durup okurlar. Ve hiç hiçbir şeyin onu silmemesine özen gösterirler” dedi.
Öbür adam; “Bende kum üstüne bir dize yazdım ama sular alçalmıştı engin denizin dalgaları da onu silip geçti ama söyle bana sen ne yazmıştın?”
Birinci adam; “Ben var olanım, diye yazdım. Peki, sen ne yazmıştın?”
İkincisi dedi ki “Ben şu koca okyanusun bir damlasıyım yalnızca” bunu yazdım.
Halil Cıbran
& & & & &
İki Heykel
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.
Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti.
Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: “Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.”
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.
Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.
Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.
Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı: “Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim”
Günün Şiiri
Sen ve Ben
İçme, ilk yudumda zehirler seni
Bahtın kadehime döktüğü şarap.
Her akşam koynunda uyutur beni,
Her sabah alnımdan öper ızdırap.
Sen, yirmi yaşında bir baharsın ki
Gölgende neş’enin rüzgârı eser.
Düşünen alnımda benim her çizgi
Baharı olmayan bir kışa benzer
Sana ufuklar “Gel!” diye bağırır,
Ellerinde çiçek haykırarak
Seni gür sesiyle hayat çağırır,
Beni de çiğneyip geçtiğin toprak…
Ahmet Hamdi Tanpınar
Mavi, Maviydi Gökyüzü
Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı…
Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller.
Beyaz, beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgar
Ve uykusu çiçeklerin.
Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde…
Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.
Kim bilir şimdi nerdesin?
Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Leyla
Bu akşam rüyamda Leyla’yı gördüm
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma
Bu akşam rüyamda Leyla’yı gördüm.
Leyla… Ela gözlü bir çöl ahusu
Saçları bahtından daha siyahtır.
Kurmuş diye sevda yolunda pusu
Döktüğü gözyaşı, çektiği ahtır.
Leyla… Ela gözlü bir çöl ahusu.
Bir damla inciydi kirpiklerinde,
Aşkın ızdırapla dolu rüyası
Bir başka güzellik var kederinde
Bir başka alem ki ruhunun yası
Sessiz incileşir kirpiklerinde.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Kış Bahçesi’nden
Ne güzeldi o kış bahçesinde
Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu
Sana bir bahar hazırlamak için.
Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi
Hüzne ve hülyaya gömülmüş
Doğmamış çocuklara
Ninni söylüyorlardı sanki…
Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava
İyi mayalanmış hamur gibi
Gizli nabızlarla atıyordu toprak
Ahmet Hamdi Tanpınar
Günün Sözü
Daha iyi olanı değil, sana kendini daha iyi hissettireni seçmelisin.
Eric Fromm
Kalbi kırdıktan sonra gelen özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir. İhtiyaç kalmaz.
Pablo Neruda




