Tatil Sonrası

0
116

Günaydın sevgili okuyucularım, uzun bir bayram tatilden sonra nasılsınız? Dilerim bayramınız güzel geçmiştir. Bayramlar aslında ömrümüzün özel günleri, birleştirici, sevindirici günler, ancak… Yoldan gelenler ve yola gidecekler için artık korkutucu olmaya başladı… Yoğunlaşan, sıkışan trafik ve  ardından gelen kazalar herkesi derinden etkiliyor, korkutuyor, ürkütüyor. Ve şahsen ben deniz “bayramdan en az bir hafta önce gelin” diyorum sevdiklerime.

Diyorum demesine ama işler güçler uymuyor tabi söylemlerimize. Herkes bana “olmaz” diyerek çıkıyor yola, herkes kaza yapabilir ama biz yapmayız bizim başımıza gelmez gibi. Ne diyelim bilmiyorum ki? “Olacak olur” diyip paçayı kurtarmakta doğru değil. Dikkat edin demekte komik! Yani artık kuralları hafızlamadan yola çıkan  var mı ki Allah aşkınıza?

Değiştirmediğimiz için gerçekleri bütün yaralı ve hayatını kaybedenlere buradan ancak geçmiş olsun ve başsağlığı dilemekle yetinmek zorunda kalıyoruz her defasında ve dilemek Allah’tan “kazadan beladan koru” diye. Oysa insan kendini korumakla yükümlü kendini korumayanı kimse korumaz diye biliyorum.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım bir ay oruçtan sonra kendimize soruyoruz, orucu nasıl tuttuk, orucumuz acaba kabul olur mu, bunca karışıklık, bunca haksızlık, bunca kan revan içinde? Nasıl oruçtuk, kimsenin vebali üzerimizde değil miydi acaba? Şehitlerimizin örneğin. Gencecik yaşta ölüme gidenlerin…

Valla masum değiliz hiç birimiz. Ve ne yazık ki ramazan ayı bizi dilediğimiz huzura ne yazık ki yaklaştırmadı bile… Çünkü hiçbir şey bir saatliğine bile durmadı, kazalar, patlamalar, kadın cinayetleri, çocuk kaçırmaları hız kesmeden devam etti ve hala süren katliamlar ve kutladığımız bayram!  Çokta bayrama benzemedi doğrusu, bayramı kutlayacak hal da bırakmadı ki, üzerimizde üzüntüden, acıdan ve tedirginlikten. Ancak her şeye rağmen hayat devam ediyor  ve en azından sevdiklerimizle birlikte olmak bayramın en büyük hediyelerinden biriydi. Düşününce Suriyeli mültecileri ve sevdiklerini yitirenleri… Bu yüzden birbirimize her zamankinden daha sıkı  sarıldık…

Ve biz böyle birbirimize kelepçelendikçe ve sarıldıkça ve sağduyu sahibi oldukça diliyorum ki hiçbir zaman onlara benzemeyiz.

Ve sık, sık yinelediğimiz Atatürk’ün ölümsüz sözü “yurtta sulh cihanda sulh” sözüne inandığımız ve bu doğrultuda düşündüğümüz müddetçe de komşularımıza benzemeyiz. Dilerim yani! Yoksa onlardan beter olabiliriz! Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız. Yase

Ve sevgili okuyucularım sizinle bir başarı öyküsünü paylaşmak istiyorum…

İşçi Olarak Girdiği Fabrikanın Ortağı Oldu

Babasının ‘Kız çocuğu okumaz’ düşüncesi nedeniyle ilkokuldan sonra kendini iş hayatında buldu… Bir yandan çalıştı, bir yandan okumaya devam etti… Ve genç yaşında çalıştığı fabrikanın ortağı oldu… İşte bir kadının azimli başarı öyküsü…

Babasının ‘Kız çocuğu okumaz’ düşüncesi nedeniyle birincilikle bitirdiği ilkokuldan sonra, 12 yaşında boyunun bile yetişmediği ayakkabı tezgahının başına geçerek ailesinin kısıtlı bütçesine destekte bulunan 31 yaşındaki Arzu Levent, bugün çalıştığı fabrikanın ortağı oldu. Ortaokulu dışarıdan bitirip Açık Lise’ye devam eden Levent, fabrikayı tek binadan 5 binaya, çalışan işçi sayısını 10’dan 70’e çıkarsa da çocukluk hayalinin üniversitede hukuk okuyup hakim olmak istediğini söyledi.

İşsizlik nedeniyle 27 yıl önce Gaziantep’ten İzmir’e göçen yoksul bir ailenin 5’i kız, 7 çocuğundan biri olan Arzu Levent, Işıkkent İlkokulu’nu birincilikle bitirdi. En büyük isteği, adalet duygusu nedeniyle hakim olmaktı, ancak ortaokula gidemeden soluğu boyunun bile yetişmediği ayakkabı tezgahında aldı. “Kız çocuğu okumaz” diyen baba aileyi geçindirmekte zorlanınca Arzu Levent, 12 yaşında Işıkkent’te ‘Şirin Bebe’ ayakkabı fabrikasının paketleme servisinde çalışmaya başladı. İlkokul öğretmeninin, aileye ‘Eğitim masrafları bana ait, kıymayın çocuğa çok başarılı, okutun’ uyarısına rağmen babası ikna olmadı.

Arzu Levent, fabrikanın sahibi Mustafa Akkaşlı’nın çocuk acısını başarılarıyla unutturmaya çalıştı. Bugün 72 yaşında olan Akkaşlı, çocukken geçirdiği kaza nedeniyle sakat kaldı, çocuğu olmayınca evlat edindi. Evlatlığı 12 yaşında okulun havuzunda boğuldu. Çocuğunu kaybettiği yıl, 12 yaşındaki Arzu Levent fabrikaya iş başvurusunda bulundu. Akkaşlı bu kez ölen çocuğun ağabeyini evlat edindi. Bugün 35 yaşında olan Hüseyin, ailenin soyadını taşıyan tek evladı, fabrikanın da satış müdürü oldu. Arzu Levent ise, 19 yıl önce paketleme servisinde işe başladığı fabrikanın ortağı olurken halen ‘Genel müdür’ koltuğunda oturuyor. Arzu Levent, ortaokulu dışarıdan bitirdikten sonra, Açık Lise’ye kayıt yaptırdı. Levent, ayrıca yabancı dil kursuna gitti, mesleki eğitimlerin hepsini aldı. Arzu Levent, tek binadan oluşan fabrikayı, 5 binaya, çalışan işçi sayısını 10’dan 70’e çıkardı. Kadınlara pozitif ayrımcılık yaptı. Yılda 300 bin bebek, çocuk ve genç ayakkabısı üreten, 5 milyon liralık ciroyu yöneten, üretimin yarısını ihraç eden, yurtdışı fuarlara giden Levent, azmi ve çalışkanlığı ile babasına kız çocuklarının da en az erkekler kadar değerli olduğunu gösterdi. Evlenip çocuk sahibi olan Levent, 8 yaşındaki kızına ’Nehir’ adını verdi ve ona önce vicdanlı olmayı öğretti. Yeğenlerini okuttu, kız kardeşlerine istihdam sağladı.

Arzu Levent, ’film gibi’ dediği hikayesinde başrol oyuncusunun ’amca’ dediği Mustafa Akkaşlı olduğunu söylerken şöyle konuştu: “O bana inanmasa, güvenmese yapamazdım. Hatalarımda kafama çok kalıp yedim ama başarılarımı da hep ödüllendirdi ve beni yüreklendirdi. Dik durmayı, çözüm bulmayı ondan öğrendim. Şimdi fabrikada kasanın anahtarı bende durur. Mal alımı, satış kontrolü, muhasebe, her alanla ilgiliyim. Fabrikanın boyasından taşına, işçilerin sorunundan ihracata kadar hepsinde emeğim ve sözüm var. Doğu’da hala yaygın olan kız çocuklarına değer vermeme zihniyetinin mağduruyum. Bu kadar başarı bir yana, babamın ’Keşke senin gibi 50 kızım olsa’ sözü bana tüm acılarımı unutturdu. 19 yıl önce Ayakkabıcılar Sitesi’nde çalışan kadın yoktu. Erkek işçiler beni aralarına almazlar, dışlarlar, rahatlarını kaçırdığımı düşünürlerdi. Ben bu işi kadınların da yapabileceğini gösterdim. Kız meslek lisesinin ayakkabıcılık bölümüne kız öğrenciler kayıt yaptırmak istemiyordu, gidip onlara hikayemi anlattım. Okula 28 kız öğrenci kaydoldu.”

Başarı hikayesi yazan Arzu Levent, bütün bunlara rağmen çocukluk hayalinin peşinden gidip, üniversitede hukuk okuyarak hakim olmak istediğini söyledi.

Günün Şiiri

Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana

Anlatamam derdimi dertsiz insana

Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez

Derdim bana derman imiş bilmedim

Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz

Gülü yetiştirir dikenli çalı

Arı her çiçekten yapıyor balı

Kişi sabır ile bulur kemali

Sabretmeyen maksudunu bulamaz

Ah çeker aşıklar ağlar zarınan

Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan

Çağlar deli gönül ırmaklarınan

Ağlar ağlar göz yaşların silemez

Veysel günler geçti yaş altmış oldu

Döküldü yaprağım güllerim soldu

Gemi yükün aldı gam ilen doldu

Harekete kimse mani olamaz

Aşık VEYSEL

Unutmak Yok

“Nerelerdeydin” diye sorarsan ,

“Hep eskisi gibi” diyeceğim;

Toprağı örten taşlardan söz edeceğim

Ve sürdükçe kendini harcayan ırmaktan

Ben yalnız kuşların yitirdiklerinin bilirim.

Gerilerde kalan denizi bilirim… bir de ağlayan ablamı

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler?

Neden günler yeni günleri izliyor?

Neden koyu bir gece birikiyor ağızda… neden ölüler!..

“Nereden geliyorsun “diye sorarsan

bölük pörçük sözcüklerle konuşmak zorundayım

ağzı zehir gibi yakan araçlarla

çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla

ve avutamadığım yüreğimle…

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz

unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil

yaşlarla kaplı yüzler / boğazımıza yapışan eller

ve yapraklarından sıyrılan şey:

aşınmış bir günün karanlığı, acıyı kanımızla tatmış bir günün

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar

bize sevinç veren ne varsa

geçici ve küçük duyarlıkların

yan yana göründüğü küçük kartpostallarda

ama bu sınırın ötesine geçmeyelim

dişlemeyelim sessizliğin çevresindeki kabuğu…

Ne karşılık vereceğimi bilemem

öyle çok ki ölüler

ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler

ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler

ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller

ve öyle çok ki unutmak istediklerim!

Şili’li ozan Pablo Neruda

Günün Sözü

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.

Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,

dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here