Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Nihayet özlenen yağmur yağmaya başladı ama aptal ıslatan cinsinden olmasına rağmen yollar şimdiden su ve çamur deryasına döndü. Şu rögarları bir türlü doğru yere yerleştirmediler. Bu kadar zor mu onları doğru düzgün yerleştirmek, valla anlaşılır gibi değil! Kaldırımlar kırık dökük, sahildeki kaldırım taşlarını milyon kez yazdık ama tabi yine biz okuduk birçok yerde o taşlar kırılmış, çökmüş, yerinden çıkmış, önüne gelen orada takılıyor! Merak ediyorum bu işler yapılırken öncelikli yerler seçilmez de neden düzgün olanlar önce kırılıp yeniden yapılır? Neyse zaten bizim aklımız birçok şeye ermiyor, buna da ermesin canım.
Hanım hanımcık oturup Hint ve vurdulu kırdılı diziler izleyelim. Örneğin “Siyah beyaz aşk”. Vurdulu kırdılı diziler demişken örnekleri artıralım. Sahildeki ilan tahtalarını gördünüz mü? Bilmem ne TV’nin tanıtım afişleri asılmış. Tüyler ürperten cinsinden.
İlk gördüğümde “herhâlde yanlış okudum” dedim; dönüşte yakından baktım yine inanamadım kendime, sonra yine baktım “yok artık” dedim; o kadarda değil yani resmen okuduğum gibi işte. “Kinini bilmeyen namusunu bilmez” bir diğeri. “Seni pis ederim” “Bu mahalle benim” “Bari acı çekmesin.” Bu ne ya, bu nasıl bir şiddet, kin ve öfkeye çağrı, nasıl bir dizi bu? Birde günlerdir inmedi ve hala bugün bile gördüm duruyor o afişler… Çocukları, gençleri sözde şiddetten, kötü alışkanlıklardan korumaya çalışacağız, bu billboardlar asılıyken TV’ler 7-24 şiddet içerikli filmler, diziler gençlerin gözüne, gözüne sokulurken nasıl olacak bu?
Şu anda haberlerde gösteriyor. Gençler milyonluk arabaların üzerinde cirit atıyor, birinden çıkıp diğerinden atlıyorlar. Allah bilir hangi diziden etkilenmişler? Ve örnekleri vermeye devam edersek sayfalar dolar. Bendeniz diyorum ki bizler sürekli sorunların etrafında dolaşırız, sorununun tam içine bir türlü giremeyiz, bu yüzden işlerimiz yarım yamalak olur aynen sokaklara konan rögar kapakları gibi.

& & & & &
Ve 1. İskenderun Kitap Fuarının son gününde yoğun bir kalabalık vardı sevgili okuyucularım, nerdeyse adım atacak yer kalmıştı. Bütün yayınevlerinin önünde kuyruklar oluşmuştu, kitaplara şöyle bir bakanlar, yalnızca eleyip bırakanlar ve hiç bakmadan “şunu bunu ver” diyerek kitap almış olmak için alanlar vardı. Gerçekten kitap arayanlar var mıydı doğrusu kuşkuluyum! Arayanlarda aradıklarını buldular mı acaba? Örneğin bendeniz bulamadım.
Ancak İskenderunlu yazar çizerleri bir araya getirmeyi başaran sevgili Aşır bey sayesinde yeni tanıdığım şair, yazar arkadaşlar sayesinde bir sürü kitabım oldu. Hepsini okuyup sizlere tanıtmak istiyorum. Zaten orada bile okumaya başlamıştım, her kitaptan bir demet. Şiir bendenizin ince kanı, yüreğimi, zihnimi, yerinden oynatmayan söz dizilerine “şiir” diyemiyorum bu yüzdende “şiir” yazmıyorum. Hatta yanına bile uğramıyorum. Bedri Rahmi’ler, Ahmet Haşimler, Ahmed Arif’ler, Cemal Süreyya’lar, Nazım Hikmet’ler varken şiir yazmak yürek ister, doğrusu ve o yürek bendenizde yok. Çok şükür ki kendimin farkındayım…
Ve farkında olduğum diğer bir şeyde sevgili arkadaşım Recep Yıldırım’ın yazı dili. İşte o dil şiir damıtıyor tek kelime ile. Ve ön yargılı olmak için yeni tanıdığım ve anında kaynaşıp dostluğa ilk adımlarımızı attığımız arkadaşların şiirlerine bir bakayım dedim. Ve baktığıma değdi doğrusu.
Örneğin Vasi Köse arkadaşımızı sizlere kısaca tanıtmak istiyorum.
Vasi bey, mesleğe Kırıkhan’da çıkan Kırıkhan Gazetesine Yazı İşleri Müdürü olarak başlamış. Sonra sırası ile Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet Gazeteleri ile CNN Türk, NTV, Star, Kanal D, TRT ve Anadolu Ajansı Muhabirliği yapmış, 2006 yılından beri Hatay Kültür ve Keşif Dergisinde yayın koordinatörü olarak çalışıyor ve yazı yazıyor. Şiir ve öykü dışında Hatay tarihi özellikle Hatay’daki Ermeniler, Kırıkhan Amanos Dağlarındaki, Halk Ozanları, Kırıkhan yemekleri gelenek ve görenekleri üzerine çalışmaları var. Yaklaşık 40 halk ozanı ile ilgili çalışmaları devam ediyor. Vasıf Bey’in “Şiirce” adlı şiir kitabının “Kapağına bakınca içini gördüm” dersem abartı sanmayın sakın. Ve heyecanla kitabın sayfalarına daldım.
Önsözler falan hiç uğramadığım alanlar direk girerim kitaba ve karşıma gelen ilk şiir…
Ve sevgili okuyucularım yarın diğer arkadaşlardan şiirlerle devam edeceğim. İlkini yaşadığımız kitap fuarı dilerim gelecek yıllarda daha geniş bir alanda daha geniş katılımlarla gerçekleştirilir. Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
Ve sevgili okuyucularım Abdul Vasi Köse’nin Kırıkhan Olay gazetesinde bir köşe yazısı yüreğe dokunan.

Kelebeğin Ölümü
Denizin kenarındayım. Masada üç kişiyiz. Hava sıcak. Denizde ufak ufak kıpırtılar. Keldağ her zamanki yerinde dimdik duruyor. Bir tekne yolunu şaşırmış kumların üzerinde denizle buluşacağı günü bekliyor. Hasırdan gölgelikler kum üzerinde gölgelerini gezdiriyor.
Nene ayakkabılarını çıkartıp o ateş gibi kumların üzerinden yürüyerek deniz kenarına geçmek istiyor. İsmail “Ey Vasi” diye başlıyor anlatmaya.
Nene sıcak kumlara dayanamıyor. İsmail anlatmaktan vaz geçmiyor bana Samandağ’ı. Ah diyorum. Ah be zaman! Sen ne yaman bir şeysin böyle.
Beyaz bir kelebek dışarı çıkmak için çırpınıyor. Buraya nereden geldi, nasıl geldi bilmiyorum. Başlıyorum fotoğraflarını çekmeye. Elim deklanşörde basılı tutuyorum. Camla mücadele ediyor adeta. Dışarı çıkmak istiyor gibi. Bir karış beriye gelse dışarıya çıkacak. Rüzgâra bıraksa kendini kim bilir nerelere gider. Ama inadına küçük bir alanda çırpınıyor. Sonra kanat çırpınışları durdu Kelebeğin. Bir iki hareket daha ve…
Yapıştı pencerenin kanadına. Öylesine durdu. Nene ayakkabısını yeniden giydi ve kızgın kumlar arasında yürüyerek deniz suyunun başladığı çizgiye kadar gitti. Bir kadın ve bir genç erkek kumları geçerek denizin kenarına kadar gittiler.
İsmail domates getirmişti. Arabanın bagajına koymuştuk. Doğal domates ektiğini ifade ediyordu. Haftada bir, bir buçuk ton topluyormuş. Samandağ da tarımsal seraların sayısının arttığını, yılda üç kez sebze üretildiğini anlatıyor. Ben kelebeğe bakıyorum. Hiçbir hareket yok kanatlarında. Ayakları da hareket etmiyor. Öylesine tutunmuş bir kenarına pervazın.
Nene kumları aşa aşa geldi. Pencereyi geçti. Bir açık çay istedi. Biz de birer çay daha içtik. Az ötede Hızır türbesi. Araçlar dönüyor türbenin etrafında. İnsanlar dilek tutuyor. Sevdikleri için dua ediyorlar.
Aklım kelebekte. Elime almak istiyorum. Ama cesaret edemiyorum. Aklım onda. Nene “kalkalım artık” dedi ve kalkıp yola çıktık. Türbenin yanında aracımızı park ettik ve içeri girdik Nene ile. Uzaktaki için dua etmeye başladım, birkaç dua sonrası “kendine neden dua etmiyorsun. Aslında sen en çok duaya muhtaç olansın” dedi iç sesim. Öyle ya. Kaç zamandır yalnız yaşıyorum. Anılarımla, hayallerimle, umutlarımla yaşıyorum.
“Hayırlı ise” diye başladım duaya. Hayırlı ise dileğim yerine gelsin Rabbim. Kendi kendime “Amin” dedim. Antakya’ya doğru yola çıktık. Nene evine gitti. Ben evime döndüm. İsmail domatesleriyle bıraktık. Bu gece fotoğrafları gözden geçirdim. Kelebeklerin fotoğraflarını görünce “Öldü mü?” sorusu içimi kemirmeye başladı. Bir daha baktım fotoğraflara, bir daha baktım.
Kelebekler 24 saat yaşarlar diyor biyologlar. Ben fotoğrafı çektiğimde kelebeğin ölümüne saniyeler sanırım bilemedim. Hayat bu. Kelebeğin ömrü 24 saat. Bizim ömrümüz ne kadar bilen var mı? Bu fotoğraflara baktıkça ömrün anlamını ta yüreğimde hissettim ve kendi kulağıma fısıldadım. “ibret al” iyi yaşamak için ne yapmak gerek bilen var mı?
Hani “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine.” Öyle mi yaşamalıyım. Ah be kelebek ne işler açtın başıma. Şimdi nasıl uyurum. Şimdi nasıl bakarım kelebeklere ve kelebekler gibi yaşayanlara…
“En önemli şey AŞK
Onu doya doya yaşa bir
Ne yapmayı sevdiğini bul ve o sevdiğin şeyi yapabiliyor musun ona bak
Yapamıyorsan boşuna enerjini tüketme, yapabilenler yapsın
Yapabiliyorsan dünyanın en şanslı insanlarında birisin, dilini ısır, kimseye söyleme
Sevdiğin insanlar bul
İşlerini onlarla yapmanın yollarına bak
Hayat; YAP, ET, ÇALIŞ, BAŞARLA geçiyor
Ve bu maraton çok sevdiklerinle geçerse, iş yapmamış sürekli aşk yapmış olursun
Bir kaç kişinin elini sıkı sıkı tut
Onların dertleriyle dertlen, mutluluklarıyla uç, dediklerine kulak ver
Onları kaybetme
Her şey değiştiğinde senin en orijinal halini bilip sevenlere ihtiyacın olacak”
Benim onlara ihtiyacım olacak… Olacak… Olacak…
Ve Kelebeğin Ölümü’ nü bir daha seyretmeyeceğim.
Günün Şiiri
Unuttum
Kaç gün oldu unuttum,
Kapımda kömür,
Ocakta çayım,
Masamda sigaram, evde
Can yoldaşım.
Unuttum.
Kaç yıl oldu unuttum,
Kapımda kilit,
Ocakta aşım
Büromda işim sokakta
Can dostum,
Selamını.
Zorladım gözlerimi,
Yokladım yüreğimi,
Açılan kapılar,
Kapanan perdeler
Ve inan,
Ben kendimi
Unuttum..
Vasi Köse
Çok etkilendim bir anda kendimi unutturan o günlere döndüm! Gözlerim doldu kitabı hemen kapatıp diğerini açtım. Ama aklım orda kaldığı için yeniden şiirceye döndüm.
“Vakit Çok Geç”
Bir hazan vaktidir görünen şu karşımda
Yaprak döker belki Selvilerim.
Onlar değil mi, sabah, sabah ol vakitlerde,
Bir tutam umut, buruk ağlamaklı.
Sensiz akşamları neyleyim diyor kadın…
Perdeler ayırır sokaklarla odayı
Mişli geçmişi örten giz,
Sorgu sual yok bu vakitlerde.
Muhabbet kuşları ötüşür sofralarda
Ben bir türkü tutturum ıslıkla beraber
Gün devrilir,nice dağlar ardından.
Ey derim, ey hüzün,
Vakit çok geç.
Gizler durum gönlümde
Bir buruk acıyı.
Vasi KÖSE
Sevginin Anlamı
Ölüm;
Noktasıdır yaşantının
Nerede
Ne zaman
Nasılı yok.
Sevgi;
Tadıdır birlikteliğin
Yeri
Saati
Süresi yok.
Yaşam;
Bir ölümdür sonunda
Umudu
Havası
Kaygısı yok.
Ölesiye sevmek
Yaşamı,
Dolu,
Diri,
Anlamı yok…
Vasi KÖSE




