Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimlere iki gün gibi az bir zaman kaldı ama bizde de sabır tükendi. Artık bıktık artık sıkıldık valla, bu yaşa geldik böyle acayip bir seçim süreci yaşamadık! Herkes ağzına geleni söylüyor, doğru-yanış günah-sevap kimsenin umurunda değil, sanki savaştayız ve savaşı kazanmak için her yol mubahmış gibi. Gerçekten sıkıldık gerçekten bıktık.
Neyi paylaşmıyorsunuz kardeşim altı üstü bir belediye seçimi ve hepimiz aynı vatanın evlatlarıyız sonuçta; istesek de istemesek de sevsek de sevmesek de kardeşiz ve bizi kimse ayıramaz. Ve hak her zaman yerini bulur. Biraz geç olsa da hak yerini bulacaktır eninde sonunda buna inanıyoruz. Ve en canımız burnumuzda olduğu zamanlarda bu düşünce yüreğimize su serpiyor.
Siyasi dilin acayipliği yetmiyormuş gibi, işsizlik, pahalık, adaletsizlik almış başını gidiyor. Gençler başlarını hangi taşa vuracaklarını bilmiyorlar her yerde depresyon, her yerde maddi manevi sıkıntı. İçte sıkıntı dışta katliam camiler bombalanıyor, yüzlerce Müslüman katlediliyor! Artık bizde azıcık sabretmek ve bu zamanı en sağlıklı bir şekilde geçirmek istiyoruz. Bu yüzdenden resim yapmaya yeniden döndük. Bari öleceksek boya kokusundan ölelim, sıkıntıdan stresten değil diyerek atölyeye kapandık.
Tabi bu arada hayatımızda oluşan kişisel güzelliklerden söz etmekten, azıcık utanıyor olsak ta sözünü etmeden geçemiyoruz. Evet, Zehra ve Boncukcan’ın günlüğü adlı iki kitabımızı imzalamak için okullara gidiyoruz. Ve belki ömrümün en güzel günlerini öğrenciler arsında iken yaşıyorum. O kadar ilgililer, o kadar tatlı, o kadar kafa çocuklar ki zaman dursun istiyoruz onlarla söyleşirken. Cıvıl-cıvıl soruları cıvıl-cıvıl ciddiyetleri ve hep gülümseyen genç sevecen gözleri “işte bu” dedirtiyor.
Valla işimin belki en can alıcı en doyurucu tarafı bu ve bunun için Tanrıya şükrediyorum. Ve sevgili okuyucularım insan işte bu en sıkıntılı anında bile gülümseyebilmek ve hayata sarılabilecek bir şeyler bulur. Buda hayatın armağanı sanırım.
Ve sevgili okuyucularım her ne yaşarsak yaşayalım ama umudumuz yitirmeyelim her gecenin sabahı var her sabah yeni bir yaşam bekliyor olacak bizi unutmayalım. Ve sağlıkla ve sevgiyle kalmaya çalışalım ayrımsız gayrım sız hep birlikte.
Ve şu an yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, dizlerimde bilgisayarım dışarıda yağmurun hışırtısı. Evsiz barksızları düşünmesem mutluyum diyeceğim ama onları ve sokakların halini düşündükçe… Ah adaletin bu mu Dünya?… Yase
& & & & &
İki Kardeş Hikayesi
İki erkek kardeşin hikayesi, birlikte çalıştıkları babalarından kalma çiftlikte geçiyordu. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi. Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü;
-Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de adaletli değil. Ben bekarım ve pek fazla ihtiyacım yok. Kardeşimin geniş bir ailesi var. Onun daha fazla ihtiyacı olur.
O günden sonra bekar olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye itti. Bu arada evli olan kardeş de kendi kendine;
-Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de doğru değil. Ben evliyim, eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Fakat kardeşim yaşlandığı zaman ona bakacak hiç kimsesi yok. İlerde onun daha fazla ihtiyacı olacak.
Böylece evli olan kardeş de her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar. Çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu.
Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken karşılaştılar. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

& & & & &
Kelebeğin Hikâyesi
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam, bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü. Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da, artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden, kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece, bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek, hayatının geri kalanını, kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de, asla uçamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın, Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.
Bu gerçeği öğrendiğinde, hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen, hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey, çabalardır. Eğer Allah, hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi, o zaman, bir anlamda sakat kalırdık. Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman. Ve asla uçamazdık…
Günün Şiiri
Veni, Vidi, Vixi
Değil mi ki o derin acılarımla şimdi
Buna destek olacak tek bir kolda yoksunum
Ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum
Ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle
Anlamalıyım artık : yaşadın yeterince!
Değil mi ki ilkbahar kuşatınca her yanı
Doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı
Bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum
Değil mi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum
Duyarak o en gizli kederi her şeydeki
Değil mi ki ruhumda umudum yenik düştü
Değil mi ki bu güller, kokular mevsiminde
Sevgili kızım benim, içimde, ta derinde
Yalnız senin yattığın karanlığa özlem var
Madem ki öldü kalbim, yaşadım yeterince!
Yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim
Arığım işte orda, burada başak demektim
Yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim
Ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında
Dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim
En iyisiyle yaptım yapabildiklerimi
Ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet g*türdüm!
Sonra acılarıma güldüklerini gördüm
Nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm
Anarak çalışıp çektiklerimi
Tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde
Öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde
Diğer tüm kölelerin alayları içinde
Taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp
Koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse
Şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende
Ötesi darmadağın acılı gömütlerde
Dönüp de baktığım yok çağıran olsa bile
Sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum
Hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce
Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi
Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum
Canımı sıkıp duran o en günücü ağza
Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana
Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha!
Victor Hugo
Bulut mu Olsam?
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık / dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam / gemi mi yoksa?
Balık mı olsam / yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
Nazım Hikmet
Günün Fıkrası
Kaçış Planı
Günün birinde deliler hastanesinden üç deli bir kaçış palanı yaparlar. Plana göre içlerinde birisi yolun sonundaki demir parmaklıklara bakacak, eğer parmaklıklar aşağıdaysa üstünden atlayacaklar eğer yukarıdaysa altından geçeceklermiş. Ertesi gün demir parmaklıklara bakmaya gideni koşa koşa geri gelmiş. Delilerden biri; “-Ne oldu?” demiş. Nefes nefese cevap vermiş; “-Arkadaşlar üzgünüm ama kaçamıcaz.” “-Neden?” “-Çünkü demir parmaklık yok”
Günün Sözü
Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niye bugünden başlamıyorsun?
EPIKTETOS
Yirmi yaşındaki bir insan, dünyayı değiştirmek ister. Yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını bilir.
Clarence S.Darrow




