Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dünya karma karışık toz duman içinde. Bir tarafta doğal afetler, bir tarafta savaş çığlıkları. Kurban bayramına yakın hac farizalarını yerine getirmek için Kabe’de bulunan hacıların sabah namazı kılarken uğradıkları korkunç vinç kazası ve korkunç fırtına ve yiten 100’lerce can. Sanki kıyamet günü. Bu da yetmezmiş gibi İsrail’in yine Mescidi Aksaya giriş çıkışı yasaklaması. Hiç durmayan lanetlik PKK’lıların saldırıları, evlere, yüreklere düşen ateş topları ve hepimiz tümden yangın yerindeyiz ve yüreklerimiz bedenlerimiz alev, alev sanki. Ve bütün bunların arasında seçim telaşı… Tabi bu durumda bizimde kafamız bulutlu önümüzü göremiyoruz ateş içinde yanarken, fikrimiz bizden uzak… Ve hem dünya hem kendi nefsimizle mücadele içindeyiz, yolumuzu kaybetmişiz kör bir kuyuya yuvarlanmış debelenip duruyoruz. Kardeşlik barış diye, diye haykırıyoruz bütün gücümüzle. Yoksa o kuyuda debelenmeye devam edeceğiz.
Ve kendimize şaşırıyoruz. Ne garip? Neden İslam alemi huzuru bulamıyor bir türlü, oysa huzur ve sevgi İslam’ın kendisi… Yoksa yanlış yerde miyiz? Huzuru ve barışı sürekli kendimizden başka yerde aradığımız, İslam’ı yanlış yorumladığımız için mi? Oysa huzur ve barış birbirine sarılmış uysal kediler gibi yanı başımızda, beklerler ki onları görelim dokunalım. Ancak biz körüz görmekten aciziz.
Ve biz körüz kendimize ki, huzuru ve barışı görmeyiz. Huzursuzluğu, kavgayı, ateşi, başköşeye yerleştirip savaş dansları yaparak dönüyoruz etrafında. Nasıl boşa geçen bir zaman ve nasıl bir can kaybı ya Rabbim… Ama hala hiç birimiz ayrımında bile değiliz…
Oysa hepimiz bir dünyayız. Gerçek ve eksiksiz bir dünya kendi içimizde dolaşmaya çıksak, kendi dağlarımızı, taşlarımızı, köy kuyularımızı, yanardağlarımızı, çağlayan sularımızı tanısak, gizli hazinelerimizi bulmaya çalışsak, ayrım gayrım, fitne fucur uğramazdı yamacımıza izin vermezdik. Ancak bizim, kendi olağan üstü geniş dünyamızdan haberimiz bile yok. Bildiğimiz dış dünya ve kör kuyuları ve karanlıkların tutsaklığı. Mevlana ne güzel demiş.
Bu dünya zindandır;
Biz de dünyadaki mahpuslarız
Del zindanı kurtar kendini…
Ve içimizdeki nefretle beslenerek bu dünyanın zindanında kendimizi tüketiriz, nefes aldığımız birkaç on yıl içinde. Ne bir tohum atmış oluruz dünyaya yeşerecek ne bir nefes bırakırız. Oysa huzuru bulmuş olsak kendi içimizde, kör, topal ve aptal olmasak kendimize Mevlana gibi, derdik. Belki.
“Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce şu dünyanın dertleri ile dertleniyorum sanma. Bana ağlama yazık, yazık deme. Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık diye feryat etme. Bedenimi toprağa verirken elveda, elveda diye ağlama. Gün batımını gördün ya, gün doğumunu da seyret. Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı. İnsan tohumu için neden yanlış bir zanna düşüyorsun?”
Ve biz yürüyen dünyalar kendinden bi haber. Mevlana’da okuruz. Şirazi de ama ne okuduğumuzu anlarız ne de neden okuduğumuzu. Çünkü ne aradığımızı bilmeyiz. Oysa Mevlana “ne arıyorsan osun” der. Huzursuzluk arıyorsan, huzursuzsun. Bilim arıyorsan bilimsin. Aşk arıyorsan aşksın, savaş arıyorsan savaşsın… Biz Huzursuzluk kılıcı ile geziyorsak demek huzursuzluğun ta kendisiyiz. Oysa bir gönül sahibi görebilseydi gözlerimiz Mevlan nın dediği gibi olabilirdik.
Gülen nar, bağı bahçeyi de güldürür;
Erlerle sohbet seni de erlere katar.
Katı taş olsan, mermer kesilsen bile bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun… Ama biz inci olmak için bir gönül sahibine ulaşmayız. Gafil benliğimizin kara huzursuzluğu yolumuzun üzerinden hiç çekilmez ki…
Ve sevgili okuyucularım bu sabah şikayetim var. Savaştan, savaşı kışkırtanlardan, acımasız katil PKK’lılardan ve IŞİD denen canavardan ve bütün İslam adına kıyım yapan terörün topundan kimde ve nerde varsa hepsinden ve lanetliyorum, kahrediyorum. Ve cehaletten ve ön yargıdan ve bilinçsizlikten de şikayetim çok bu sabah. Ve nerdeyse bütün geçmiş sabahlar böyleydi.
Ve bugün… Toprak olmak istiyorum üzerine basılacak şehitleri sevgili Mehmetçikleri bağrında taşıyacak. Ve kaldırım taşlarının arasında doğan inatçı bir yeşillik olmak istiyorum basılınca ezilmeyecek. Ve duvardan doğmuş bir ağaç olmak istiyorum su almadan yeşerebilecek. Ve bir gönül dostu arıyorum inciye çevirecek. Bu sabah çok şey mi istiyorum? Yoksa aslında istediğim her şey miyim bu sabah?
Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Hep birlikte ayrımsız gayrımsız her zaman ve ayıranlara ayırmaya uğraşanlara inatttt… Yase
& & & & &
Mevlana’dan
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeliyiz,
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeliyiz biz…
Beri gel, beri! Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik…
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir
Günün Şiiri
Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa…
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan YÜCEL
Günün Fıkrası
Birkaç Fransız kantinde gevezelik ederken içlerinden biri sorar: “Gütenberg kim, biliyor musunuz?” “Hayır” der ötekiler. “Güzel, siz de benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Gütenberg’in basım makinesini bulan kişi olduğunu bilecektiniz.”
“Ya Panmentier’i?” “Hayır” der ötekiler. “Güzel, siz de benim gibi gece kurslarına gitseydiniz, Panmentier’in patatesi bulan kişi olduğunu bilecektiniz. Eğer gece kurslarına gitmezseniz, yaşam boyunca işte böyle her şeye bilmiyorum demekle yetinirsiniz…”
Adamın sözleri üzerine gruptan bir tanesi sinirlenir ve: “Oldu, anlaştık! Gütenberg’i, Panmentier’i bilmiyoruz. Sen Totoche kim biliyor musun?”
“Hayır!”
“Peki, öyleyse öğren! Totoche, sen gece kurslarına giderken karınla yatan adam!”
Günün Sözü
Nasıl bir at, üzerindeki zengin koşumların farkına varmazsa insan da içinde yaşadığı nimetlerin öyle farkına varmaz.
W. SHAKESPEARE