Kültürsüz Rekabet Düşünülemez!

0
57

Değerli Okurlarım, insan olduğumuzdandır herhalde, her şeyin sanat ve kültür yönüne bakıyoruz. Gezmede, giyinmede, konuşmada, iş yerinde hâsılı her şeyde dedim ya, mutlaka kültürel ağırlıklı duygular içinde oluyoruz.

Rekabette kültür kavramı, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, anti sosyal çevrelerde az da olsa yadırganır hatta ayıplanır bile nedense. Oysa bu rekabetten yararlanacak olan tüketicilerdir, yani doğrudan kendileridir. Kaliteyi düşünmeden, reklamların tadını ve dozunu kaçırmadan yapılan rekabet en iyi rekabettir. Kar marjı bir miktar aşağı çekilebilir ama sürümden derhal telafi edilebilir.

Burada, çok önemli bir konu var ki, hep göz ardı edilir… Yukarıda söylediğim gibi, bu geri kalmışlığın bir tezahürüdür. Yanlış işte yanlış insanlar çalıştığı sürece, bu işin altından kalkmamız mümkün değildir.

“İş olsun da ne iş olursa olsun” ya da “Ne iş olsa yaparım” zihniyeti kalkınmakta olan ve geri kalmış ülkelerde geçerlidir. Gelişmiş ülkelerde böyle bir yaklaşım söz konusu değildir. Herkesiz yapacağı bir iş vardır ve o kişi o işi yapar.

Ülkemizde, rekabet kültürünün olumlu yönde değişmesi oldukça zor… Kalkınma (kâğıt üzerinde) rekor seviyede de olsa, işsizlik boyut kazandığı sürece bu işler yoluna girmez, taşlar yerine oturmaz. Hatta işsizlik azalsa bile, işler yoluna girmez.

Ancak, toplumda rantın azalması, konu itibariyle önemli bir faktör olarak gözükebilir. Bu rant konusu aza çekildiğinde verimlilik öne çıkacağından kazanç zorlaşacak ki, yukarıda söylediğim gibi, bir işte anlayan kişiler çalışacaktır, kazancın kolaylığı olmayacaktır.

Rekabet kavramı, kültürümüzün en etkili parçasıdır. Yabancı sermayenin ülkemize gelmesi rant konusunu aşağı çekebilir. Burada AB en geçerli örnektir diye düşünüyorum. 3-5-2’yi uygulayan bir futbol takımı, oyuncu değişikliği yapmadan 4-4-2’ye geçmesi ne kadar zorsa, yabancı sermayesiz, dış yatırımsız bu işlerin sağlıklı olması da o kadar zordur.

Kültürde değişiklik de kolay bir hadise değildir. Ülkemizde maalesef o kadar çok diplomalı işsiz var ki, üstelik “Ne olsa yaparız” denildikten sonra, işin erbabını bulmak oldukça zor.

Ülkemiz enteresan ülkelerden birisidir. Düşünün ki, beş metrekarelik bir büro, iki sandalye, bir masa ve yapıldığı belirsiz bir işyeri. Sekreter gerekli ve bu da ilan yoluyla yapılıyor. Yabancı dilin olacak, bilgisayardan anlayacaksın, özellikle tecrübeli olacaksın. Kırk kişi hücum ediyor ve en endamlısı ve güzeli (daha önce belirlenen) iş başı yapıyor.

İşe başlayanın yapacağı şimdilik iki işi var. Büroyu temizlemek ve telefonlara cevap vermek… Şimdilik fena değil, yarınlar da neler olur onu şimdilik kestiremeyiz. Rekabet, tüketiciler ve piyasanın canlanması için çok iyidir. Ama bunu şartlara uygun yaparsak kazanırız.

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Saraçoğlu’nu Tanıyalım

Değerli Okurlarım, kesintisiz tam 17 yıl Fenerbahçe Kulübü’nün başkanlı­ğını yapan Saraçoğlu’na, kulübü de yeni statlarına O’nun ismini vermekle vefasını göstermiştir. Doğruyu söylemek gerekirse; elimde aldığım notlar olmasa, ne merhum Saraçoğlu’nun kendisini, ne de ül­kemize yaptığı hizmetleri bilemezdim. Gerçekten İsmet İnönü’de akıllı adammış ki, Saraçoğlu’na hep önemli görevler vermiş. İyi de etmiş, helal olsun…

Saraçoğlu’nun kendi ana şivesinden alıntılar var, sunmak istiyorum… Ödemiş Mal Müdürü, vergiyi biraz yüksek salınca, ilçe halkı, heyet oluş­turup Ankara’ya gönderdi, Saraçoğlu’da hemşerilerini makamında kabul etti…

Çaylar kahveler içiliyor ve Saraçoğlu hemşerilerine dönerek:

-Ülen, Yanbastı Rafet, sana gaç para attila?

-İşte efe, beni 200 bin banganot attila.

-Ne? Ülen sen 200 bin banganotluk adam mısın? Vah-vah çok-çok üzüldüm…

-Ülen Katirci, seni ne attila?

-Beni 300 bin attila.

-Muhittin Hoca, seni?

-Beni 400 bin.

Bu arada Saraçoğlu zile basıp özel kalem müdürünü emreder:

-Çabuk beni Ödemiş Mal Müdürü’nü bul telefona. Bizim hemşerilere, efelere gari çok vergi atmış namıssız herif . Ben onunna bir yol gorişcem.

Heyet memnun. Hemşerileri, çocukluk arkadaşları ve mahalle arkadaşları Başvekil (yeni ismi başbakan) yardımlarına koşuyor. Vergileri inecek! Çaylar, kahveler içilip sohbet edilirken, Ödemiş mal müdürü bulunur.

Saraçoğlu:

-Alooo, müdür bek. Ödemiş’ten hiyet geldi. Bunnara kaç lira vergi attin, bi yol listeyi çıkar da oku bakem.

Saraçoğlu bir süre dinler, sonra hayretle bağırır:

-Ne? Yanbastı Rafet 200 bin mi? Ülen Müdür bek, biz seni oreye akilli adam deyi gönderivedik. Hiç Yanbastı Rafet’e 200 bin vergi atilir mi? Sil onu, 500 bin yaz…

Yanbastı Rafet atılır:

-Ulen Abey, eli ayani öpem. Biz seni adam sayip geldik, sen bizi öldürcen mi?

Saraçoğlu ısrar eder:

-Yaz ülen Yanbasti’ya 500 bin, müdür bek.

Sonra Muhittin Hoca’ya döner:

-Ülen Hoca, sana gaç banganot yazmişti?

-Yok gari, sen bene de gazik atçesin. Deyivermecem. Ben gidiyon.

-Ülen gel!

-Yok, yok, benim bi derdim yoğ.

-Ne söyleniyon Hoca?

-Heç, ananin gulayini çinlediveriyom…

Ödemişli Saraç Mehmet Tevfik Efendi’nin oğlu Şükrü Saraçoğlu’nda işte böyle bir Cumhuriyet sevdası, ciddiyeti, sorumluluğu, ahlakı ve namusu vardı. Merhum Şükrü Saraçoğlu 17 Mart 1953′te zatürreeden vefat etti, ölüm tari­hi olarak (Aralık 1953) olarak da duymuştum ama tarihin ne önemi var ki. Öyle­sine güzel insanları, başarılı devlet adamlarını her an anımsamak, her an yazmamız gerekiyor. Demek ki yıllarca önce ülkemizde namuslu, şerefli, haysiyetli insanlar çoğunluktaymış. “Şimdi nasıl?” diye soru sormayın lütfen…

Mutlu olun, mutlu kalın. SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Güzel Yaşlanmak

Efendim yaşadığımızı anlamak, görebilmek için yılların geçmesi, yani yaşlanmak gerekiyor. Yaşamayan bir insan yaşlanabilir mi? Bu mümkün değildir. Ancak, mutlu da olsak, mutsuz da olsak, zengin, fakir, güzel, çirkin olsak da yaşıyoruz. Bunun nedeni, sanırım yaşamı sevmekten geçiyor. Demek oluyor ki yaşam bütün olumsuz koşullara rağmen görmezden gelemediğimiz, vazgeçemediğimiz çok önemli bir olgu.

Öyle bir anatomiye sahibiz ki, genç yaşta bizleri ayakta tutan hücreler giderek azalıyor, refleksler zayıflıyor, doktorlara daha sıcak bakıyoruz. Onların verdiği ilaçları harfiyen kullanıyoruz, yaşlanıyoruz demiyoruz. Yaşlanan bayanlar “Akşam yatıp sabahleyin kalkıyorum” diyorlar. Erkekler ise “Ya bende bir tuhaflık var” deyip toz kondurmuyor.

Çoluk çocuk, gelinler, torunlar çevrende. Bunun bir nedeni olmalı. Biliyoruz da, işimize gelmiyor. Bir çift ahu göze bakıp ya da onu düşünerek yaşlanmak vardır, bir de “Sanki yaşıyor muyum?” demek vardır. Severek yaşlanıyorsanız gideceğiniz yer cennettir. Sevmeyenlerin orada ne işi var ki? Takdir sizin!

Günün Sözü

Yanan Mum Şamdanda Güzeldir!

Öcal’dan İnciler

Sevgi En Güzelse Aşk da En Yücedir!

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here