Geçmiş Bayramımız Kutlu Olsun…

0
71

Günaydın sevgili okuyucularım. Uzun bir tatilin  ardından nasılsınız bu sabah? 9 gün tatil oh ne tatlı hayat! Her şey yerli yerinde, her gün şehit haberleri, yürekleri dağlayıp yuvalar yıkılmamış, hac farizasını yerine getirmek için varını yoğunu bu işe yatıran  dünyanın her tarafından akın akın Suudi Arabistan’a giden hacılar vinç altında kalarak ezilmemiş, Mina’da şeytan taşlarken yüzlerce ölü ve yaralı  yokmuş, tatil dönüşü, kıyıma uğramış, yüzlerce can, trafik teröründe  yitirmemiş, sakat kalmamış, bebek cesetleri  kıyıya vurmamış olsaydı. Belki bayram tatilini aynen bayram tatili gibi yaşayabilirdik. Ve o zaman   tatil  yapmanın  bir esprisi olabilirdi. Turizm  patlama yapar ekonomi de böylece düze çıkardı zahar?

Öyle bir hale geldik ki, daha doğrusu getirildik ki   çocukluğumuzda kutladığımız bayramları bile anımsayamıyor olduk. Ne zaman mutluyduk biz, demeye başladık. Gülmeyi  şarkı söylemeyi unuttuk. Sanki gülsek sevinsek bir şeylere, şehitlerimizin canı yanacak daha çok gibi.

Sonbahar geldi, okullar açılıyor, yazlıkçılar evlerine dönüyor. Göçmen kuşları göç ediyor ancak hala sonbahara özgü o güzel gün batımlarını, dökülen yaprakların kırmızısını  ve tadına doyum olmayan ikindi hüzünlerini  yakalayamadık. Çünkü hüzünlü olamayacak kadar canlı ve diri acımız. Ve bu  yüzden  ne bayram bayrama benzedi ne de tatil tatile. Ne de sonbahar sonbahara, üzerine üstlük bu gece kanlı ay tutulması yaşanacak. Kehanetler dudak uçuklatıyor demeyeceğim çünkü zaten her gün dudak uçuklatan olaylar yaşanıyor bol bol  ülkemizde ve dünyada, yani artık her şeye alıştık  ancak  hazırlıklı mıyız asla!

Ve kafalarımız bulanık görüşümüz bulanık. Net konuşanlara ve ahkam kesmeye devam edenler, yüreğimize çentik atıyor, böğürmemize neden oluyorlar.

Ve biz bu ortamda seçime gedeceğiz. Yaralı kanlı. Allah hayırlısını versin demekten başka çaremiz kalmadı. Tabi o bizim onu nasıl kendisi ile kandırmaya çalıştığımızı bile, bile bize yardım ederse artık! Ve neşeli yazılarımı özledim. Kendimi özledim… Ve sizi özledim..

Ve sevgili okuyucularım her şeye rağmen sağlık ve sevgiyle kalmaya çalışalım, her şeye ve herkese rağmen birlik ve beraberlikle ayrımsız gayrımsız. Ve her ne kadar bayram gibi kutlamadıysak da bayramı yine de bir bayram yaşadık. Ve dilerim bir daha böyle kanlı bayramlar yaşamasın ulusumuz ve dünya.

& & & & &

Kardeşimle şarkı söylerdik her yağmurda. Gazoz kapağı gibi olunca damlalar, kocaman-kocaman ve asker miğferi gibi arka arkaya süzülünce yerde. Nasıl bir ferahlık nasıl bir hayat girerdi içimize anlatamam. Ve bu hayat hiç eksilmedi içimizden, kardeşim artık sevmiyor yağmuru ama ben?? Of offf offf.  Bir ıslanayım bir ıslanayım, bir botlarıma girsin sular, bir saçlarımdan enseme, ta içime süzülsün sular, ahh işte ben o zaman yaşarım doya, doya nefes alırım hayattan.  Benden bunu esirgemeyen yaratanıma da bir başka bakarım yağmurda…

Herkes anlar ne kadar hafiflediğimi adeta uçtuğumu… Gözlerim başka bakar, ayaklarım başka basar. Yağmurda kimse ölmez sanırdım. Yağmur, bir demet nergis benim için, sıcak simitle gelen!!

Geçen günlerde yağan yağmurda, balkon kapısı açık yatıyorum yağmuru dinleyerek. Başka hiçbir şey düşünmeyerek… Komşu kızının sesi geliyor; “Yağmur yağıyor, seller akıyor” diye bağıra, bağıra şarkı söyleyen. Kalktım yataktan hemen, sanki bir şeyler kaçırıyormuşum gibi çabuk, çabuk balkona çıktım. Karşı balkonda, tırabzanlara dayanmış minnacık kolları ve şarkı söylerken  göğe bakan  bu  tiz  sesli  çocuk daha altı yaşında. Üzerinde çiçekli pijamalı…

Onu taklit ediyorum tırabzanlara tutunuyorum üzerimde çiçekli pijamalar. Tırabzana yaslandığım an kollarım ıslandı. Aldırmadım. Onunla birlikte söylemeye çalıştım tekerlemeyi. Açılmamış sesimle avaz, avaz. Yağmurun sesi  bastırıyor sesimi, karşı balkona yağmur gelmiyor  korunaklı. Bizimkine doğru yağıyor, salona mutfağa bile giriyor.  Yağmur altında çocuğa eşlik ediyorum. “Sende biliyor musun bu şarkıyı” diyor. Hayretle çocuk. “Tabi hem de daha çoğunu” diyorum bir sürü biliyorum. “Öğretir misin?” Tabi öğretirim. Bu arada baya ıslanıyor saçlarım, omuzlarım, terliklerim suyun içinde. “Ama sen ıslandın içeri gir şimdi annen kızar” diyor çocuk. Uzaktan. Hoşuma gidiyor ilgisi. “Bana kızacak kimse yok ki” diyorum içimden. “Tamam haklısın  giriyorum  ama sende gir, üşüteceksin hem daha çok erken” diyorum.

O sabah kahvemin tadı da başkaydı, kahvaltının da. Bir demet nergis ve  simit yoktu masada ancak onları getirenin anıları vardı her yerde. “Ölüm yakışmaz bu güne” dedim ve yalnızca yağmuru  dinleyerek yudumladım, avurtlarımı ve girdiği her yeri yakan   koyu sıcak kahvemi. Mutluydum! Tuhaf bir şekilde ve nedeni mutluluğumun yalnızca yağmur…

Ve nedense birden “gafil gezme şaşkın” diyorum içimden. Bir gün ölürsün. Sanki sevincin gafletindeymişim gibi. Oysa sevinç ta içimdeydi. Neden kendime gafil demem? Ya da belki bir uyarıydı gafil olmamam  için. Bunca güzeli görebilirken, yaşayabilirken? Bir nedeni vardı kuşkusuz içsel sesimin yükselmesinin. Nedensiz bir damla yere düşmez diye inandığıma göre? Ve devam ediyorum, Yalan dünya senin olsa ne fayda. Benim dünyam yalan değil oysa. Belki tek gerçek an bu an. Yağmurla harmanlanan?

Ve sevgili   okuyucularım yağmur ve ben  sevgiliyiz.  Her zaman söylüyorum ne zaman ihtiyacım olursa hemen gelir bir tek bulut olsa bile içime neşe verir. “Bana özel diyorum” kızıyorlar.  “Neden kızıyorsunuz kıskanıyorsunuz” diyorum. Sizde bana özel deyin ve yürekten isteyin size de gelsin… Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle ve yağmurun aşkıyla kalın sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

Gafil Gezme Şaşkın

 Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün
Yalan dünya senin olsa ne fayda
Akibet alırlar tatlı canın
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Söylersin de söz içinde şaşmazsın
Helâli haramı yersin seçmezsin
Nasibin kesilir de sular içmezsin
Akar çaylar senin olsa ne fayda

Söylersin de el içinde sözün var
Yeler çalışırsın oğlun kızın var
Bu dünyada üç beş arşın bezin var
Bedestenler senin olsa ne fayda

Bir gün alır götürürler evinden
Hakk´ın kelâmını koyma dilinden
Kurtulaman Ezrail´in elinden
Dünya dolu malın olsa ne fayda

Pir Sultan Abdal´ım çıktık oturduk
Kaza lokmasını burda yetirdik
Dünya bizim diye çektik getirdik
Yalan dünya bizim olsa ne fayda

Pir Sultan ABDAL

Otuzbeş Yaş Şiiri

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam…Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı TARANCI

Günün Sözü

Birisi herhangi bir konuda “anlatılması imkânsız” diyorsa, anlatmaya çalışacağından emin olun.

Clyde B. Aster

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here