Ve Bugün Geçmiş Yazılardan; “Huzur”

0
45

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Teşekkür ederim ben deniz iyiyim. Ya siz? Dün yeni aldığım telefonun kapalı tuşlarını açtım ve ekranda bir yazı. “Bugün nasılsınız?” A yanlış mı okudum! Hayır doğru, büyük harflerle yazılı “bugün nasılsınız?” çok hoşuma gitti ya. Gerçekten çok güzel bir şey yani düşünün günlerce evden dışları çıkmadınız kimse size “bugün nasılsınız?” diye sormadı. Telefonunuzu açıyorsunuz o size bugün nasılsınız diye soruyor. Güzel değil mi? Ben bayıldım. “Ne güzel düşünmüşler” dedim kendi kendime… Sonra “kim düşünmüş olabilir ki?” diye başka bir soru ilişti dilime… Sonra hemen anladım. Yapsa yapsa bunu Emre yapar, ince düşünceli, zarif canımın içi Emre yapar. Zaten telefonu birlikte almıştık ilk o açmıştı evet ya odur muhakkak. Hemen aradım “Emre sen mi iliştirdin bu notu telefona” dedim. “Hangi notu” diye yanıt verdi. Neden söz ettiğimi biliyordu ama yanıt vermek istemdi “Yok telefonun üzerinde vardı zaten” dedi. Az kalsın inanıyorum. Sonra “sen her sabah soruyorsun ya nasılsınız diye. Düşündüm ki sana da her açtığında telefonun sorsun nasıl olduğunu…”

Canımın içi demekle az bile söylemişim değil mi? Aslında canımın ta kendisi. Tabi böyle güzel bir başlangıç yaprak güne başlayınca iyi oluyor, yüzünüzde geniş bir gülümseme ile yazıyorsunuz. Birde kendi ektiğiniz, sevgiyle büyüttüğünüz nanelerin, maydanozların, domateslerin ilk ürünlerini toplayıp kendinize karışık bir salata yapmışsanız… Sakın kocaman bir bahçem var sanmayın. Birkaç saksı bu iş için yeter de artar bile. Öneriyorum valla onları sulamak ve onlarla konuşmak bile stresten kurtaracaktır eminim. Tuhaf bir şey bundan birkaç yıl önce olsaydı “hadi ya kim uğraşacak” derdim. Çünkü o zamanlar evden çok uzak kalıyordum. Şimdi de gidiyorum ama onları emanet edecek komşularım var şimdi üstelik ben yokken onlarda bu zevki alıyor yeşilliklerden faydalanıyorlar.

Ama şimdi onlarla olmak her sabah yapraklarını okşayıp nasılsınız diye sormak, çiçeklikten çıkıp portakal olmak için tomurcuklanan yavrulara bakıp bir annenin karnında büyüttüğü bebeğini bekler gibi büyümelerini beklemek acayip bir zevk veriyor.

Ve düşünüyorum ve aklıma Sokrates geliyor “kendini bil” diyen filozof. Bir gün öğrencilerinden biri soruyor. Hocam bu kadar bilgiye nasıl sahip oldunuz?  Sokrates bahçede duran havuzu işaret ediyor. “Git ve başını o havuzun suyuna göm” diyor.  Öğrenci anlayamıyor nedenini.

“Ne ilgisi var” diyor

“Sen git ve başını suya göm diyorum” diye yineliyor Sokrates “Sorunun yanıtını orada bulacaksın.” Öğrenci söylenerek gidiyor ve başını suya daldırıyor bir an sonra can havli ile kaldırıyor. Derin soluklar alıyor ve aslında kızmıştır.  Sokrates soruyor “başın suyun içinde iken neye ihtiyacın vardı? Havaya değil mi?”  “Evet” diyor öğrenci. “İşte” diyor sorunun yanıtı. Neye ihtiyacın varsa onu ararsın. Senin havaya benim de bilgiye ihtiyacımız varmış.

Bendenizin de huzura sevgiye. İşte bu yüzden ağaçlarım sebzelerim var. Yazı yazmak, resim yapmak iyi güzel ama huzur aradığımda ağaçlarıma sığınıyorum. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım, hep birlikte diyerek yazıma son veriyorum. Yase

& & & & &

Silkin ve Sıçra 

Çalışkan bir çiftçinin bir katırı varmış. Güngörmüş, çok yol tepmiş, inatçı, sabırlı bir katır… Özellikle bahar günleri boş çayırlarda dolaşıp otlamaya bayılırmış. Çiftçi de katırını çok severmiş. Günlerden bir gün katır yanlış bir adım atmış ve kendisini çiftçinin kuyusunun dibinde bulmuş. Allah’tan ki kuyunun içindeki su fazla değilmiş. Bu sayede hayatını kurtarmış, boğulmamış.

Bu güzel bahar gününde kendisini kuyunun dibinde bulan zavallı katır bir iki debelenmiş. Ama bakmış ki, buradan çıkabilmesi mümkün görünmüyor. Ne duvarı tırmanacak gücü var ne de uçup gidebilecek kanatları… Yine de bir iki hamle yapmış; ama nafile. Bu kuyudan kendi gücüyle çıkış olmadığını anlamış. Başlamış yüksek sesle bağırmaya, dua etmeye, daha doğrusu kuyuya düşüp dibe vurmuş bir katır ne yaparsa öyle şeyler yapmaya. Bu canhıraş sesleri duyan çiftçi, kuyunun başına gelip durumu görmüş. Koskoca katırı kuyunun dibinden nasıl çıkaracak? Çaresiz, civardaki köylüleri yardıma çağırmış.

Düşünmüşler taşınmışlar, dibe vurmuş katırı çıkarmanın bir yolunu bulamamışlar. Bu arada katırın bağırış çağırışları yürekleri dağlıyormuş! “Bari daha fazla acı çekmesine engel olalım.” demiş katırın sahibi. Bu kuyu nasıl olsa artık ise yaramaz. İyisi mi içini toprakla dolduralım, hem katırın acısına son vermiş hem de kuyuyu kapatmış oluruz.. Bunu duyan katırın dehşeti daha da artmış. Diri diri gömülmekten daha korkunç bir son olabilir mi!.. Derken yukarıdan kürek-kürek taş toprak atmaya başlamışlar. Önce umudu kesip, ölmeyi kabullenmiş katır. Sonra, kafasına bir taş düşünce beyninde bir şimşek çakmış! Bir çare gelmiş aklına ve başlamış uygulamaya! Yukarıdan sırtına taş toprak yağdıkça şöyle bir silkiniyormuş.

Sırtındakiler yere düşünce, sıçrayıp üzerine çıkıyormuş. Bir daha, bir daha yapıyormuş bunu.. ‘silkin ve sıçra, silkin ve sıçra, silkin ve sıçra!’ diye mırıldanıyormuş bir yandan da. Silkin ve sıçra! Yukarıdakiler onu gömmek için kürek kürek toprak atmaya devam etmişler; ama bir süre sonra, bizim katır kuyunun tepesinde belirmez mi! Katır hâlâ SİLKİN VE SIÇRA diye mırıldanmaktaymış. Evet, dibe vurmuş katır, kuyunun dibinden silkinip sıçrayarak kurtulmuş. Pes etmeyip çaba gösterdiği için.

Günün Şiiri

Tabiat Odam

Severim kırlarda ben yaşamayı,

On iki ayı.

Severim kırların yeşil göğsünü,

Bütün süsünü.

 

İstemem başımın üzerinde dam,

Tabiat odam.

İstemem topraktan başka bir yatak,

Kehkeşanlar tak.

 

Kuşlardan savrulan bir incecik tüy,

Üstümde örtü.

Ve aydan kırpılan bütün yıldızlar,

Rüyamda kızlar.

 

Her sabah neşeyle uyanan bir eş,

Koynumda güneş.

Dallarda ötüşen kuşlar kabilem,

Bilmezler elem.

 

Ağlarsak bizimle beraber olur,

Hemşirem yağmur.

Sızlarsak bizimle beraber sızlar,

Kardeşim rüzgâr.

 

İsteyen toplasın binlerce arşın,

Karlardan kışın.

Mutlaka öptürür bağlarda temmuz,

Çıplak bir omuz.

 

Severim kırlarda ben yaşamayı,

On iki ayı.

Severim kırların yeşil göğsünü,

Bütün süsünü.

 

Ölürsem istemem ne yas, ne kefen,

Ne başka bir fen.

Üstümden kalkmasın çimen, çiy, yosun,

Ruhum uyusun.

Ahmet Kutsi TECER

Aşka Türlü Bir Şey

başka türlü bir şey benim istediğim

ne ağaca benzer, ne de buluta

burası gibi değil gideceğim memleket

denizi ayrı deniz,

havası ayrı hava..

 

bir başka yolculuk dalından düşmek yere

yaşadığından uzun

 

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere

ağacın yüksekliğince

dalın yüksekliğince rüzgarda

ve bir yeni ömür

vardığın çimen yeşilliğince

 

nerde gördüklerim

nerde o beklediğim

rengi başka

tadı başka..

Can YÜCEL

Büyük Can Dedi Ki 

Kovalamayın beni yatağa

Hiç uykum yok

Daha lafınıza karışacağım

Ortalığı dağıtacağım

Televizyonu kapatacağım

Ayçiçeği resmi yapacağım daha

Başparmağıma şiir okuyacağım

Islık çalacağım

Daha çok işim var

Gecenizi karartacağım

Kütahya vazonuzu kıracağım

Vakitsiz yatırmayın beni

Daha çok erken

Can YÜCEL

Günün Fıkrası

Nasrettin Hoca göl kıyısında karısı ile çamaşır yıkıyormuş. Yanlarına simsiyah bir karga yaklaşmış. Karga sabunu alıp kaçmış. Nasrettin hocanın karısı telaşla yaygarayı basmış “Hoca efendi yetiş karga sabunu kaptı!…” Nasrettin Hoca yerinden bile kıpırdamadan “Hatun görüyorsun karganın üstü başı bizden daha kara. Birazda o yıkansın.”

Günün Sözü

Arkamda yürüme, öncün olmayabilirim, önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece eşit oluruz.

Ute kabilesi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here