Savaş 7. Gününde

0
20

“Savaş, Zaruri ve Hayati Olmalıdır. Milletin Hayatı Tehlikeye Maruz Kalmadıkça Savaş Bir Cinayettir!”
Mustafa Kemal Atatürk

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Rusya Ukrayna’ya savaş ilan etti (24- 02- 2022 tarihi itibari ile) ve bugün 7. gününde… En kötü barış savaştan çok iyidir tabi ki yaşanan acıları gördükçe savaşın cinayet olduğuna daha çok inanıyoruz. Yani savaş olmadan çocuklar, kadınlar ölmeden, darmadağın olmadan derdimizi anlatamıyor muyuz? Kocaman adamlar neyi paylaşamıyorsunuz? Rusya’nın askeri operasyonunun ardından Ukrayna devlet başkanı ülkenin başkenti Kiev’de halkın güvenliğinin sağlanması adına ilk günden itibaren kentte sokağa çıkma yasağı ilan etti. İnsanlar yasak başlamadan önce ülkeyi terk etmek deri ile yollara düşme telaşındalar bu soğukta, karda kışta. Ve tabi bu insani tarafı birde ekonomik tarafına bakınca eyvah eyvah durumları, ne yapacağımızı şaşırdık. Elimizi neye uzatsak ateş pahası. Millet can derdinde biz ekonomi derdindeyiz. Tabi bütün dünyada zamlar atakta ancak enflasyon bizimki kadar yüksek olmadığı için bizim kadar etkilenmiyorlar. Ama bizim büyükler her şey yolunda diyor, ne yani şimdi onlara inanmayalım da pazardan manavdan boş dönüşleri mi düşünelim? Dilerim savaş durumları daha büyük felaketlere neden olmadan sona ersin biz ekonomik sıkıntı çekmeye razı oluruz az daha.

& & & & &

Ve bir tarafta siyaset… Altılı ittifak güzel ama bendenizin çoktan beri düşündüğü ve anlamlandırmadığı “sorulamayan sorular kanunu çıkaracağız” sözü bilbordlarda Sayın Kılıçdaroğlu imzası ile boy gösteriyor. Ne demek bu “sorulamayan sorular kanunu” kardeşim? George Orwell’in 1984 adlı kitabını yeni bitirdim ve tabi tüylerim diken, kalbimde bin bir sıkıntı ile, kitabı okuyanlar bilir. Bu sorulamayan sorular kanunu valla bana o kitaptaki düşünce polisini anımsattı. Allah için bir yola çıkıyorsunuz, kafa karışıklığı yaratmayın, anlaşılır ve sade olun, halkı anlayın, halkın dilini konuşun.

& & & & &

Ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi, gel de tam bu durumda rahmet etme ileri görüşlü büyüklere. Bu anlaşma sayesinde bugün boğazlarımızdan geçişleri kontrol altında tutabiliyoruz. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Bulgarlar, Fransa, İngiltere, İrlanda ve Denizaşırı Britanya Ülkeleri, Hindistan İmparatorluğu, Elenler Krallığı, Japonya İmparatorluğu, Romanya Krallığı, SSCB, Yugoslavya Krallığı ve Türkiye Cumhuriyeti arasında 1936 yılında  imzalandı. Lozan anlaşması ile birlikte.

BM′den İsrail′e ″savaş suçu″ uyarısı | DÜNYA | DW | 07.05.2021

& & & & &

Özkan Karaca

Ve sevgili okuyucularım, elimde Özkan Karaca’nın “Esarette Kalanlar” adlı kitabı var. 1. Dünya savaşında birçok cephede savaşan Osmanlı ordusunun daha yirmisine varmamış Mehmetçiklerinin vatanlarından uzaklarda esir düşmelerini ve başlarına gelenleri o zamanlardan kalan mektuplarla, şiirlerle, belgelerle, resimlerle anlatan bir kitap. Bu kitabı okuyunca “Lozan’ın bir aldatmaca olmadığını bir kez daha anlayacak okuyucular. Tam burada kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum.

Esir Ahmet

Mısır’da tel örgüler arasında tam sekiz yıl esir yaşıyor Ahmet Çavuş. Kızı Rukiye hanıma anlattığına göre, sürekli pirinç yedirirlermiş. Aylarca yedikleri gıda buymuş, bu yüzden esirler iğne ipliğe dönmüş, adım atacak güçleri kalmamış. Arada bir bulgur pilavı verdiklerinde ise esirler hemen toparlanmaya başlarmış. Ahmet Çavuş bir gün tel örgülerin kenarında semizotu görmüş, tanıdık bir sebzeymiş anasından. Topraktan çektiği gibi toprağını silkeleyip yemeğe başlamış. Yemeklerine sürekli ilaç konduğu için tavukkarası olmuş gözleri. Gece oldu mu çevreyi göremezlermiş. Kalırlarmış tel örgülerin içinde. Bazen lahana ve ıspanak gelirdi tarlalarından, onları olduğu gibi kaynatıp yerlermiş. Semiz otunu yediği gün gece gözlerinin gördüğünü fark etmiş Ahmet Çavuş. Bu durumu arkadaşlarına anlatmış. Fısıltı halinde yayılmış bu haber askerler arasında, ondan sonra hepsi semizotu yemeye başlamışlar. Semizotu çıksın diye yağmurun yağmasını bekler olmuşlar artık.

Yıllar yılları kovalamış ve Lozan antlaşması sonuncu esaret bitmiş, esir değişimi yapılmış Ahmet Çavuş çakı gibi 17 yaşında bir fidan olarak çıktığı ana ocağına yorgun ama bir o kadar da gururlu ve onurlu olarak dönmüş.

Anası yığılmış kalmış öldü bildiği aslan gibi oğlu 8 yıl sonra karşısına capcanlı çıkınca, ne yapacağını şaşırmış, inanamamış, delirdiğini sanmış “aklımı mı oynatıyorum” diye feryat etmiş. Oğlu ona sarılıp “ana ben geldim oğlun Ahmet Çavuş” diyene dek inanmamış.

Sevgili okuyucularım bu kitaptan sadece bir sayfalık alıntı. Çoğumuzun bilmediği bir döneme ışık tutan bu kitap okunmaya değer. Bu kitapla Esarette kalan Osmanlı ordusunun askerleri dünyanın en ücra köşelerinde esir olmalarına rağmen kendi ülkülerine, bayramlarına, dinlerine ve ananelerine nasıl sahip çıktıklarını, yaşatmaya çalıştıklarını, bu değerlere sahip çıkarak yıllarını geçirmişler. Bazıları ağır hastalıklar geçirirken şehit olmuş, bazıları gazi olarak, bazıları şartları zorlayıp gazete bile çıkarmış. Ama sonunda hepsi Lozan antlaşması sonunda yurda dönmüş. Tarih kanla yazılmış, toprak kanla yoğrulmuş ve bu günlere böyle gelinmiş. Kolay değil şehit olmak, vatanı bağımsızlığına kavuşturmak kolay değil insan olmak.
Ve kolay olmamalı konuşmak öylesine havadan sudanmış gibi.
Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle kalalım, hep birlikte, barış içinde… Yase

& & & & &

Mermer Yontucusu

Bir zamanlar dağda kızgın güneşin altında mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış. “bu hayattan bıktım artık devamlı mermer yontmaktan öldüm artık, üstelik bu yakıcı güneş; onun yerinde olmayı ne kadar isterdim orada yükseklerde her şeye hakim olacaktım ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım” diye söylenir dururmuş yontucu.  Bir mucize eseri olarak dileği kabul olmuş ve yontucu o an güneş olmuş. Dileği kabul olduğu için çok mutluymuş, fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada, ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etmiş. “Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!” diye isyan etmiş. “mademki bulutlar güneşten daha kudretli bulut olmayı tercih ederim” demiş. Şikayet bu ya, hemen bulut oluvermiş. Dünyanın üzerinde uçmaya başlamış, oradan oraya koşuşurken, yağmur yağdırırken birden bire rüzgar çıkmış ve bulutları dağıtıvermiş. “Aaa rüzgar geldi ve beni dağıttı. Demek ki en kuvvetlisi o öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum” diye karar vermiş. Böylece dünyanın üzerinde esip duran, fırtınalar ve tayfunlar meydan getiren rüzgar olmuş, ama birden bire önünde kocaman bir duvarın kendisine mani olduğunu görmüş.  Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar olduğunu zannetmiş önce ama sonra bir dağ olduğunu anlamış. “basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgar olmam neye yarar” derken, bir anda dağ oluvermiş. O zaman bir şeyin  ona durmadan vurduğunu hissetmiş kendinden daha güçlü olan şeyin ve onu içinden oyan şeyin ne olabileceğini düşünürken bir mermer yontucusu görmüş.

Günün Şiiri

Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde “onca ayrılığın birinci dereceden failidir”
denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!
Can YÜCEL

Günün Sözü

“Savaş, Zaruri ve Hayati Olmalıdır. Milletin Hayatı Tehlikeye Maruz Kalmadıkça Savaş Bir Cinayettir!”
Mustafa Kemal Atatürk

 

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here