Bilgisayarım Yine Küstü

0
73

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız Bu sabah? Bilgisayarım yine bendenize küstü, arkadaşımın bilgisayarından yazıyorum roman taslaklarım falan hep bilgisayarımda eğer hayatını kurtaramasam bendeniz zavallısı çok kötü olacağım şimdi yine tamirci yolundayım bana dua edin en azından romanımı kurtarabileyim. Ve şimdi bir öykü var bugün dağarcığımda paylaşmak istediğim. Her şeyin bir kaderi var diye düşünüyorum. Ve bu öykünün  kaderi bu sabah sayfama konuk olmakmış. Bir yığın öykünün arasından seçildi, tamda düşüncelerime denk gelen oydu çünkü.

Mermer Yontucusu

Bir zamanlar dağda kızgın güneşin altında mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış. “Bu hayattan bıktım artık devamlı mermer yontmaktan öldüm artık, üstelik bu yakıcı güneş; onun yerinde olmayı ne kadar isterdim orada yükseklerde her şeye hâkim olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım” diye söylenir dururmuş yontucu. Bir mucize eseri olarak dileği kabul olmuş ve yontucu o an güneş olmuş. Dileği kabul olduğu için çok mutluymuş, fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada, ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etmiş. “Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!” diye isyan etmiş. “Mademki bulutlar güneşten daha kudretli bulut olmayı tercih ederim” demiş. Şikâyet bu ya, hemen bulut oluvermiş.

Dünyanın üzerinde uçmaya başlamış, oradan oraya koşuşurken, yağmur yağdırırken birden bire rüzgâr çıkmış ve bulutları dağıtıvermiş. “Aa rüzgâr geldi ve beni dağıttı. Demek ki en kuvvetlisi o, öyleyse ben rüzgâr olmak istiyorum” diye karar vermiş. Böylece dünyanın üzerinde esip duran, fırtınalar ve tayfunlar meydana getiren rüzgâr olmuş, ama birden bire önünde kocaman bir duvarın kendisine mani olduğunu görmüş. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar olduğunu zannetmiş önce ama sonra bir dağ olduğunu anlamış. “Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar” derken, bir anda dağ oluvermiş. O zaman bir şeyin  ona durmadan vurduğunu hissetmiş. Kendinden daha güçlü olan şeyin ve onu içinden oyan şeyin ne olabileceğini düşünürken bir mermer yontucusu görmüş.

Şubat Güneşi

Çıkıp kapının önünde durdu. Zeynep giyinmesini zar zor tamamlayıp ayağa kalktığında hemen yetişip koluna girdi. Kız zorla ayakta duruyordu buna rağmen hiç kendini bırakmadan dimdik yürümeye çalıştı. Ahmet’in omzuna geliyordu boyu. Ahmet kıza iyice yaklaşıp elini beline dolayıp kendine çekti. Kulağına eğilip “kahramanlığa gerek yok kavgacı” diye fısıldadı. Kız gülümsedi ve güzel bir yanıt vermeye hazırlanıyorken Selim içerden seslendi “Hadi giyinmeniz bitiyse gelin artık.”

Selim elinde bir bardak su onları bekliyordu. “Hadi Zeynep’cim otur şuraya ve biraz daha su iç çok susuz kalmışsın kendine gelemezsen serum takmak zorunda kalacağım.” Zeynep hiç itiraz etmeden oturup suyu ağır, ağır içti. Ahmet “Zeynep in başı çok ağrıyor bir şey verebilir misin?” dedi. Zeynep suyunu içmiş başını koltuğa dayamış gözlerini kapatmıştı. Kalbinin atışları uzaktan bile duyuluyordu.

Selim kızın nabzına baktı, tansiyonunu ölçtü. Nabzı hızlı atıyordu ama tansiyonu çok düşüktü. “Zeynepçim daha tanışmadık ama sonrada tanışabiliriz. Şimdi seni iyi etmemiz lazım bana güveniyor musun?” Zeynep başını halsizce salladı. “Şimdi sana serum takmak zorundayım, çünkü yalnız su içerek bu ateşle başa çıkamayız, üstelik dünden beri bir şey yememişsin, başın ağrıyor ve çok zayıfsın. Anlaştık mı?” “Tamam.”

“O halde şimdi şuraya uzanabilir misin? Ben çantamı alıp geliyorum.” Ahmet kıza uzanması için yardım ederken. Üzerine eğilip  gözlerinin içine baka, baka “Kavgacı ne olacak” ”dedi. Kız gözlerini kaçırdı. Kalbi kulaklarında atıyordu. “Piis” dedi. “Piis ne olacak.” “Sensin.” “Fırsatçı ” Arkası Yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here