Aklımı Seveyimmmm….!!!

0
58

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İnsan bu, bazen kendini yorgun, bıkkın ve çaresiz algılayabilir. Boş vermek ister yaşama dair ne varsa, başını alıp gitmek nereye olursa olsun oraya. İşte o zamanlarımdan birindeyim, aklım ve sinirlerim arasında gidip gelmekten bıkkınım. Nasıl mı sinirlerle akılım arasında gidip geliyorum? Saçma sapan konuşan ya da yapan birini görünce çok kızmamaya çalışıyorum, örneğin aklımın sayesinde –aklımı seveyim-. Aslında o kadar sinirleniyorum ki avaz avaz ağzıma geleni yazmak istiyorum ama hep sinirlerime gem vuruyor aklım.- yine onu seveyimmmm-.

Bendenizi koruyor, dil ve kalem yarası açmaktan… Tabi bazen yapabiliyor bunu, yoksa o sinirler yok mu o sinirler bir şahlanmasın akıl makıl hak getire olur birçok kişide, bendenize de bazen oluyor. Siyasiler hakkında yazarken örneğin ya da Diyanetin başında oturup bütün Müslümanların başı sayılan saygın insan. Ali beyin tamda 10 Kasım’da malum kişiyi ziyaretinde. Üstelik üzerinde taşıdığı mevkiinin kılık kıyafeti, korumaları ve tabi makam arabası ile.

Ne denir? Bendenizce olabilir. İnsanlar istedikleri insanları ziyaret edebilirler, bu bir vatan haini ya da bir din tanımaz da olabilir. Kime ne ki? Ancak sıradan bir insan değilseniz, bir mevkii temsil ediyorsanız, bunu yapamazsınız. Üzerinizdeki cübbeyi çıkarın, korumaları ve makam aracını da atın, o zaman kimi isterseniz ziyaret edin. Bizde konuşursak “kul hakkını alıyorsunuz” dediğinizde gerçekten öyle yapmış olalım. Şimdilerde ne yazık ki siz kul hakkına girmiş oldunuz. Oturduğunuz makamın kurucusunun hakkına. Şimdi ne olacak?

Bendeniz olsam çok üzülürdüm “bir hata yaptım” derdim” ve “hatamı istifa ederek ödemek istiyorum” derdim.

Aklım bu kadar sinirlenmeme izin veriyor bu sabah? Daha çok şey var sinirleneceğim örneğin bu beyefendiye sahip çıkanlar, sürekli gündem değiştirenler ve vahşi kapitalizmin yaşattıkları ve tabi bir eli yağda bir eli balda yaşamaya devam edenler, sanki bu dünyada yaşamıyorlar, ayakları yere değmiyor, başları havada boş başakları imrendirir.

Ve aklımı seveyim bu sabah.

Ve aklımı seveyim ve akalımdan nefret ediyorummmmm.!!!!

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım hep birlikte… Aklınızı sevin, kendinizi sevin, börtüyü böceği sevin. Ve istemiyorsanız hiç kimseyi sevmeyin kendinizde dahil. Bu da özgürlüğümüz olsun canımmm… Yase

& & & & &

Doktor ve Görev

(Gerçek bir hikâye) Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis, çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan servisleridir. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı aksam tedavilerini henüz bitirmiş ofiste cay içmeye gitme telasındaydım Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep dağılmış saç bas karışmış yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim karsıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu içlerinde çocuklarında bulunduğunu damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin icapçı beyin cerrahi hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum. Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu: -Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar? Gelmek zorundasınız!  Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz çok önemli bir davetti madem. Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?”

Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak acil servisine gittim. Her yer kan revan içinde ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı. Bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum ama her kez elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu. Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yas arası bir genç vardı gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu. Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun basına giderek ilgilenmeye çalıştım şuuru yerindeydi konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu. Hayatinin son anlarını yasadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede üzülüyordum onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı.

Genç iyice kötü olmuştu ellerimi sımsıkı tutuyordu bırakma dercesine gözlerinden yaslar süzüldükçe kendimi bende tutamaz hale gelmiştim eğildim yanaklarından öptüm. Bırakmayacağım seni sakin ol, üzülme sakin diyordum hiç tanımadığım daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor sanki onun acısının aynisini çekiyordum. Çok acı çekiyordu hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum o artık aramızda değildi bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor içimden lanetler yağdırıyordum. Derken beyin cerrahi hekimi gelmişti. Hastanın daha doğrusu henüz ölmüş gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum yemekli bir davetten gelmişti acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizimi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile. Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti Seni yeniden andım KEREM ruhun şad olsun hayattaki bir saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost. (1986)

Günün Şiiri

Gafil Gezme Şaşkın

Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün

Yalan dünya senin olsa ne fayda

Akibet alırlar tatlı canın

Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Söylersin de söz içinde şaşmazsın

Helâli haramı yersin seçmezsin

Nasibin kesilir de sular içmezsin

Akar çaylar senin olsa ne fayda

Söylersin de el içinde sözün var

Yeler çalışırsın oğlun kızın var

Bu dünyada üç beş arşın bezin var

Bedestenler senin olsa ne fayda

Bir gün alır götürürler evinden

Hakk´ın kelâmını koyma dilinden

Kurtulaman Ezrail´in elinden

Dünya dolu malın olsa ne fayda

Pir Sultan Abdal´ım çıktık oturduk

Kaza lokmasını burda yetirdik

Dünya bizim diye çektik getirdik

Yalan dünya bizim olsa ne fayda

Pir Sultan ABDAL

Gizli Bakışlar

Bir bakışki açıyor gönül muammasını,

İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,

Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,

Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.

Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,

Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır

Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,

seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Tabiat Odam

Severim kırlarda ben yaşamayı,

On iki ayı.

Severim kırların yeşil göğsünü,

Bütün süsünü.

İstemem başımın üzerinde dam,

Tabiat odam.

İstemem topraktan başka bir yatak,

Kehkeşanlar tak.

Kuşlardan savrulan bir incecik tüy,

Üstümde örtü.

Ve aydan kırpılan bütün yıldızlar,

Rüyamda kızlar.

Her sabah neşeyle uyanan bir eş,

Koynumda güneş.

Dallarda ötüşen kuşlar kabilem,

Bilmezler elem.

Ağlarsak bizimle beraber olur,

Hemşirem yağmur.

Sızlarsak bizimle beraber sızlar,

Kardeşim rüzgâr.

İsteyen toplasın binlerce arşın,

Karlardan kışın.

Mutlaka öptürür bağlarda temmuz,

Çıplak bir omuz.

Severim kırlarda ben yaşamayı,

On iki ayı.

Severim kırların yeşil göğsünü,

Bütün süsünü.

Ölürsem istemem ne yas, ne kefen,

Ne başka bir fen.

Üstümden kalkmasın çimen, çiy, yosun,

Ruhum uyusun.

Ahmet Kutsi TECER

Günün Fıkrası

Bir mühendis ölmüş ve büyük bir yanlışlık sonucunda cehenneme atılmış. Cehennemin konforundan hoşnut kalmayan mühendis bir takım iyileştirmeler yapmaya başlamış. Kısa bir süre sonra cehennem, klimalı odaları, otomatik tuvaletleri, asansörleri, içecek otomatları ve diğer lüksleri ile bayağı rahat bir yer haline gelmiş. Bu arada mühendisin de iyice tanınıp sevildiğini söylemeye gerek yok. Derken, günün birinde Cennet Meleği, şeytanı aramış: “Selam, cehennemde işler nasıl gidiyor? Neler yapıyorsunuz?” Şeytan, memnun mesut gülümsemiş: “Ohoo.. Biz burada çok iyiyiz. Bir mühendis düştü buraya ki sorma gitsin. İnanılmaz lüks ve konforlu bir yer yaptı bizim orayı. Bir görsen, tuvaletlerimiz otomatik, kola makinemiz bile var.”

Melek şaşırır: “Nee! Mühendis mi dedin? O adamın burada olması lazımdı. Çabuk onu buraya gönderin!”

“Mümkünü yok! Kadromda bir mühendisin olmasından çok memnunum ve onu burada tutacağım!”

Cennet Meleği sinirle bağırmış: “Onu çabuk buraya gönder, yoksa seni dava ederim!”

Şeytan katıla katıla gülerken şunları söyler: “Yok yaa! Nasıl yapacaksın bunu? Bütün avukatlar bizim tarafta!…”

Günün Sözü

Arkamda yürüme, öncün olmayabilirim, önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece eşit oluruz.
Ute Kabilesi

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here