Güzel Şeyler…

0
96

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün izlediniz mi Avusturyalı ekstrem sporcu felix Baumgardner’i. Paraşütle dünyaya inişini. Geçen haftadan beri rüzgarın uygun olmasını bekliyordu ses duvarını aşarak stratosfer tabakasından kendini boşluğa bırakıp rekor kırmak için. Bizde heyecanla bekliyorduk. Hatta korkuyla, hayranlıkla, kuşkuyla ne bileyim bütün insani duyguların bilinen bilinmeyenleri ile. Nasıl bir sinir sistemi nasıl bir adanmışlık, nasıl bir kararlılık ve nasıl bir cesaret!! Demek gerçekten insan kafasına bir şey takınca yer gök ona yardım ediyor ve olmaz sanılanlar olabiliyor. O düşüşe hazırlandığını okuduğum andan beri onu düşünüyorum. Başarabilecek mi nasıl dayanacak diye. Ama başarabilirmiş insan her şeyi aslında ve Felix bunu kanıtladı.

Doğrusu tarihe adını yazdırmayı çoktan hakketti. Düşünün 38 bin 700 metreden Dünya’ya atlıyor. Bin değil on bin değil 38 bin. Yani ses duvarını aşmak! Tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği bu denemeyi dün bizde tv’den kısmi olarak izleyebildik ve sonunda rahat bir nefes aldık. Baumgardner, 52 yıldır kırılamayan en uzun serbest düşüş, en yüksek atlama, balonla en yükseğe çıkma ve en hızlı insan rekorlarını hiçbir hava aracı korunması olmaksızın kırmak için kendini boşluğa bırakmıştı ve bunlardan üçünü gerçekleştirdi!! Dehşet bir şey tek kelime ile. 2 saat 40 dakikada helyum balonla çıktığı yükseklikten 15 dakika kadar bir süre ile yer yüzüne inmek nasıl bir şey acaba?

& & & & &

Ses duvarını aşacak kadar yükselip sonra yere inmek nasıl bir şey acaba? Son yıllarda galata kulesine bile çıkmaktan korkan ben, doğrusu bu rekor denemesinden çok ama çok etkilendim ve sersem gibiyim hala.

Ve sevgili okuyucularım bülbülün çektiği dilinden, bizim çektiğimiz ise havadan bu günlerde. Boşa dememiş şair “beni bu havalar mahvetti” diye. Hoş herhalde bu havalardan şikayet etmeyen yok gibi. Mevsimsel değişken havalar, değişken ruhumuza yaramıyor nedense. Kendimizi bir koyuversek başlayacağız hapşı tıkşılara, kırın mırınlara. Ama bizde nerede o uysallık. İlla direneceğiz kaldırım karoları arasında doğup büyümeden milyon kez üzerine basılarak ezilen ama yinede dimdik minnacık başını her ezelimden sonra doğrultan otlar gibi, günde milyon hatta bazen her adım da ezilen o yeşil minik şeyler, hayata sımsıkı tutunurlar, bazen onlar kadar güçlü olmadığımdan yakınırım. Ancak anlıyorum ki bu günlerde onlar kadar hatta daha çoğu kadar güçlüymüşüm. Her ne kadar çok etkilendiysem de 43 yaşındaki Felix’ten yinede kollarımı iki yana açıp pazılarımı şişirerek “güç bende” diye bağırasım var valla.. Neden acaba? Başım zonkluyor ve burnum kulaklarım dolu, sesim göçmüş, elimde mendil merdivenleri ikişer, ikişer sabahtan beri on kez tırmandığım için mi acaba güçlüyüm? Yoksa seni öldürmeyen şey seni güçlü yaptığı için mi?

Evet tamda bu! Havanın değişkenliği, ruhumuzun iniş çıkışları, yüreğimizin med ceziri derken biz yinede ayaktayız ve gülümsüyoruz hayata umutla. Ve bu umudun nedeni minnacık, ufacık şeyler… Bir limon ağacı örneğin… Ve ona geçenlerde getirdiğim iki arkadaş, portakal ve nar ağacı… Allah’ım ya rabbim bu nasıl bir güzellik. Sanki doğayı yeniden keşfediyorum. Sanki dünyada portakal limon ve Nar ağaçları görmemişim! Bu nasıl bir şey ya? Valla şaşkınım kendimden ve hissettiklerimden. İşte size kocaman gözünü açtığı anda görmeye başlamış bir görmemiş şaka bir yan sevgili okuyucularım. Ruh sağlığı dedik geçenlerde öyle ruh sağlığı konuşulup bitecek konulardan değildir. Ve ne yazık ki ruh sağlığı aslında pamuk ipliği kadar kırılgandır. O ipliği sürekli korumak ve beslemek zorundayız. Yoksa o bir koptu mu artık elden bir şey gelmez. Koptuğu yerde kalır.

Ve bu günlerde hepimizin kendine göre sorunları var. Ve bu sorunlara dikkat edelim ki ruhumuzun pamuk ipliğine dokunmasın. Bu yüzden sevdiğimiz şeyleri arayıp bulmak zorundayız, karamsarlıktan kurtulmak ve ruhumuzu doyurmak zorundayız. Güzellikle ve sevgiyle… Mutluluğu aramayalım mutluluk her yerde yalnız bakmayı bilelim ve hepimizin yapmak istediği en azından bir şey var bu hayatta. Yapabileceğimizi yapalım yapmaya çalışalım. Ve biz ayağa kalkınca, yer kalkıyor yardıma, gök, iniyor yardıma unutmayalım. Ne yalan söyleyeyim çok seviyordum ağaçlarım olsun çiçeklerim, böceklerim falan fakat o kadar kendimden geçmiştim ki, hiç aklıma bile gelmiyordu bir ağaç almak ya da başka bir şey. Allah’tan abim inat etti hatta kavga ettik onunla, olmaz istemiyorum falan diye.

Ama o çok kararlıydı ve ben onu kırmak adına çıktığım yolda aslında kendimi buldum. Ve bir silkelendim. Silkelememle birlikte doğada silkelendi ve yardıma hazır vaziyete geldi. Ben kalkıp gidip bir ağaç alacağım hiç bilmediğim bir yerden! Uff ya duyda inanma ama inanmadığın şey başına geliyor. Ve bir ağaç değil şimdi üç ağacım var. Ve yakında kim bilir ne kadar olacak. O ağaçlar geldiğinden beri değiştim sabah uyanmak için nedenim var artık. Bu ne kadar önemli bir şey biliyor musunuz? Hapşı tıkşılara, yenilmiyor merdivenleri günde on kez tırmanabiliyorsunuz o sevinçle.

Sevgili okuyucularım kendinize rağmen kendinize bir iyilik yapın ve hayatınıza neşe katacak bir şeyler bulun inanın çok sevineceksiniz. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

Günün Şiiri

GENÇ ÖLMEK

Ay mıdır kar mıdır pencerede

Boğulmuş çocukları martılara taşıyan

Kara köpek karşı kıyıda uluyor

Bence o çocuk öyle gülmemeli

Atları çayıra saldım diş kamaştıran erik ağaçları altına

Nisan toprağı kalbimde ağarıyor

Bence o çocuk öyle gülmemeli

Şimdi bir kadın çay demlese

Bahçemdeki korkuluk nar ağacıdır

Erken ölmüş, iyi giydirilmiş

Sular soğuyor ovada duran ince gölgesinde

Büyük ateşler, kuytu köyler gibi

Alınlarına vişne çiçekleri yağan

O kızlar, delikanlılar ve lohusalar

Oyulmuş bir bebektirler ıhlamurdan

Kestane mangalları, masallar, talikalar

Ölüm alışsın artık bize

Bir dans gibi bahçemize gelsin

Gelsin otursun ılık minderimize

Ben o çocuk öyle gülmemeli

Ay kar gibidir pencerede

Ergin GÜNÇE

 

MANDOLİN

Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

Kır kahvesinde çocuklara çalardı

Temmuz örerken evini sarmaşıkla

Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi

Serilince bahçeye rakı sofrası

Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları

Ne yalnızlık kalır ne aşk

Ne gizlice bildiği av şarkıları

Ay dudağında kuruduğu zaman

Ve ne zaman görse çocukları

Serin yaz geceleri penceresinden

Balkona akınca gölgesi

Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası

Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan

Şimdi kış ve uykusuz çocuklar

Uzak bir mandolin kulaklarında kalan

Ergin GÜNÇE

Günün Fıkrası

Komutan emir erini çağırmış; “Bana çabuk bir lazer yazıcı bul getir.” “Emredersin komutanım.” Bir saat sonra emir eri yanında başka bir er ile gelmiş. “Lazer yazıcıyı getirdim komutanım.” “Hani nerde lan?” “Komutanım bu arkadaş laz bir erdir ve bizim bölükte yazıcıdır!” “Ulan iyi ki scanner istememişiz be!”

Günün Sözü

Bir yapıt oluştururken en son bulduğumuz şey, en başa neyin konulması gerektiğidir.

Blaise Pascal

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here