Son Aşk-Sevginin Başlangıcı

0
83

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu hafta kendimi masalcı nine gibi hissediyorum, sayfamda sürekli öyküler, masallar… Valla çok yoğunum, çokta yorgun, günlerce, hatta aylarca uyuyasım var. Bu yüzden değişiklik oldu bu hafta sayfamda ama olsun bence de öykü okumak her yaşta güzeldir. Birde şiir varsa, uyduruk, kıytırık, sinir bozucu yazılardan çok daha iyi olur diye düşünüyorum ve şimdi yine en güzel şiirleri ve öyküleri sizler için derledim. Sağlıkla, sevgiyle kalalım, her zaman ayrımsız, gayrım sız. Yase

& & & & &

Sevginin Başlangıcı

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük.

Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar.

Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı… Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an.

Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi var oluşumu unutmak mı?. Ya da daha derin algılamak mı?. Kendi var oluşum. Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu?…

Yaşamın, daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı.

Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. (…) İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması.(…)

Her anı ölüdür.

Şimdi sen de bir ölüsün. Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım sözcüklerime dönmem gerek. Sözcüklerim olmadan o gökyüzüne nasıl dayanabilirim. O caddeye, o geceye, gecelere, uykuyla uyanıklık arasında öylesine yatıp uyuyamadığım için sinirlendiğim ve her şeyi düşünüp, kalkıp düşündüklerimi sözcüklere çeviremediğim gecelere.

Ya da uykunun ölümsü derinliğinde var oluşumuzun küçüklüğünü algıladığım gecelere Bu yaşama ancak beni içimde esen rüzgarları, içimde seven sevgileri, içimde ölen ölümü, içimden taşmak istiyen yaşamı, sözcüklere dönüştürebildiğim zaman ve sözcükler, o rüzgara, o ölüme, o sevgiye yaklaşabildiği zaman doluyor.

Başka hiçbir şey…

Sevgi, istenilen bir olguya aktarılır, aktarılabilir. Çeşitli anlara, çeşitli insanlara, çeşitli kentlere, caddelere, tepelere aktarılabilir. İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyük. Yaşam acısı.

Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.

Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, aşık olmakla yetinemezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entelektüel örgüsü yoktur. (…)

(…) Ondan, bu duygudan, bu istekten, içimizde yaşatma çabası gösterdiğimiz bu sevgi özleminden, özlemin biçimlendirdiği kişiden, düşüncelerimizin biçimlendirdiği derin bağlarda, bu duygular kendi dünyamızda, yalnızlığımızda kalsa da, bir rahatlık, bir kalıcılık, bir hoşnutluk akıyor. Susarken, yürürken, sigara içerken, bakarken, uyurken, severken, boşalırken…

Bu duyguyu yitirmediği sürece insanın bunalımı bile anlamlı. Duygular bir kişi olarak belirmese de. Ama insan bu duygularını, birinin tenine, bedenine aktarabilirse, bunu başardığı an yaşam inandırıcı oluyor.

İnsan hiç geçmesin istiyor var oluşu. Bu duyguyu yitirmemen gerek. İnsanda biçimlenmese de. Bu duygu beni yenen, içimde yaşayan ve ölen canlıyı yenen tek duygu…

Hiç durmadan dokuz saat araba kullandı. Kendi içine yönelik bir yolculukta… Kendi derinliklerine varmak istediğinde. Üstelik yirmi yaşının verdiği doldurulması olanaksız kaygının baskısı altında… (Ama kırık yaşında olan ben neden bitirmiyorum kendi içime olan yolculuğumu.)

Ama bitirme, bitirme. İnsan yirmi yaşında ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girer ya da var olur. Uyum istemiyor, var olmak istiyor. Gidiyor. Sınırlarını zorluyor. Ben de gidiyorum. Henüz uyum duyacağım hiçbir şeyle karşılaşmadım.

(…) Oysa sevgiyi genelleştirebilmek için insanın kendisini tümüyle egemenliği altına alabilmesi gerek. Zaman zaman kendi kendimden çıktığımda, başlangıçtaki bir genç gibi bocalıyorum. Oysa ben, hiçbir zaman, hiçbir olgunun başlangıcında olmadım.

Her zaman, her başlangıç ve her son belliydi benim için. Yaşamı tıpkı, aynen Anadolu’nun sıkıcı küçük kentlerinde bulduğum biçimde avucuma ya da düşünceme ya da gözlerimin ufkuna aldım ve sonra kendi beğenime göre istediğim biçimi verdim bu önümden gelip geçen ya da benim önünden geçip gittiğim yaşam denen olguya. O durgun bunalım canlı oldu ve canlı olan durgun, bunalımlı.

Yeterince dolaştım dünyayı ve anladım ki her insan iyi ve her biri diğeri ile eşdeğerde.

(…) Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, diriltiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz.

Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.

Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanına yada hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.

(…) rastlantılardan oluşan bir yaşamın yaşam olmadığını düşünüyorum. Ve kendime gerçekten rastlantılardan sıyrılıp sıyrılamadığımı soruyorum.

Tezer ÖZLÜ

Günün Şiiri

Son Aşık

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım.

Ey sevdiğim ben umutsuz değilim gene

Ak düşünce saçların kumral rengine.

Kollarında son aşkın ben olacağım.

 

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen

Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün

Sen benimsin büsbütün terk  olunduğun gün.

O mukadder günü,

Bilmem düşündün mü sen?

 

Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar

O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar

Esirgeme gözlerimden bir son buseni

 

Kirpiğinden yavaş yavaş, bir damla aksın

Çünkü ruhum sen de o gün anlayacaksın

Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni seni.

Faruk Nafız ÇAMLIBEL

Zeybeğin Ölümü

Zeybeğimi bir kaç kızan, vurdular

Çukurda üstüne taş doldurdular

Ya bir de kalkarsa diye kurdular

 

Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana

Allah deyip şöyle bir doğrulsana!

 

Zeybeğim kalkamaz dirilemez mi?

Odası mühürlü girilemez mi?

Şu ters akan sular çevrilemez mi?

 

Ne güne dek böyle gider bu devran

Zeybeğim bir sel ol bir çığ ol davran!

 

Kır at zincirlenmiş ufuk sahipsiz

Han kayıp hancı yok konuk sahipsiz

Başköşede sırma koltuk sahipsiz

 

Kızanlar, dört yandan hep abandınız!

Zeybeğin kanına ekmek bandınız!

 

Bilemem susarak ölmek mi hüner?

Lisan çıldırıyor dil nasıl döner?

Ondan son iz uzak, uzak bir fener

 

Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!

Diriye yanarım ölüye yanmam!

 

Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?

Tesbihi dökülmüş aranır nine

Balonu yok ağlar çocuk haline

 

Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün

Bir öldün beni de bin bir öldürdün!

 

Beyni tırmık tırmık pençelere sor!

Mevsim niçin ölgün bahçelere sor!

Sor; çukuru nerde,serçelere sor!

 

Ağla, bir dinmeyen hasrete ağla

Zeybeksiz yolları gözetle ağla!….

Necip Fazıl KISAKÜREK

Günün Fıkrası

Deve

Genç deve annesine sormuş: “Anne niye bizim ayaklarımız bu kadar büyük?”

Anne cevap vermiş: “Çölde kuma batmamak için.”

Genç deve tekrar sormuş: “Peki kirpiklerimiz niye bu kadar gür.”

Anne tekrar cevap vermiş: “Çölde kum fırtınalarında kum kaçmasın diye.”

Merakı yatışmamış olan genç deve bir soru daha sormuş: “Bizim niye hörgüçlerimiz var.”

Anne deve sabırla yanıtlamış: “Çölde çok uzun süre susuz idare edebilmek için suyu hörgüçlerimizde depolarız.”

Sonunda dayanamayan genç deve sormuş: “Peki biz Ankara Devlet Hayvanat Bahçesinde ne halt yiyoruz??”

Günün Sözü

Görmeden görebilirim ama düşünmeden düşünemem.
Paul VALERIY