Seçime Günler Kala

0
71

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Secimler yaklaştı, seçim yatırımı olarak sanırım, İskenderun’da,  bakımsızlık, boş vermişlik ve eski dosyaları ortaya çıkarma kullanılıyor. Her yer bakımsızlıktan, pislikten dökülüyor. Ne düşünüyor belediyenin başındakiler bilmiyorum. Özlediğimiz yağmur geldi nihayet ama o ne pislik kardeşim ya? Yağmur güzel ama İskenderun’un sokakları, caddeleri, tepeleri perişan ve ilerisini ve gerisini hiç söylemiyorum bile. Tam bir keşmekeş ancak ona söylenecek sözümüz yok. Tamam, bu duruma katlanacağız tabi gelecek için. Ancak sokak araları,  kırık dökük asfaltlar ve kaldırımlar ve en iğrenci o kaldırmalardaki köpek dışkıları, kedi ve köpeklere bırakılan iğrenç ötesi kaplardaki yemekler? Ve ben deniz İskenderun’un kenar mahallelerinden söz etmiyorum, çevremdeki sokaklardan ve bizim sokaktan söz ediyorum yani okul sokağından ve arka sokaktan ve ön sokaktan! Ve kaldırım kenarlarını hatta kaldırımları işgal eden araçlar!

Tam bir geri kalmışlık, tam bir boş vermişlik, tam bir keşmekeş sanki sahipsiz bu şehir! Yeminle burnumu tıkayarak ve kaldırımda zikzaklar çizerek –köpek dışkılarına basmamak için- ilerlerken kendimden utandım! Ne yapıyor belediye anlayamıyorum ama seçim zamanı şu yolu yaptık, şu köprüyü yaptık diyerek sanki lütufmuş gibi konuşmayı çok iyi bilirler. Keşke doğru düzgün yapsalar da bizde dolu dolu teşekkür edebilseydik? “Evet seçtiklerimiz gerçekten iş yapıyorlar” diyebilseydik.

Her yer  inşaat  alanı, sormak istiyorum bu inşatlara park yeri yapma zorunluluğu getirilmişmiş mi ya da kaçında böyle bir zorunluluk var? Dört kattan sonraya  asansör  zorunluluğu getirenler neden park alanı bırakma zorunluluğu getirmiyorlar? Park alanı yoksa araçta olmasın kardeşim, koyun belediye otobüslerini tramvayları; toplu taşımayı geliştirin. Araç almayı güçleştirin, faizsiz banka kredisi ile nerdeyse hiçbir iş yapmayanların bile arabası oldu. Tepeden tırnağa tüketici toplumu olduk, üreten yok yiyen çok. Üstelik çoğu kredi kartı ile yapılmış alışverişler yani borç harç!

Kaldırımlar, yayalara bırakılsın mümkünse kardeşim ya! Köpek dışkıları kırık döküklükler, araçların üzerlerine park yapması  yetmiyormuş gibi  birde kuaförler kaldırım da müşterilerinin saçlarını fönlüyor, boya yapıyor zaten jeneratörleri kaldırımın yarısını kaplamış   birde kaldırıma yaslanmış devasa motorlar! Ya lahavle çekmeden, sabır dilenmeden geçip gidemiyorsunuz, nasıl bir aymazlık, nasıl bir rahatlık “ya siz kimsiniz kamu malı olan  bu kaldırımları bu şekilde kirletiyor işgal ediyorsunuz?” demiyor kimse diyemiyor!

Valla sevgili okuyucularım gülümseyelim falan diyorum ya yeminle gülümsemek gelmiyor artık içimden… Kendimi gülümsemesi, neşesi  gasp edilmiş, çalınmış algılıyorum, yağmuru da sevmiyorum artık bu yüzden ki yağmur bendenizin  nefesi gibi bir şey, nefes almaktan da vazgeçiyorum  sırf bu  yüzden. Sanki ortaçağın Fransa’sındayız. VİCTOR HUGO kitaplarındaki yoksul sokaklarda. Ve belediye  tarafından acilen bu köpek sahiplerine yaptırım  uygulamak  gerekiyor, köpeklerine sahip çıksınlar. Sokak köpekleri bile onların pislettiği kadar pisletmiyor etrafı. Kaldırımlar doğru düzgün onarılsın, kaldırım kenarına park yasağı gelsin. Kuaförler ve de  diğer esnaf kaldırımları işgal etmesin, herkes içeri girsin,  zaten  adım başı inşaat, onların çektikleri perdeler sokağa taşmış. Yeter ama  bu gariban insanlar isyan etmeden, lahavle çekmeden, sabır dilenmeden çekip gitsinler  işlerine, okullarına yani. Belediye eleman alsın, işçi alsın, bütün sokakları tek tek dolaşsın, eksik gedik ne varsa bildirilsin, bunları yapmıyorsa bile yazdıklarımızı okusun ve ciddiye alsınlar  bari! Biz yazmaktan bıktık belli ki kimsenin okuduğu yok, okuduysa bile ciddiye aldığı yok. Saldım çayıra Mevla’m kayıra durumları, anlayış, anlayış hep vatandaş mı anlayış gösterecek. Zaten pahalılıktan, vergilerden beli bükülmüş, yoksulluk sınır aşmış  işsizlikten depresyonda bundan fazlasına  dayananlara artık  ne denir bendeniz bilmiyorum ya da biliyorummmm.

Ve sevgili okuyucularım sinirliyim bu sabah gördüklerim yüzünden yoksa öyle uyanmadım. Sağlıkla ve sevgiyle kalalım, her şeye rağmen tabi gülümseyebilirsek gülümseyelim de. Hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Hazine Kitabı

Büyük Selçuk Sultanlığı döneminde İran’ın ufak bir şehrinde tek oğlu olan dul bir kadın yaşıyormuş. Dünyadaki hayatının sonuna gelmiş olduğunu hissedince oğlunu çağırmış ve ona şöyle demiş: “Çok güçlük içinde yaşadık, çünkü fakiriz; ama sana büyük bir zenginlik emanet ediyorum. Onu bana güçlü bir büyücü hediye etmişti. İçinde muazzam bir defineye ulaşmak için bütün gereken işaretler mevcut. Benim bunu okuyacak ne takatim ne de zamanım var. Şimdi onu sana emanet ediyorum. Talimatları uygula, çok zengin olacaksın!” Annesini kaybetmenin verdiği derin üzüntü geçtikten sonra oğul, o eski ve değerli büyük kitabı okumak üzere almış. Kitabın baş kısmında şöyle yazıyormuş: “Hazineye ulaşmak için sayfa atlamadan okuyunuz. Eğer hemen netice kısmına aktarsanız, kitap bir sihirle kendiliğinden yok olacak ve hazineye erişemeyeceksiniz.” Bundan sonra ise uzak bir ülkede birikmiş olan zenginliğin miktarından bahsediliyormuş ve ayrıca, bu hazinenin bir mağarada çok iyi korunmakta olduğu da yazılıyormuş. İlk sayfalardaki Farsça metin bir yerde kesilmiş ve bundan sonrası Arapça devam ediyormuş. Kendini şimdiden zengin olarak görmekte olan genç, başkaları da bu sırrı öğrenip, üstelik de kendisine yanlış bilgi vererek hazineye sahip olmasınlar diye metni tercüme ettirmeye teşebbüs etmemiş. Onun yerine büyük bir ihtirasla Arapça öğrenmeye başlamış. Sonunda metni mükemmel şekilde okuyacak hale gelmiş. Fakat bir noktadan sonra kitap Çince devam ediyormuş. Sonra da başka lisanlar geliyormuş. Genç adam azimle ve sabırla bunların hepsini çalışmış. Bu arada yaşamak için gereken parayı da bu öğrenmiş olduğu lisanlardan temin etmeyi başarmış ve bir süre sonra da başkentin en iyi tercümanlarından biri olarak tanınmış. Böylece, bir zaman sonra hayatı toparlanmaya başlamış. Birçok lisanda yazılmış bir dolu sayfadan sonra kitapta bu hazinenin nasıl idare edilmesi gerektiğine dair talimatlar varmış. Buraya geldikten sonra genç adam istekli bir şekilde iktisat ve ticaret öğrenmiş; ayrıca hazineyi bir kere ele geçirdikten sonra aldatılmalara maruz kalmamak için kıymetli metallerin ve mücevherlerin, menkul eşyaların ve gayrimenkullerin değerlerini belirlemeyi de öğrenmiş. Bu arada daha iyi bir hayat sürdürebilmek için de, öğrendiklerini uyguluyormuş. Hatta onun çok lisan bilen ve maliyeden iyi anlayan biri olarak şöhreti saraya hatta krala kadar ulaşmış. Ona önceleri bazı ufak vazifeler tevdi eden kral, sonunda onu krallığın genel valisi olarak tayin etmiş. Bir çok önsözden sonra kitap sonuna doğru gereken daha teknik konular giriyor ve büyük kapı nasıl inşa edilir, vinç nasıl kurulur, mağaraya erişmek için bocurgat nasıl kurulur, büyük taş kapılar açılırken, büyük taş kütleler nasıl çıkartılır, yol yapımında yolları düzlemek için dolambaçlı yerler nasıl doldurulur ve buna benzer konuları anlatıyormuş. Bu sırrını asla hiç kimseyle paylaşmayı düşünmeyen ve dolayısıyla hiç kimseden yardım almayan o dul kadının oğlu, böylece bilgili ve sayılan bir kişi olmuş. Daha ssonra mühendislik ve şehir planlamacılığı çalışmış. Nihayet, kültürü çok takdir eden kral, onu vekili ve sarayın mimarı atamış ve derken sonunda vezirliğe ükseltmiş. Gerçekten tüm krallıkta onun kadar ilme yatkın, bizim Hazine Kitabı’nı okuyacak kadar kabiliyetli bir kişi yokmuş. Artık son sayfaya gelmiş ve hatta bu son sayfayı okuyacağı aynı gün şahın kızı ile evlenecekmiş. En son yaprağı çevirip şu son cümleyi okumuş: “Bilmek en büyük hazinedir!”

Günün Şiiri

Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

 

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

Senin onu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de

korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları…

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

“O benim.” diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait

olacaksın.

Mesela turuncuya, ya da pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

Can YÜCEL

Günün Fıkrası

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a; “Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş: “Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”

Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp: “Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” demiş. Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’i işaret ederek söyle devam etmiş: “Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here