İlk Cemre Düştü

0
20

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İlk cemre havaya düştü. Ama herhalde havanın bundan haberi olmadı. Yurt genelinde soğuk ve kar yağışı sürüyor. Biz mi? Bizim işimiz kolay canım biz yine başladık tipik Şubat havası yaşamağa. Gerçi her zamankinden daha soğuk ama olsun güneş bir parlıyor her yer ısınıyor ya işte o yeter. Ama bir bulut geçsin önünden işi çabuk olamayan ve devamında çoluk çocuğu olan. İşte o zaman sıcaklık aniden düşüyor.

Ve insan kendini sıcak bir ortamdan sokağa atılmış gibi algılıyor. Yani şimdi bu durumdayım. Çatı katında oturmuş dizimde bilgisayarım elimde gazete okumaya çalışırken. Bir bulut gelip önümde durunca şaka yapmak ister gibi içime dek üşüyorum. Bulutla şakalaşmaya bir de rüzgâr gelince öyle sakin ve etkili. “Yapmayın ya  lütfen bırakında burada oturayım sıcak ve tertemiz  havada dağlara karşı yazımı yazayım üşümeden” diyorum.. Ama dinlemedi kimse beni ve ne yazık ki içeri girmek zorunda kaldım bu defada içerde kendimi sokağa atılmış algıladım. Ve bu günlerde sürekli kendimi sokağa atılmış algılıyorum nedensiz ya da nedenli? Ve yine evlerin içine bakıyorum. İnsanlar nasıl yaşıyor diye…

Ve içimden yükseliyor sözler, onları bir inci, bir mercan, bir yakut gibi saklı tutanlara. Aynen Behçet Necati’nin şiirinde söylediği gibi; -gizli bahçenizde açan çiçekler vardı.-. Gecelerde ve yalnız- vermeyi az buldunuz -yahut vakit kalmadı.-  söylemeye vakit bulamayanlara ya da söylemeye kıyamayanlara. İçerlediğim için. Ve acaba vakit bulup ta söyleyenleri duyabilir miyim diye kulak kesildiğim.

Aslında “SEVGİLERDE” adlı şiiri herkese defalarca okumak beyinlerine işlemek istiyorum. Çünkü o kadar çoklar ki gizli bahçelerinde solup giden. Yapayalnız ve zayıf… Sırf kendilerini aşamadıkları için.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım nasıl bir ahlak çöküntüsü içindeyiz?  Nasıl bu hale geldik, yoksa biz hep böyle miydik?  İnsanlık olmadan, vicdan olmadan, akıl olmadan, din olmaz keşke bunu bilseydik.

“Hırsız bizim hırsız vatan hainlerine oy vermektense” diyen zihniyetin elinde oyuncak olduk. Sormak lazım “İnsanları böyle sere serpe suçlamak iftira atmak hırsızlığı yeğlemek ilk başta günah değil mi?” Ve bunu söylemeye kimin nasıl hakkı oluyor? Bu insanlık mı? Bu siyaset mi? Sonrada birlik ve beraberlik reklamları bütün kanallarda dans ediyor. Sanırsınız ki gerçek!

Valla içimiz enkaz, dışımız enkaz durumdayız. Ve biz havadan, sudan, şiirden konuşabiliyoruz! Sanırım ruh sağlığımızı koruyabilmek için sözde siyasetten, sözde dinden uzaklaşıp gerçekten havadan, sudan, şiirden, öyküden söz etmemiz gerekiyormuş. Belki minik öyküler büyük mutluluklara yol açar olmaz mı olur kesinlikle.

Ve şimdilik sağlıkla sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım ayrımsız gayrımsız her zaman hep birlikte. Yase

& & & & &

Zenginlik ve Fakirlik

Seyyahın yolu uzak bir diyarda şirin bir köye düşer. Köylülere, tanrı misafirini ağırlayacak biri var mı diye sorar. Köylüler, seyyaha ancak çiftlik sahibi Süleyman diye birinin yardımcı olacağını ve oraya gitmesini söylerler. Seyyah yoldayken birkaç köylüyle daha sohbet eder. Köylülerden Süleyman’ın, o yörenin en zenginlerinden biri olduğunu birde Hasan isimli bir başka çiftlik sahibi olduğunu öğrenir. Seyyah, Süleyman’ın çiftliğine ulaşır.

Köylülerin dedikleri gibi Süleyman misafirini çok iyi karşılar. Seyyah çiftlikte yer, içer ve dinlenir. Süleyman’a ve ailesine kendisini çok iyi ağırladıkları için teşekkür eder ve tekrar yola çıkmadan önce der ki: – Böyle nimetlerle ödüllendirildiğin ve zengin olduğun için hep şükretmelisin. Süleyman da seyyaha der ki: – Zenginlik dediğin nedir ki, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen gerçek, göründüğü gibi değildir. Bu da geçer…

Seyyah, Süleyman’ın yanıtını uzun-uzun düşünür… Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı köye düşer. Süleyman’ı yine ziyaret ederim, beni güzelce ağırlar diye düşünür. Köylülerle konuşurken Süleyman’ın fakirleştiğini Hasan’ın yanında çalışmaya başladığını öğrenir.

Seyyah, Süleyman’ı merak eder ve Hasan’ın çiftliğine gider. Süleyman’ı eski püskü elbiseli, birazda yaşlanmış halde bulur. Nasıl oldu da hizmetkar olduğunu sorar. Süleyman çiftliğinin bir sel felaketinde yıkıldığını, tüm hayvanlarının telef olduğunu, topraklarının da işlenemez hale geldiğini, tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Hasanın yanında çalışmak zorunda kaldığını anlatır. Seyyah, Süleyman’ in haline üzülür. Süleyman, yine de seyyahı bir yere bırakmaz, son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır. Seyyah, vedalaşırken, Süleyman’a olup bitenlerden ne kadar çok üzgün olduğunu söyler ve Süleyman’dan su yanıtı alır:

–Üzülme… Unutma, bu da geçer… Uzun yıllar geçtikten sonra, seyyahın yolu yine aynı bölgeye düşer. Eski dostunu ziyaret eder. Bir süre önce ölen Hasan, ailesi olmadığından, bütün varını yoğunu, en sadık hizmetkarı ve eski dostu Süleyman’a bırakmıştır. Süleyman, Hasan’ın konağında oturmaktadır. Büyük arazileri ve binlerce sığırı ile yine o yörenin en zengin insanı olmuştur. Seyyah, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini dile getirdiğinde yine aynı yanıtı alır: – Bu da geçer…

Birkaç yıl sonra Seyyah yine Süleyman’ı arar. Ona bir tepe gösterirler. Tepede Süleyman’ın mezarı vardır ve mezar taşında şöyle yazmaktadır: “Bu da geçer…“

Seyyah, üzgün bir şekilde, “Allah Allah, ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl, Seyyah, Süleyman’ın mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortalıkta mezar falan kalmamıştır. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Süleyman’ın mezarından geriye hiç eser kalmamıştır. O yıllarda, ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini kaptırmasını önleyecektir.

Hiç kimse, sultanın istediği gibi bir yüzük yapamaz. Sultanın kuyumcusu seyyahın eski bir dostudur, ondan yardım ister. Seyyah, nasıl bir yüzük yapacağını dostuna söyler.

Kuyumcu yüzüğü hazırlar ve yüzük sultana sunulur. Son derece sade bir yüzüktür bu, Sultan yüzüğü inceler ve gözü üzerindeki yazıya takılır. Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır. Tam da istediği gibi bir yüzük olduğu için mutlu olur.   Yüzüğün üzerinde ne mi yazıyordur? “Bu da geçer…”

Hayat Akarken, zenginlik ve güzellikler içinde şükür etmek, fakirlik ve zorluklar karşısında umut etmek. Bu da geçer ve zamanın ne göstereceğini ancak Allah bilir.

Günün Şiiri

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki

Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü

Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdeniz’e

Can YÜCEL

Günün Fıkrası

Amerikan Delegesi Hanımefendi kürsüye gelmiş… “Geçen yılın kararlarını aynen uyguladım. Eve gider gitmez kocama: ‘Bundan sonra temiz çamaşır istersen kendi çamaşırını kendin yıka. İşte makine orda…’ dedim. İlk gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün bir baktım, makinenin başında sadece kendi çamaşırlarını değil, benimkileri de yıkıyor.” Alman Delegesi söz almış, arkasından.. “Ben de kararımız gereğince kocama: ‘Bundan böyle temiz tabakta yemek istiyorsan kendi bulaşığını kendin yıka’ dedim.. Birinci gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün baktım, makinenin başında sadece kendininkileri değil, benim bulaşıklarımı da yıkıyor.” Üçüncü konuşmacı bizden feminist kardeşimiz… “Türkiye’ye döner dönmez kararımız gereğince kocamla konuştum. Ona dedim ki: ‘Bundan böyle yemek yemek istiyorsan, kendin pişirmen gerekecek. İşte mutfak orada…’ dedim. Birinci gün bir şey görmedim. İkinci gün bir şey görmedim. Üçüncü gün sol gözüm biraz açılır gibi oldu, hafiften görmeye başladım…”

Günün Sözleri

Hepimizde başkalarına katlanacak güç vardır.
La ROCHEFONCAULD

Bazı insanlar ellerine geçen tüm fırsatlarda zorluğu, Bazı insanlarsa her zorlukta fırsatları görürler.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here