Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İyi Partinin kurucusu sayın Meral Akşener’e en az CHP’ye duyduğum kızgınlık gibi kızgındım. Ne yani var mı böyle bir şey, siz umut olun umutsuzlara sonrada “ben yenildim düş kırıklığına uğradım” diye kapıyı çekip gidin. Neyse ki yanlıştan dönüldü ve gül döküldü yollarına vay be ne romantik ama değil mi? Tarkan’ının şarkısı tamda şimdi söylenir valla. Üstelik yakışır kadınlara romantizm kaç yaşında olursa olsun. Şaka bir yana gerçekten düş kırklığına uğramıştık “ben yokum artık” dediği zaman. Zaten sayın İnce hayatımızın en büyük düş kırklığına uğrattı bizi CHP onun sayesinde neredeyse yok olmak üzere. Birde Meral hanımın yokluğu bizi tümden yalnızlığa itti. Umutsuzluğumuz tavan yapmıştı. Oh şimdi en azından bir ışık parladı soluk olsa da umut dolu.
Hoş geldiniz sevgili Meral hanım umut getirdiniz.
Ve Sayın İnce’ye gelince cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hepimiz destek olduk ama isten olmadı. olmayabilir ama seçim sonrası tamda birlik ve beraberlik beklenirken Sayın İnce önce kendi ile çelişti bir söylediği bir söylediği ile uymadı hala öyle. “Bir Sayın Kılıçtaroğlu’nun karşısına çıkmam” diyor bir kurultay için imza topluyor. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş siyasi partiler neredeyse olsa da olur olmasa da olur durumuna düşürülmüş siz ortada bir şey yokmuş gibi birbirinizi yemekle uğraşıyorsunuz yani gerçekten aşk olsun gerçekten CHP’ye yakışmıyor. Yerel seçim öncesi olacak şey değil doğrusu yok yazık ve hiç kusura bakmayın bütün bu olanlar insana garip şeyler düşündürüyor yani?
Kiminle konuşsam CHP bitti diyor, kendini yok etti diyor, oyumuzu vermeyeceğiz diyor. Aklını hemen başına toplayıp şu garip Kurultayı yapsınlar ne Sayın İnce ne Sayın Kılıçtaroğlu aday olmasın başkanlığa. Yepyeni yıpranmamış bir isim çıksın, başkan olsun, umut versin hepimize hiç kusura kalmasın iki lider de artık onlara güvenimiz ve de saygımız çok zarar görmüş durumda, daha çok zarar görmesin bari. Bu sözler ağır olabilir ancak konuştuğum nerdeyse yüzlerce kişi böyle düşünüyor, konuşmadıklarım ne düşünür bilmiyorum.
& & & & &
Garip bir ülke olduk, sinirlerimiz tavanda, tahammül katsayımız yerlerde sürünüyor. Biliyorsunuz geçenlerde Giresun’da 82 yaşında bir dede yatalak eşine ilaç yazdırmak isterken hayatından oldu. Olay çok üzücü, çok düşündürücü… Doktor Allah bilir kaç ameliyatın ardından nelerle uğraşmak zorunda kalmış, tahammülün son kırıntısı da 82 yaşındaki dedeyle yerle bir olmuş, polisten yardım istemiş. Polis zaten doktorları darp eden hasta yakınlarından tepesi atmış. Kelepçe takmış dedeye. Keşke doktor dahil olmak üzere polislerde biraz sabırlı olup adamı dinleseydiler, agresifliğe anlayış gösterebilseydiler. Belki bunlar yaşanmazdı. Ama dedik ya tahammül katsayımız sıfırın altında, öfkemiz, sinirlerimiz tavanda, tabi böyle olmak için nedenlerimiz var ama böyle olmaya hakkımız var mı? Şahsen bendeniz bu hakkı kendimde bulmuyorum.
Dün çocuklardan birini sinek ya da böcek ne ısırdığını net bilemiyoruz. Ama kolu anında şişti kızardı. “Hemen acile gidelim” dedik, gece saat 22.00. Bir gittik ki acil acil değil adeta poliklinik hastalar sırada, adı okunan giriyor. Bir tek doktor var. Bu doktor nereye yetişecek, kime yetişecek, acile gelen muhakkak acilliktir değil mi? Bekleyecek zamanı olmayabilir belki bazılarının, yani bir şey ısırmış ne olduğunu bilmiyoruz, kol şişiyor, belki zehirli bir şey ısırdı, hemen bakılması gerekmez mi “sıra” dedi güvenlik, hadi sıradayız, önümüzde 16 hasta var.
Ve kol şişmeye devam ediyor, diğer bekleyen hastalar sakin sakin oturuyor, kimse acillik gibi görünmüyor çok şükür ama ısırık belki çok önemlidir? Güvenliğe tekrar “ısırık bu ve şişiyor acil bakılması lazım” dedik oda gördü ki hastayı aldı “hemşireler baksın” dedi. Hemşireler “biz anlamadık” dediler ki doktor baktı hemen iğne falan ilaçlar yazıldı belki biraz daha geç kalsak belki kötü şeyler olacaktı ve biz o can havli ile belki sakin olmayacaktık. Ki sinirlerimiz baya gerildi yalan yok. Nedenimiz vardı ama hakkımız var mı bendenizce yok.
Ve bu gibi olaylar tıklım tıklım yaşanıyor her yerde hastaneler de çoğunlukta tabi. Sinirlerimize hakim olmak aslında hepimizin ilk işi olmalı özellikle bu günlerde yoksa işimiz iş valla. Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım. Ayrımsız gayrımsız hep birlikte… Yase
& & & & &
Gül Yaprağı
Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı…
Günün Şiiri
Günün Tükendiği Saatlerde
Günün tükendiği bu saatlerde
Tüm doğa canla başla çalışıyor.
Gece vakti bu yıldızlardan inen
Ne acayip bir korkudur kim bilir?
Etkisinde kalmış nice gizemin,
Kaygılı, bir yandan tir tir titriyor,
Karanlıkta, bilinmeyen bir gücün
Gözlerini üstünde hissediyor.
Ne büyük dehşet kendini tanımak!
Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak,
Ebediyetin içinde devinen
Varlığın merhametine kalmak!
Bu nasıl kara, zor bir bulmaca
Amaçlar ve çözümler gizleniyor,
Birileri titrerken aşağıda,
Yukarda birileri düş görüyor.
Victor Hugo
Doğaya Bak
Doğaya bakarsam aşık olurum
Doğayı seversem maşuk olurum
Doğayı korursam ışık olurum
Aşık maşuk ışık doğa değil mi
Doğaya kulak as biraz sevgi ver
Aşkın çilesini çektiğimiz yer
Nefes aldığımız verdiğimiz yer
Bizim için nefes doğa değil mi
Doğaya zulmeden kendine eder
Yaşam kaynağını dibinden budar
Kendisi yok olup ortadan gider
Her zaman kalıcı doğa değil mi
Doğa verir sana ekmek aşını
Üstünde görürsün her bir işini
Zulmeden belaya sokar başını
Doğayla barışan güler değil mi
Doğa da kurala uyan kazanır
Çok mutlu yaşayıp ömrü uzanır
Herkes kendisini çok güçlü sanır
Doğa hepimizden güçlü değil mi
Yeri göğü insan kirletmiş neden
Ozon tabakası delinmiş birden
Buna sebep olmuş uzaya giden
Dünya da sıcaklık artar değil mi
Kuzey de sıcaktan buzul eridi
Eskiden doğal bir düzen varidi
Ozon tabakası delinmiş miydi
Fazla ışın kanser yapar değil mi
Herkes ne yaparsa kendine yapar
İnsanlar yolundan ne çabuk sapar
Şu kara toprak da çok insan yatar
Doğa çok güçlüdür doğru değil mi
Erol Duran
Günün Fıkrası
Ev Ödevi
Bir çocuk babasına sormuş: “-Baba! İnsanları yapmadığı bir şey için suçlamak doğru mu?”
Babası: “Elbette hayır!” demiş. Çocuk kararlı bir şekilde şunu demiş: “-İyi o zaman ben ödevimi yapmadım”
& & & & &
Garson bifteği güçlükle kesmeye çalışan müşteriye pişkin pişkin gülerek, sorar: “Nasıl buldunuz?”
Müşteri yarı kızgın, yarı alaylı: “-Bizim meslekte buna birinci kalite denir.”
“O halde siz kasap olmalısınız.”
“Hayır, kösele tüccarıyım.”
Günün Sözü
Yoruldum; ayağımın değil, yüreğimin götürdüğü yerlere gitmekten. Sustum; dilimdekileri değil, yüreğimdekileri söyleyememekten…
Maksim GORKİ