Bölge Mimarimiz Tehlikede!

0
163

Son yıllarda gittikçe çok katlı yapılaşmalarına şahit olduğumuz şehrimizde, binaların zemine dayanıklılık faktörleri de ister istemez gündeme gelmektedir. Zemin etüt planlarını yapan uzmanlar, tabi ki gerekli araştırmaları yapıyor ve izinlerini ona göre alıyorlar. Geçmiş yıllarda bataklık diye bilinen İskenderun’da, bugün gittikçe betonlaşan ve çelik yapılarla çehresinin hızla değişmekte olduğunu gördüğümüzden dolayı kuşku içindeyiz.

Bina tabanındaki yerel zeminin jeolojik yapısı ve taban özellikleriyle, deprem esnasında bina yıkılmalarında en önemli faktörler arasında bulunmakta olduğunu göz önünde bulunduran uzmanların çizdikleri projelerin, ben jeolojik yapımıza uygun olduğunu sanmıyorum. Bölgemizin birinci derecede deprem kuşağı içerisinde yer aldığını bildiğimiz halde halen yeni projelerle yarışır haldeyiz.

1822 yılında oluşan deprem, Antakya, İskenderun, Belen ve çevresinde büyük yıkıma yol açmıştı. Daha sonra 1872 tarihinde meydana gelen şiddetli deprem, Antakya ve çevresinde 1500 ölü ve bir o kadar da yaralı bıraktığı gibi yapıların geneli kullanılmaz haldeydi. Allah böyle afetleri bir daha göstermesin desek de gerçekler ne yazık ki çok acı!. Deprem sarsıntısı ile yayılan artçı titreşim hareketi, zeminle bağlantılı olarak hasarları doğrudan etkilemektedir. Kötü ve dayanıksız bir zemin, deprem olmasa dahi çökmelere neden olduğu bilinmektedir.

Şiddetli bir depremde çok daha korkunç sonuçlarla şehrimiz her an karşılaşabilir. Çünkü deprem dalgalarının sert ve sağlam kayalardan geçişi ile gevşek zeminlerden geçişi birbirlerinden tamamen farklıdır. İskenderun’un gerçek bir eski mimari özelliği olduğunu sanmıyorum. Geçmiş yapı özellikleri genelde iki veya üç kat üzerineydi. Fransız yapı tarzı ile yapılmış binalarda göze çarpan, kalın ve yığma taşlarla yapılan duvarlar, dar pencereler ile geniş bir avlu etrafında oluşan yerleşim alanları idi… Evlerin genel hatlarıyla böyleydi. Tüm bunların tek nedeni vardı. Bataklık zeminin gittikçe milimetrik şekilde körfeze doğru akmasıdır.

Osmanlı mimarisinin olmadığı şu şekilde anlaşılıyor. 1500 yıllarında, İskenderun yalnızca bir balıkçı kasabası ve geniş yapıların imarlarına sahip olmayan zemin vardı. O yüzden Osmanlı eserlerini sert zeminlere binalarını yapmış ve bu yüzden de, dağ tarafları Osmanlı eserleriyle dolmuştur. İskenderun’da Fransız mimarisi ile yapılan, eski Adliye Binası, Kaymakamlık, Deniz Üst Komutanlığı ve Tugay Komutanlık Binaları, Devlet Hastanesi (şimdiki diş hastanesi)’dir. Oturum yerleşkelerinde ise İskenderun Gazeteciler Cemiyet binası ve Şehit ve Gaziler Dernek binası, Yenişehir ve Kurtuluş mahallelerinde yıkılmaya yüz tutmuş eski binalar ve Belediye sarayının karşısında bir sıra dizili binalardır.

Fransa’yı ve Fransız’ları hiç sevmem. Çünkü benim zayıf anımı fırsat bilerek, güzelim şehrimi işgal etmişlerdi. Bundan yaklaşık on iki sene evvel iş seyahati amacıyla Fransa’nın baş şehri Paris’e gittim. Orada kaldığım günler içerisinde bazı sahil kentlerini gezme imkânım oldu. Özellikle sırtını Alplere dayayan Nice kentini gördüğümde, İskenderun’u görür gibi oldum. İskenderun da tıpkı Nice gibi sırtını Amanos dağlarına dayamış uçsuz bucaksız sahil şeridi ile oluşan, masmavi denizi ile bu iki kent benzerliği görülmeye değerdi. Balıkçı lokantaları, çarşısı, pazarı tıpkı bizim kültürümüzün sanki bir yansımasıydı.

Orada adliye binası gibi birçok binaları gördüm ve şaşırdığımı tercümanımıza ileterek, beni bulunduğumuz yerde bir mimarla tanıştırmasını istedim. Şansım yaver gitti ve Nice kentinde tesadüfü bulunan Fransa’nın yeni ulusal müzesinin mimarı, hatırladığım kadarıyla Dominik ile müzede tanışıp sohbet ettik. İskenderun deyince adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. Dedeleri İskenderun’da uzun zaman kalmış hatta yerleşmeyi bile düşünmüşler. ‘İyi ki kalmadınız ve gittiniz, sizden kurtulduk’ dediğimde, gözlerime bakarak acı-acı gülümsedi.

Benim bilmediğim yönleriyle İskenderun’u, Fransız’ca anlatıp durmaya başladı. Söz mimariye gelip dayandığında ise eski binaların yerinde olup olmadığını sordu. Dedim hepsi yerli yerinde duruyor. Ama yeni projelerin hızla gündem kazandığını söylediğinde bana şunları söyledi; “…Ben İskenderun taban zeminini çok iyi biliyorum, çünkü üniversite mastırımı şehrinizin geneli için yaptım ve bu konuda da tezimi verdim. İskenderun’un yamaç dağlarının zemini sağlam ve oturaklıdır. İskenderun’un denizle birleştiği her yerin zemini yaklaşık elli metre derinliği ötesine kadar tehlikeli ve oynak zemine sahiptir. Şayet çok katlı ve ağır kütleli binalar yapılırsa bunun vebali ileride çok ağır olur…”

Biz farkına varmadan bölgemizde mimari çalışmalar yapılıyor. Vatandaşlarının can ve mal güvenliğini ön planda tutulan yapıtlarımızda her türlü önlemler alınıyor alınmasına da memleketimizin geleceği şimdiden tehlike içerisinde. Bir battı çıktı yapıldı, tabandan çıkan kaygan mil bataklık çamurlarını herkes gözleriyle gördü. İş makineleri kazdıkça hemen yeni mil akışları tabandan kazılan yere doğru akmaya başladı. Allah’tan facia erken görüldü ve önlemler alındı.

Her ne kadar önlemler alınsa dahi battı çıktının yan tarafında bulunan binaların temel altları boş gibi… İnşallah bir şey olmaz. Çok katlı binalar sahilde ve mahallelerimizde gittikçe çoğaldı. Nefes almamız artık gittikçe zorlanıyor. Olası bir tehlikede binlerce vatandaşlarımızın geleceği vahim! Bugün bu gerçekleri kucaklayanlar yarın ne şekilde hesap verecek?

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here