CHP’den Sayın Tayfur Saygılı ve Sayın Bülent Akbay Neden Aday Adayı Olmuyorlar ki?

0
74

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İskenderun’da  CHP şaşırdı herhalde. Ya da artık CHP’li kalmadı. Bana sorarsanız CHP’li yani gerçek CHP’li Atatürk’ün ilkelerine, politikasına ve düşüncelerine uygun kendinden bunlara ek yapabilen CHP’li pek az kaldı gözlemlerime göre. Belki abartıyorum ama görüşüm bu. Aslında diğer partilerle aramızda  hiçbir farkta göremiyorum çok zaman. Ben denizin politik  anlayışı zaten biraz uçlarda dolaşır hiç oraya girmeyim ve olanaksızın peşine takılmalıyım  diyerek hep kendimi törpüleme  gereği duymuşumdur. Ve kendime yakın değil ama Atatürk ilkelerine ve politikasına inandığım için adını da o verdiği için CHP’liyim. Sözlerim yukarda belirttiğim gibi yalnızca İskenderun CHP’si için kuşkusuz. Diğerlerini bilemem.

İkidir ilçe yönetimin kabul etmeyeceği adayları gündeme getiriyorlar “hayırdır” demek lazım değil mi? Sayın Mete Aslan yıllarca iyisiyle kötüsüyle hizmet verdi İskenderun’a. Seveni var sevmeyeni var. Onu karalamak ya da politikasını kötülemek olmamalıdır amaç ancak bir kez denenmiş yeterince hizmet vermiş bir insanı yeniden gündeme getirmek sanki CHP’de adam kalmamış gibi? Olmaz ama değil mi olmalıydı hiç aslında. Ve ilçe yönetimi tavrını koydu. Ama keşke üslup yine doğru kullanılmış olsaydı tavır konurken. Ve en büyük sıkıntı üsluba dikkat edilmemesi…

Şimdi başka bir aday var. O da CHP tabanından gelmiyor. Ve yine ilçe  yönetimi haklı olarak tavrını koydu. Ama yine üslup ona dikkat etmek lazım. Ben deniz doğrusu yüzüne  bir gün bakacağımız insanın ne önünde ne arkasında konuşulmasından yana değilim. Beğenmezsin  tepkini göster, herkes herkesi beğenecek, politikasını, yolunu yordamını beğenecek değil ya. Kimsede zorla dayatmıyorsa ki şimdi iki değişik adayın adının geçmesi dayatmaya girmiyorsa tabi.

Yine bendeniz dayatma gibi algılıyorum bu durumu ve herhalde şaşırdı CHP diyorum. Ve şimdi  öneriyorum ve soruyorum. 30 yıllık partili Doktor Sayın Tayfur Saygılı neden aday gösterilmiyor  ya da Avukat Sayın Bülent Akbay.

Doğru Bülent Akbay hem tabandan geliyor hem İskenderun’u çok iyi biliyor. Basından izliyorum belediye meclisindeki konuşmalarını kaçırmıyorum, çalışkan ve özverili olduğunu  sanıyorum. Ve en önemlisi bazen aykırı olabildiğini… Ve aykırılık dozunda olunca  ve kullanmayı bilen için bir artı puandır. Ve bendeniz artı puanımı ona vermekten çekinmem doğrusu. Şimdi geldi aklıma bu fikir! Gerçekten neden olmasın ki? Belki aday adayı gösterilebilir daha? Ya da belki göstermişlerde onlar kabul etmemişler! Olabilir tabi ama şimdi yeniden düşünmeye başlasınlar bendenizce! Dervişin zikri neyse fikri odur demişler.

Ve Türkiye gündemi dünden beri çok yoğun çok… Ve dün düşen helikopterde yaşamını yitiren 4 askerimiz için hepimiz ağlıyoruz. Mekânları cennet olsun diyorum. Vatan sağ olsun. Ve sevgili okuyucularım şimdi  hoşça kalalım diyorum, sağlık ve sevgiyle hep birlikte. Yase

Günün Şiiri

Bahar Ayları

Aha geldi geçti, bahar ayları
Kuş mu konar gayrı selvi dalına
Gel otur yanıma, ağlama bari
Türküler yaz duyalım dediler vay

Biterm’ola yüreğimin yarası
Merhemimdir kaşlarının karası
Elbistan ile Akçadağ’ın arası
Gönlüm düştü böyle tatlı geline vay

Ömür pençesini takip gidiyor
Geçtiği yerleri yakıp gidiyor
Biçare gözlerim akıp gidiyor
Bin dokuz yüz altmış yedi yılına vay vay

Der Mahzuni yüreğime can gelir
Dermansız doktorlar her zaman gelir
Azrail çökse de gene can gelir
Yeter ki al yatır beni koluna vay.

Mahzuni Şerif

Şubat Güneşi

Ruhum  Döndü…

Neyse onu geçelim bari temizleyin oradaki insanlara kanalı temiz tutmaları için müeyyide uygulayın. Temizlik ve doğaya saygıyı öğretin. Kimde var Allah aşkına sende demeyin şimdi? Yok bir şey yapılamadığı gibi birde yanlış bir şeyler yapılmışsa duvar çekmek gibi ilk yağmurlarda suların  taşması kaçınılmaz olur kuşkusuz. Gecenin sabaha yakın zamanında taşacağı gibi… Ne kadar suyolu varsa üstü örtülmüş önü çöple tıkanmış  hepsi intikam alırcasına onun karşıtı. Onlara dağlardan gelen sularda eşlik etti ve elbirliği ile İskenderun’da seli oluşturdular. Bir yerde doğanın intikamıydı, gözyaşı ve isyanıydı bu…

Ahmet sahil yolundan gidiyordu otogara, arabanın silecekleri  deli gibi çalışıyordu. “Anne dönsek mi?” diye önüne bakarak sordu. “Olmaz oğlum her yağmur da işimizi  askıya alsak kışın kimse çalışmazdı her halde.” “Ama anne bu normal değil gibi görünüyor.” “Öylede olsa gitmek zorundayım.”

Uçaklar kalkmıyor Hatay’dan pisti su basmış. Ama otobüslerde problem yok. Son dakikada vardılar otogara otobüs kalkmak üzereydi. Anne oğul çabucak kucaklaştılar, muavin çantayı bagaja attı ve hemen yola koyuldu otobüs. Ahmet “Yoldan ara merak ederim” diye bağırdı annesin ardından. Sesi yağmurda buharlaştı gitti ama o annesinin duyduğunu biliyordu… Aynı yoldan döndü saat daha sekiz olmamıştı. Sahil yolunu kullanıyordu  çünkü hem eve daha yakın hem de su birikintileri ile dolu olduğu halde bile diğer yolların hepsinden daha  güvenliydi. On dakikalık yolu yarım saatte alabildi. Aklı evde kalan kızdaydı. Hali hiçte normal görünmüyordu. Aklına dehşet bir şey geldi. Bu kız acaba madde bağımlısı mıydı? Hiçbir şey yememiş yalnızca suyla çay içmişti ve sürekli uyumak istiyordu! Yüreğini buz gibi bir elin sıktığını algıladı. “Hayır, olamaz” dedi kendine “olmaması lazım bu kadarı fazla olur ama.” Sonra “Ne düşünüyorum ya. Kızı daha yeni tanıyorum belki hala yol yorgunluğunu üzerinden atamamıştır, dalgınlığı bundandır” dedi kendine. Kazağının yakası boynunun sıkmaya başlamıştı bir eliyle onu gevşetmeye çalışırken az daha kaza yapacaktı.

Neden Ahmet bu kadar rahatsız oldu dersiniz bu düşüncesinden? Çok basit değil mi? Yakından yaşanan bir öykünün kahramanlarından biri olabilir  belki  ne biliyoruz ki hakkında? Ne iş yaptığını bile bilmiyoruz daha. “Lütfen öyle olmasın” diye sıkıntıyla kıpırdandı yerinde.

Eve nasıl geldi nasıl aracını garaja nasıl soktu, şimdi sorsanız anımsayamaz bile o kadar ki   düşüncelerinden telaşa kapılmıştı. Elektrikler her tarafta kesilmişti bu kez. Merdivenleri telefonun yardımı ile çıkmaya çalıştı ama yarı yolda şarjı bitti. Olsun körlemesine çıkmaya başladı. Bir kez saymıştı her katta kaç basamak olduğunu biliyordu.. Sayarak   çıkabilirdi ayağı bir yerde takıldı  ama hemen kendini toparladı. Basamak saymak onu sakinleştirmişti buna rağmen son kata gelince kapının önünde durdu, anahtarını kilide sokmadan. Kulağını kapıya dayadı içerden bir tıkırtı ya da ses duymayı umuyordu zahar? İnşallah kız karanlığa uyanmamıştı belki korkardı. Ama Ahmet bilmiyordu ki kız ne karanlıktan korkardı ne de başka bir şeyden. “Ben yarasa soyundanım” derdi kendine “karanlıkların dostuyum korku uğramaz bana.” Ama  onu korkutan aydınlıklardı. Canını yakan…

Ahmet eve girince hemen kızın yattığı odaya gitti kapısı kapalıydı. İçerden ses seda gelmiyordu. Bunun üzerine mutfağa gidip annesinin gitmeden önce hazırladığı mumları buldu. Birkaç tanesini yaktı evin her tarafına yerleştirdi. Evin içi hala sıcaklığını koruyordu bu sıcaklığı da korumak gerekiyordu.

Salonda  ancak zorda kaldıkları zaman kullandıkları bir şömine vardı  her zaman önünde ve içinde odun hazır olurdu. Ahmet odunları yerleştirdi, kibriti çaktı hemen alev aldı odunlar birazdan çıtır, çıtır neşeli, neşeli yanmaya başladılar. Başka zaman olsa Ahmet hiç uğraşmazdı. Ama şimdi küçük bir konuğu vardı ve onu rahatlatmaktan başka bir şey düşünmüyordu onu gördüğü ilk andan beri üstelik.

Mutfağa dönüp çayı yeniden ısıttı. Kendine bir çay koydu bilgisayarını açtı. Tam maillerini okurken kapıda bir karartı fark etti. Zeynep kapıya dayanmış incecik bir hayalet gibi öylece duruyordu. Duruşunda öyle bir hava vardı ki, ona bakanın yüreği titriyordu.

Ahmet’in de yüreği şimdi titriyordu; “Günaydın uykucu” dedi gülerek. “Seni gören de günlerdir uyumadığını sanır. Hadi gel otur. Çay sıcak” Zeynep  gelip oturdu  ama halinde bir gariplik vardı. Sanki başka âlemdeydi daha. Ahmet kızı izliyordu. “Ne haber uyanmadın hala sanıyorum. Banyoya gitmek istersin diye oraya mum koydum belki yüzünü soğuk suyla yıkarsan daha çabuk kendine gelebilirsin” dedi.

“Evet ya hemen yüzümü yıkayıp geleyim bari” diyerek kalktı ama yine başı döndü. “Yine mi başın döndü.” “Evet ama önemli değil hemen geçer” diyerek yeniden kalktı ama  bu kez daha ağır davrandı. Banyoya gidip yüzüne bol soğuk su çarptı. Kendini daha iyi algılıyordu. “Şimdi ruhum döner”  artık diye yüzünü kurulayıp mutfağa döndü. Mumların ışığında çok solgun çok ince çok naif görünüyordu.

Ahmet  kızın çayını hazırladı, yanına lokum, kurabiye, çerez falanda koymuştu. “Şimdi iyi misin?” diye sordu. “Evet, ruhum nihayet yeniden döndü bana” dedi neşeyle. “Ne dedin ne ruhun mu döndü?” “Evet, hiç duymadın mı?  Aborjin sözü bu.” “Hayır ya  duymadım” “Onlar uyku halinde iken, ruhun bedeni terk ettiğine inanırlar. Uyanınca da bir müddet gelmeyebilir onu beklemek lazım.” “Sende inanıyor musun buna?” “Evet tabi çok hoşuma gidiyor hem de…” “Doğru olabilir mi bu?” “Neden olmasın ki uyku bir ölüm halidir zaten, uyanınca yeniden dirilir insan.” “Hiç düşünmedim.” “Düşünecek zamanın olmamıştır boş ver gitsin” dedi. “Ben çok acıktım ya. Bu çerez falan şeyler beni kesmez valla.” “Öyle yağma yok, birlikte hazırlarız ne istersin? Annem hazırlamıştı bir şeyler.”

“Yok sen yanlış anladın, ben zeytin peynirden falan bahsediyorum. Sanki yüzyıllardır kahvaltılık yememiş gibiyim.” “Çok güzel omlet yaparım ister misin?” “Tereyağlı mı?” “Evet, çok isterim. Lütfen ya ayıp olmuyor değil mi?” “Ne deme mi istiyorsun? Evet, ayıp olur dersem ne olacak.” “Bir şey olmayacak yine sen yapacaksın omleti, haha” İçten ve kaygısızdı gülüşü zaten o hep böyle gülerdi. Ahmet’in içinden kıza sımsıkı sarılmak geldi tamda şu anda. Arkası Yarın

Günün Sözü

Her zaman zevk, zevk olmaktan çıkar. Bir şeye düşkünlük hayvanlarda bile yoktur.

F. M. Arouet VOLTAIRE

Ölüm bu; ne hükümdar tanır, ne soytarı; herkesi aynı iştahla yutar.

Victor HUGO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here