Yeni Yıl Kutlu Olsun! Yurtta Sulh, Cihanda Sulh Dileğim

0
65

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar kapalı İstanbul’da, yine “aptal ıslatan bir yağmur” inceden, inceden yağıyor. Bilmem elif, elif diye mi yağıyor, yoksa yıl boyu yaşananlara yazıklanarak mı veda ediyor? Nasıl yağarsa yağsın ne söylerse söylesin dilleri, bu sabah, eski yılın son sabahı. Düşünüyorum: bu son sabahta bırakabilir miyiz acaba bütün yıl yaşananları? Üzerimizden havaları dökülmüş, solmuş, pörsümüş, hırpalanmış, yıpranmış bir giysi gibi çıkarıp atabilir miyiz? Yepyeni bir giysiyi giyerek yeni yıla başlarsak, eski elbisemizi çamaşır makinesinde yıkayarak temizleyebilir miyiz, bütün kirinden pasından kurtarabilir miyiz?

Keşke yapabilsek, keşke yapabilecek kadar kendimizden kurtulmuş olabilsek. Ne yazık ki eski elbiseyi çıkarıp atabiliriz ancak tenimize işleyen hırpalanmışlıktan, pörsümüşlükten acıdan paramparça olmuşluktan kurtulamayız. Öyle olduğunu sansak ta…

Yeni beyaz bir sayfa açsak bile altında izleri vardır geçmişin. Yeni bir defter alsak, eskiyi atsak, parçalasak, yaksak hiçbir iz bırakmasak bile geçmişin yaşanmışlığı yüzümüzde, gözümüzde, saçlarımızda yansımaz mı?

Peki, bu kötü mü? Bence değil. Geçmiş bizim, bir yaş önceki halimiz. Bütün günahları sevapları ile. Ondan kurtulmaya çalışmak beyhude bir şeydir. Ne kadar onu eski bir giysi gibi üzerimizden çıkarıp atmayı arzu etsek de o içerde tenimizde işleyen yaramız. Dışarıda aynamızdır.

Evet, sevgili okuyucularım. Çokta güzel bir yıl geçirdik diyemeyiz kuşkusuz, “an”ların güzelliğini kaçırmamaya çalıştığımızda ancak nefeslendik gülümsedik.

Verdiğimiz şehitler bir-bir yüreğimizi falçata ile çizerek yerleşti bu yılda evlere ateş topları düştü her şehit haberinde. Onlarca çocuk babasız kaldı. Onlarca ana baba evlatsız, dünyada ve komşularımızda da ateş bütün hızıyla devam etti. Suriye allak bullak olurken, kardeş kavgasından en çok etkilenen bizler olduk. Yüzlerce Suriyeli mülteci ülkemize girdi. Onlarla birlikte bir sürü hareketlilik, görünen görünmeyen bir sürü şey oldu. Savaş rüzgarları neredeyse üzerimizden esti. Dilerim gitmiş olsunlar. Kadın cinayetleri tavan yaptı. Okul basarak, toplu katliamlar yapan sapıklar kanımızı dondurdu. Sokakta yaşananlarla hayatı korku filmi izler gibi yaşamaya başladık, ruh sağlığımız etkilendi, uykularımızda sayıklar olduk. Zihnimizin kaypak zemininde düşe kalka dolaşmaya başladık.

Yılın son günlerinde kıyamet senaryoları ile yatar kalkar olurken Göktürk uydusunu uzaya fırlatılması ile onurlandık. Ancak ODTÜ’deki öğrenci olayları ile üzüldük, olayların yankısı hala sürmekte. Üniversite gençliği adeta yeniden ikiye bölündü. Geçmişte yaşadıklarımızı anımsar olduk.

Daha gerilere gidersek Akdeniz Üniversitesinde gerçekleşen ilk yüz nakli ile baya sevinmiştik. Hatta coşmuştuk. Bununla beraber son günlerde yangınlar ile bir sürü tarihi mekânı yitirdik.

Ve bu yıla son aylarda damgasını vuran bence imarın olağan üstü gelişmesi. Cep telefonu ve tablet reklamlarının tavan yapması… TV’lerde ne giysem, ne yesem, evimi nasıl temizlesem nasıl yenilesem programları ile baya bir haşır neşir olarak kendi derdimizle ilgilenir olmamız… Saniye başı değişen gündemi böylece de kaçırmış oldu bazılarımız.

Her ne kadar üsten, üsten özetlemeğe çalıştıysam da bu yıl şahsen ben deniz için verimli bir yıl olmadı. İstediğim gibi birçok atılım yaptım ve başarılı oldum ancak gerçek başarıyı elde edemedim kendimce. Çünkü yine gidip, gidip geri döndüm ve elde ettiğim başarı aslında başarısızlığımı görmem oldu.

Ve gerçekten yeni yılda artık forma olan giysimi çıkarıp atmayı düşünüyorum üzerimden. Tenime işleyen ne varsa kazancım olacak. Hazineme eklediğim.

Yeni beyaz giysiyi ise annesinden korkan bir çocuk gibi ve deterjan reklamlarına inat “kirlenmek güzeldir” sözüne inat yeni bir yıla dek üzerimi kirletmemeye çalışacağım. Hatta yanımdakilerin de üstlerini kirletmemesi için uğraşacağım. Her ne kadar marifet içini temiz tutmak olsa da. Dışa yansıyan içtir zaten.

Ve sevgili okuyucularım geçmiş geride kaldı. Onu geri getiremeyiz ancak ondan ders alabiliriz. Bu yüzden geçmiş önemlidir değerdir. Ve geleceği bilemeyiz. Onun içinde geleceğe yatırım yapabiliriz iç temizliğimiz ve doğruluğumuzla. İçinde yaşadığımız zamanında anacak “an”larını yaşayabiliriz ve işte o anları gözden kaçırmaya çalışmalıyız diyorum. Hayatımızın hepsi yalnızca “an”ların toplamıdır çünkü. Ve bir tek “an” her şeyi içinde taşıyabilir. Atom gibi molekül gibi…

Çok neşeli bir yazı olmadı biliyorum zaten eski yazılarıma baktım hemen hemen çoğu neşeli değildi ya, artık geçmiş olan zamanda. Dilerim bundan sonra neşeli yazılarla karşınızda olurum. Ve dünyada sulh, cihanda sulh… Ancak bizi yürekten gerçekten sevindir diye düşünüyorum ve yeni yılda bunu diliyorum ilk başta. Ve sevgili okuyucularım her şey dilediğimiz düşündüğümüz gibi olsun diyorum sağlık, sevgi, neşe, birlik ve beraberlik ile. Yase

 

Yılbaşı Ağacının Öyküsü

Binlerce yıl önce, insanlar çam ağaçlarının sihirli olduğuna inanırlardı. Çünkü kış gelince tüm ağaçlar çıplak kalıp, yapraklarını dökerken, çam ağaçları yemyeşil kalmaya devam ederlerdi. Bu yüzden çam ağacını hayatın bir sembolü ve güneş ışığının, baharın yeniden geleceğinin bir işareti olarak gördüler.

Ayrıca, Almanya’da Martin Luther, karlı bir kış gecesi evine dönerken, ağaç dallarının arasında ışıldayan yıldızları görmüş ve o kadar hoşuna gitmiş ki, evine gidince ailesine bunu anlatmış, ama kelimelerle anlatmanın yetmeyeceğine karar vermiş olacak ki, dışarı çıkıp küçük bir ağaç kesip gelmiş ve ağacı yanan mumlarla süslemiş. İşte ondan sonra bu bir gelenek olup çıkmış. Tüm dünyaya yayılmış. İngiltere’de Kraliçe Viktoria, Prens Albert ile evlendiği gün Winstor şatosunda bir yılbaşı çamı yapılmış. Daha sonra göçmenlerle Amerika’ya da bu gelenek taşınmış.

Bir de efsane var: İsa’nın doğum gününde, tüm canlılar, bitkiler, herkes hediyeler getirmiş, zeytin ağacı zeytin, hurma ağacı hurma, elma ağacı elma vs. her ağaç kendi meyvesini getirmiş ama küçük çam ağacının getirecek hiçbir hediyesi yokmuş ve büyük ağaçlar onu göze görünmeyecek şekilde, arkaya itmişler. O zaman bir melek çam ağacına acımış ve bir grup yıldıza gelip çam ağacının dallarına konmaları için emir vermiş. Bebek İsa bu hoş görünümlü çam ağacını görünce, gülmüş ve onu kutsamış ve her yılbaşında, çam ağaçlarının her zaman çocukları memnun etmesi için ışıklarla donanmasını dilemiş.

Bir Yılbaşı Öyküsü – Vladimir Dudintsev

Bir grup bilim insanıyla ilgilenen, onları sokak aralarında takip eden, pencere camından gözetleyen bir baykuş…

O, ölümün habercisiydi, kancayı taktıklarını ölüme yaklaştırıyordu. Lakin, ilginç bir adalet duygusu vardı; kurbanlarını öylesine, rastgele seçmiyordu… Zamanı ve yeteneklerini hovardaca harcayanlar, yaşamın nabzını artıramayanlar baykuşla tanışıyorlar, baykuş da onları ölümle tanıştırıyordu…

Gölge gibi bir şey sokaklarda yorulmaksızın beni izlemekteydi, ama çok uzaklardan… Saklanmak gibi bir kaygısı olmamasına karşın, takipçimin yüzünü bir kez olsun görme olanağını elde edemiyordum. Kadın mı erkek mi olduğunu bilmediğim bu kimse, gözetleme noktası olarak karanlık kemer altların ya da evlerin girişlerin seçiyordu. Bazen apaçık güneş ışığına çıktığı da oluyordu, ama gözlüklerimi çıkartmak için elimi cebime atar atmaz bu yabancı arkadaş hemen bir duvarın arkasına çekiliyordu.

Benimle bu denli ilgilenen, sanki bana tutkun bu insanı görebilmek için… Gölgesinde gözden yittiği kapılara, kemer altlarına gidip birçok kez baktım, ama oralarda kimseyi göremedim. Aradan çok geçmeden mevsimin ilk ince tül gibi karı yağdı. Bir gece tenha bir sokakta tek başıma yürüyordum, arkamda ayak sesleri duydum. Daha arkamı dönmeden gelenin o olduğunu anlamıştım. Ani bir hareketle geriye döndüm.

Yaşamıma başlamak için ayaklarımın ucunda parıldayan zaman okyanusunun kıyısında duruyordum. Geleceğin köpüklü dalgaları bir biri ardından ayaklarıma vuruyor, beni ileriye gitmeye zorluyordu. Yarın bu ufkun öbür yanına doğru yelken açacağım.

Günün Şiiri

Eskimeyen Yeni Yıllar
usulca sokulur, hayata girer zaman
tık nefes biter, zaman biter işte o an
kalır geride bıraktıkların, bir de sen
hayatı içen ömür,artık giymiş kefen

geçen zaman mı? Hayat mı? Biten ömür mü?
takvimden kopan yapraklar, yoksa ölüm mü?

bitti eski yıl, geldi yeninin eskisi
bekleme boşadır, hiç gelmedi yeni yıl
artık hiç gelmeyecek yılların yenisi
artık hiç eskimeyecek yılların eskisi

İsmail Haşimoğlu

Günün Fıkrası

Kaç Yıldır Evlisin?

Bir gün Nasreddin Hocaya “kaç yıldır evlisin” diye sormuşlar. Hocada “200 yıldır” demiş. Adamda, “Ama hocam sen daha 65 yaşındasın o nasıl oluyor.” Hocanın cevabı hazırmış, “Sen bizim eve gel de günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini gör!”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here