Büyük Oğlum Sercan… (4)

0
35

*Dışarıda Hırslı Bir Yaşam, İçerde Hayatta Kalma Mücadelesi Vardı  

Bir süre sonra Sercan’ı G Bloktan A Blok’a aldılar. A Blok da yetişkinler yanında Çocuk Yoğun Bakım da vardı. Sedye içinde gelen bilinci açık ve kapalı çocuk hastaları ve onların perişan anne ve babalarını görünce daha bir üzülüyorduk. Bazen bekleme noktalarında birbirimizi teselli ediyor ve herkes birbirine moral verme gayretinde oluyordu. Yoğun Bakım içinde, bu dünya ile öte dünya arasında kalan hastaların, meslekleri, gelirleri, şanları, şöhretleri ve başarıları hiçbir şey ifade etmiyor, yaşamla, yaşama veda arasındaki çaresiz halleri biz hasta yakınlarına ibretlik geliyor, bizleri derin düşüncelere sevk ediyordu.

Dışarıda akıp giden hızlı, hırslı ve eğlenceli bir yaşam, içerde ise hayatta kalma mücadelesi, özetle çok başka bir hayat vardı!… Ben kendi adıma düşünmeden edemiyordum. Bu Yoğun Bakım Hastaları içinde ben de olabilirim. Bu dünyada hiçbir şeyin garantisi yok. “Ne oldum değil ne olacağım demek, bence en doğrusu” diye düşünüyordum…  

*Kültür Mahallesi’nde Eşyalı Öğrenci Evine Taşındık  

Sercan’ın, Hurma semtindeki evinden Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ne ulaşım hem yorucu oluyor hem de zaman kaybına neden oluyordu. Hastaneye yakın bir yerde, eşyalı öğrenci dairesi tutmaya karar verdik ve biraz zorlanarak tuttuk. Sene başı olduğu, eğitim ve öğretim yılı başladığı için hemen her yer doluydu. Bir apartmanın, bodrum üstü giriş katında, 2+1, üç kişilik, eşyalı bir daireyi kiraladık. Yeni meskenimiz, Antalya Kepez ilçesi, Kültür Mahallesi olarak bilinen, yoğunlukla öğrencilerin ikamet ettiği bir semt içindeydi.

Sercan’ın eski evinde 7 Ocak’ta başlayan yaşantımız, 16 gün sonra 23 Ocak öğle saatlerinde son buldu. Evi taşımadan bir gün önce kedimiz Ponçiği, aşılarını yenileyerek, yeni taşıma kafesi, mama ve temiz kumuyla, gönüllü bir hayvan severe verdik. Eşimin kedi fobisi vardı, bir de artık Sercan’dan başka kimseye ayıracak zamanımız kalmamıştı.

Sercan’ın dört, beş valizini, birkaç kolisini alıp, yarım pikap ya da kamyonet dolusu eşya ile Kültür’deki yeni dairemize taşındık. Ben, eşim ve Sergen artık yürüme mesafesinde hastaneye ulaşacak, devasa hastane içinde 10 dakikalık mesafe ile birlikte, en fazla 25 dakika içinde Yoğun Bakım önünde olabilecektik… 

*Gece Yarısı Gelen Acil Kan Talepleri  

Sergen’in aslında işinin başına dönmesi gerekiyordu. Hem abisi Sercan’ın belirsiz durumu hem de ayakta sallanan, moralmen çökmüş anne ve babayı bırakıp bir yere gitmek istemiyordu. Firması anlayış gösterdi. Sergen izinlerini kullandıktan sonra bulunduğumuz yerden görüntülü çalışmaya başladı. Sergen devreden çıkıp, eşim de sadece ev işleriyle uğraşır olunca, hastanenin istek ve taleplerini karşılamak ağırlıklı olarak bana düştü. Sergen, işinden artan zamanlarda bana yardımcı olamaya gayret etse de artık, hastane mesaisi bendeydi. İlaç ve bazı medikal malzemeleri bulmakta zorlanıyor, bazen eczane-eczane dolaşmak zorunda kalıyordum. Gece yarısı gelen acil Kan talepleri, çalan her telefonla bizlerin yüreğini hoplatıyordu…

*Son Doğum Günü! 

10 Şubat Sercan’ın doğum günüydü. 2021 yılı doğum gününde Sercan, İskenderun’da izindeydi ve pastasının mumlarını neşeyle üflemiştik. Ancak bu seneki doğum gününde Yoğun Bakımdaydı. 31 yaşında hasta olarak girdiği yoğun bakımda 32. Yaşından gün alıyordu. O gün doktor hem beni hem de annesini telefonla yanına çağırdı. “Bugün oğlunuzun değerleri pekiyi değil. Elimizden geleni yapıyoruz ama hastanızı bugün kaybedebiliriz” diye konuştu.

Doktora gözlerim yaşlıyken “Hocam bugün Sercan’ın doğum günü” diyebildim. Doktorda üzüldü. İkimizin birden Sercan’ın yanına gitmemize izin verdi. Resmen Sercan’la vedalaşıyorduk…

Eşimle birlikte güçlükle hastane bahçesine çıktık. Bir banka oturduk, İkimizin de gözlerinden yaş akıyor, çaresizlik yaşıyorduk. Sonra ben kendimi toparladım. Eşime “Yaşama vedanın vaktini Allah bilir. Hadi kalk biraz yürüyelim” dedim. Hastaneden çıktık, Kültür içinde rastgele yürüyorduk. Bir süre amaçsız, gayesiz yürüdük. Sonra eve geldik. Geceyi kötü geçirdik. Sabah hastaneden telefon geldi, doktor günlük bilgisini bu kez telefonla verdi. “Sercan Bey dünden daha iyi… Değerlerinde biraz düzelme var” dedi. Umutsuzluğumuz yeniden umuda dönmüştü.

*Tıbbi Gerçeklere Rağmen Gönlümüzde Yüce Allah’ın Mucizeleri Vardı  

Esasen böylesi ağır bir tabloyu Sercan’a yakıştıramıyorduk. Sercan’ın cep telefonundan e-devlete giriyor tüm tedavi sürecini takip edebiliyorduk. İçerden aldığımız bilgiler dışında elimizde e-devlet sağlık bilgileri vardı. Elimizdeki tüm doneleri, sık-sık tanıdık bildik hekimlere, doçentlere ve profesörlere yolluyor, gelen bilgileri harmanlıyorduk. Genel olarak yüzde 80 kanı, tablonun çok ağır olduğu yönündeydi. Yaşam şansı vermiyorlardı. Yüzde 20’lik görüş iyimserdi. Bu tür hastalarda mucizevi gelişmeler olabildiğini ifade edip, açık kapı bırakıyorlardı…

Oldukça kötü yorumları yine anneden gizliyorduk. Zaten bunalımdaydı. Daha ağır bir bunalım onu telafisi mümkün olmayan bir duruma getirebilirdi. Biz anne baba olarak taraftık ve iyimser tabloya inanıyorduk. Sergen işin farkındaydı. Çok fazla umutlu olmanın doğru olmayacağını ara-ara hatırlatıyordu. Bir sabah doktorlar bizi arayacak “Doğan bey, Seyhan hanım. Sercan uyandı. Konuşuyor ve sizleri görmek istiyor” diyecekti. Tıbbi gerçeklere rağmen, gönlümüzde Yüce Allah’ın mucizeleri vardı…

*İstem Dışı Gerginlikten Dişlerimi Sıkıyordum  

Günler geçtikçe bir yandan umutlanıyor, diğer yandan da şifanın gecikmesinden endişeleniyorduk. Belirsizlik bizlerde ciddi bir gerilim yaşatmıştı. Eşimin ellerinde ve kollarında sıkıntıdan alerjik kabarlar oluştu. İstem dışı dişlerimi sıkmaktan diş ve çene ağrısı yaşar oldum. Göz torbam ve içindeki damar belirgin biçimde atıyor ve seğiriyordu. Göz doktorlarına danıştım. Stresten olduğunu ifade ettiler. Belirsizlik ve süreç bizleri çok geriyordu.

Kültür semti daha önce yazdığım gibi cıvıl-cıvıl bir öğrenci semti idi. Kafeteryaların, nargile salonlarının ve modern çay işletmelerinin olduğu öğrenci mekânlarındaki neşe, hareketlilik ve enerji, çarşı içindeki renkli ve ışıltılı dünya bizleri hiç cezbetmiyordu. Müzik dinlemeyi, gülmeyi, iştahla bir yemek yemeyi, bir mekânda stres atmayı unutmuştuk. Sadece yürüyüş yaparak rahatlamaya çalışıyorduk. Çarşı içindeki bir tartışma, hafif hasarlı bir trafik kazası atışması bile bize oldukça anlamsız geliyordu.

Para hırsına bürünmüş bir iş insanının, paraya taparcasına önem vermesi, para kazanmak uğruna insanları kandırmaya çalışması bizlere başka bir dünyanın çabası gibi geliyordu.  İnsanların egolarına, gereksiz kaprislerine ve çekişmelerine hayret eder olmuştuk. Sergen daha bilinçli yaklaşım gösterse de eşim ve ben için artık hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Sercan’la yatıyor, Sercan’la kalkıyor tek gündemle yolumuza devam ediyorduk. Tüm gelişmelerden kopmuş, farklı bir gezegende yaşar gibiydik.

*Telefon Trafiğimiz Yeniden Patladı  

Meslektaşlarım ilk 20 günde yaptıkları haberleri Mart ayında iyi niyetle tekrardılar ve Sercan’ın 100-115 gündür yaşam mücadelesi verdiğini duyurdular. Telefon trafiğimiz yeniden patladı. Gelen her telefonla anne ağlıyordu. Yakınlar, dostlar moral vermeye çalışıyorlardı ama tüm teselli sözcükleri havada kalıyordu. Bu yüzden nazımın geçtiği tüm meslektaşlarımdan tekrardan haber yapmamalarını rica ettim. Sağ olsunlar, önemli ölçüde hemen hepsi bu isteğime uydular ve saygı gösterdiler.

Devamı Yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here