BABAM, Alber oğlu İSKENDER ÖZKÜR

0
906

Önce Babam, sonra arkadaşım ve son yıllar oğlum… “Seni Seviyorum Baba!”  Babama 3-5 kere söyleyebildiğim bu sözleri söylemek benim için zordur. Bugün daha fazla söyleyemediğim için pişmanım. Ancak, dolaylı olarak ‘seni ne kadar sevdiğimi, benim için ne anlama geldiğini…’ şeklinde birçok kez ifade etmişimdir. Yine de insan duygularını temiz net, suya su katarcasına cümlelere dökebilmeli, hislerini sözlerle olmasa bile, her şeyiyle aktarabilmeli.  Geriye baktığında yüzüne tebessüm düşmeli.

12 Aralık 1930’da İskenderun’da dünyaya geldi, mütevazı bir ailenin oğluydu. Babam Tarsus Amerikan Kolejinde bir müddet eğitim gördü ve burada İngilizceye olan yatkınlığı geleceğini belirledi. Okulun son taksitini ödeyemeyen dedem, Mersin’de ne yapacağız diye düşünürken, Piyangodan çıkan para ile babamın son taksiti ödemişti. Babam o zamanın şartlarında İngilizceye hâkim birisi olarak Askere gider, askerde Amerikalılarla olan ilişkisi kendisini, İskenderun’daki Amerikan lojistik merkezi olan Tuslog’ta iş bulmasını sağlar.  27 sene Tuslog’ta Lojistik konusunda uzmanlaşır, Amerikan kültürü ile yetişir ve içerde dışarıda birçok kişinin işe yerleşmesinde önayak olur. Tuslog’tan ayrılışında, Adana Konsolosluğuna çağrılarak, şeref ödülü Green Card hakkı kendisine tanınır. Tuslog’taki çalışma döneminde Amerikalı bir sevgilisi olur. Ne var ki yakın arkadaşları Roro’nun Susu ve Halit in Arlet ile olan flörtleri, babamı Sayek ailesinin güzeller güzeli, hassas melek kalpli, annem ile tanışmasını sağlar. Babamın hayatında yaptığı doğruların en doğrusu olarak Annemiz Mişeli kazanır ve evlenirler.

Babamın, annem gibi bir kızı alması Bir Türk filmi klasiği gibidir. Babamın Tuslog taki serüveni, aynı zamanda Halam Mirey’in de hayatına girer, amcam kadar sevdiğim pırlanta bir Amerikan askeri, Billy, babamın itirazlarına rağmen, dünya iyisi, meraklı, neşeli, lafını esirgemeyen halamla evlenir. 27 senenin ardından Kervan Nakliyat’ta müdür olarak göreve başlar. Irak ilk harbine kadar, taşımacılık bölgenin en önemli geçim kaynağıdır. Babam, artık sektörün önde gelenlerindendir, vasıflarıyla birçok kişinin sektöre kazandırılması ve doğru işlerde konumlandırılmasında ön ayak olur.

Babam, Roro, Ernest, Edo, Halit, o zamanın İskenderun gençleri, ağırlıklı lojistik sektöründe çalışan, İskenderun için iş istihdam, farklı kültür, düşünce, eğlence tarzlarını bölgeye taşıyan simalardandı. Sayelerinde birçok yabancı İskenderun’a gelir, buradaki kültüre etki eder, etkilenir ve giderdi. Güney Palas, Saray Lokantası, nadiren pavyonlar ve Soğukluk hepsinin ortak adresiydi. İskenderun gerek bir liman şehri ve faklı dinlere mensup insanları barındırmasından dolayı kültür dokusu eşsiz bir şehirdi. Şehir, Lübnan, Suriye, Amerika, Fransız, Alevi, hatta Musevi ve Kürt kültürlerini almış, Mustafa Kemal Atatürk ün tohumlarının filizlendiği güzel bir örnekti.

Babam, öncelik sırasına göre, mantıklı, sevecen, fazla hırsı olmayan, eğlenmesini ve daha önemlisi eğlendirmesini bilen, dost canlısı, ileriyi görebilen, biraz inatçı, gerçekçi, küçük şeylerle mutlu olan, olayları anlatırken renklendiren, kendini dinletebilen, iz bırakan, sempatik mimikleri, gözlerini fazlasıyla açması, gür ses tonuyla, elleriyle sözlerine eşlik etmesiyle karizmatik, her zaman iyi giyinen, dikkat çeken biriydi.  Genelde politik yaklaşır, gerektiğinde damardan girerek istediğini almayı da bilirdi, duygusal konuşmalarda harika değildi. “Allah-Allah” diyerek şaşkınlığını dile getirirdi. Bütünleştirici, yapıcı, orta yolu bulan, şükreden son gününe kadar ümitle yaşayan biriydi. Enerjisi güzeldi, genelde karşı tarafın tebessüm ve sempatisini mutlaka kazanırdı, iz bırakırdı! Fikrini beyan eder “yine de sen bilirsin” diyerek noktayı koyardı. Küçük olaylarda endişeli, büyük olaylarda sakindi!

17 yaşında arabayı çalmıştım, motor üzerindeki iki kişiye çarptım, korkmuştum, benim şımarıklığım birilerinin hayatına sebep olacak mıydı? Babama ne diyecektim, nasıl yüzüne bakacaktım? Babam soğukkanlı bir şekilde, bir zarar olmadan, olayı yönetti ve bitti. Normalde çok kızabilen babam, inanılmaz sakindi. Babam benim için bir değer yargısı, kendime ince ayar verdiğim bir muhakeme alışkanlığıydı; beklenmedik bir olay olduğunda, kafam direk “acaba ne der, ne düşünür” diye sorgular ve bu durum kararlarıma ince ayarı getirirdi.

Baba oğul ilişkisi olarak, yaşadıklarım, hissettiklerim, anlık duruşları bakışlarını kafamda ne kadar fotoğrafladım, biriktirdim anlatamam. Hep şükrettim. Hepsine rağmen yetmemiş, son ayrılıklarımda, sarılır ve ağlardı, bir gün gideceği aklımdan çıkmazdı, ama rahattım bünyesini hayat azmini iyi tanıyordum, en az iki sene daha veriyordum. Oysa her sarıldığında bir hazırlık yapıyormuş. Aslında çok şanslıyım ki bu yaşa kadar biriktirmişim ama gel gör ki bazen ne kadar biriktirirsen biriktir, yetmiyor. Karanlık çöktü mü; siyah! Bazen gözüme yaş düşer, normaldir, fakat farklı olan, aynı anda yüzüme anılar ve o gülüşünün gelmesiyle bende beliren tebessüm. Kızı Aylin, ondan o kadar çok şey almış ki, düşünce yapısı gibi ama son zamanlarda Aylin’in anlık hareketleri hep babamı görmemi sağlar.

Sabahları, “-Oğlum seni düşünüyorum, ama yanında değilim, yardımcı olamıyorum, ne diyim bilemiyorum, güzel şanslar dilerim.” İskenderun’a gittiğimde, “-Aşk hayatın nasıl? Hakkını veriyor musun?” “-Sigara içme oğlum, içiyor musun?” Hastalandığında, “-Oğlum ben iyiyim merak etme, iyi olacağım korkma!” Genelde, “-Hep seni düşünüyorum, aklımdan çıkmıyorsun!” Küçükken, “-Oğlum kızlara kaptırma kendini, bak biz hassas insanlarız, üzülürsün, sakın.”

Nerdeyse sorunlu olduğumuz tek nokta, araba kullanmamdı, ne zaman olursa olsun, gayri ihtiyari “-Yavaş, acelemiz yok, karşıdan geleni bilmiyorsun, neden böle yaptın der” ve araba faslı bitince, kabullenirdi. “-Sen benim oğlumsun, bir şey olacak diye fazla korkuyorum, başkasıyla böyle değildim” der. “Reflekslerim de zayıfladı” diye eklerdi. Birlikte meyve, sebze alırdık, benim aldığım bir şey kötü çıksın, “böyle mi alınır bu” derdi.  İnsanlara, yakınlarıma kızmam, aramın bozuk olabilmesi, mutlaka benim hatam olurdu ama içinde farklı düşündüğünü adım gibi bilirdim.

 

On sekiz yaşımda, beni New York’ta ilk kez bırakırken, eliyle kuvvetli ol hareketi yapıyor ve söylüyordu, kendi kendime sormuştum, sen ağlarken ben nasıl kuvvetli olacağım diye… Hiçbir zaman ciddi anlaşmazlıklarımız, siyahımız-beyazımız olmadı, hep gri tonunu bulduk, karşılıklı yaşam kaynağıydık, tabi başta büyük yeğenim olmak üzere herkes babama yaşam kaynağıydı ki en elzem nokta buydu.  Babam, her ne kadar bir şey yapamıyorum dese de, onun var olduğunu bilmek benim için her şeyi yapmış olmasıydı.  Baba, her zaman akılda sevgisi, mantığı, gücü, varlığıyla ile bir garantidir, o var olsun zaten yeter.

Annemiz 4-5 sene önce Adana’da kalp ameliyatı olur, babam Adana’ya gidemez, çok şükür iyi geçer ve biter, o akşam eve İskenderun’a dönerim. Babam “-Oğlum çok korktum annene, Allah bizi sever, iyi çok şükür” diye ekler, ben de “-Baba artık sen de anneme ona göre davranır, kızmaz, kırmazsın değil mi” derim. Biraz süzer, kızgın ve tebessüm karışık bir suratla, “-Sen çok oldun, hadi odana!” deyip beni o yaşta odama gönderir. Tezatlık içinde güzellikti!

Yaşamın hakkını verdiği, güzel bir hayatı, annem şansının doruk noktası oldu, tartışmadılar mı, küsmediler mi, biri Amerikan, biri Fransız düşünce tarzındaydı ama sevdiler. Annem, babamı birçok konuda teşvik etti, cesaretlendirdi, örnek bir iş çıkardılar, en önemlisi bizi sevgi ile büyüttüler.

Son günleri Şubat 2018 zordu, ümitlerimiz hızla gidip geldi, bitap düşmüştü, iyi olup olamama arasında kalmıştı, son zamanlarında durumu kabullenemiyor, mücadeleyi bırakıp bırakmama arasında bocalıyordu. Sağlık tarafında olumsuzluklar 87 yıllık zincirine birçok halka eklemişti, kendine bakma, sağlık ekiplerini yönlendirme konusunda harikaydı. O kadar alışmıştık ki düşüp kalkmasına, yine kalkar diye ümitliydim. Son 7-8 ay farklı bir noktadaydık, makineden makineye geçiyor ve bıkmıştı, birçok kez kurtulmak istediğini dile getirmişti. Son tabloda hayat kalitesi değişmeye başlamıştı, annem onu bu şekilde görmeyi kabullenemiyordu, kızıyordum.

Bülent, damadı “bırakın en kötü akciğere dıştan makine takarak yaşasın” demişti, tabi ki seçim bizim değildi ama bu opsiyon bile bana biraz acaba dedirtmişti. Tuhaf bir yerdeydim, yaşaması mı çekmesi mi? Bencillik mi, kader mi? Aklımda sorular…

Son güne kadar bilinç, kafa her zamanki gibi harikaydı. Bir ara odasında bir önerim için kızdı ve ben odadan çıktım, 10 dakika sonra geri geldim, ağlıyordu ve “ben sana kızdım, bağırdım özür dilerim” demişti. Son gün ihtiyaç vs. için kaldırdık, bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldım, zorrrr…

Ana fikir, Babamın kendine çok iyi bakması, annemim gayretleri ve en önemlisi, hayata bağlılığıydı; mücadeleyi son hastaneye yatışına kadar bırakmamıştı. O kadar inceydi ki bize bırakacaklarını son detayına kadar düşünmüş ve gereken işlemleri yapmıştı.

İskenderun’da eskiden tek-tük hastane vardı, şimdi daha şanslıyız, donanımlı hastaneler, iyi ekipler var, yaşam kalitesi artıyor ve uzuyor.  Ne var ki isim vermeden, son yattığı hastanede, son altı saat yaşanılan tecrübesizliği, ekip-bilgi eksikliğini, amatörlüğü, zamanlama yanlışlıklarını hiçbir zaman unutmayacağım ve af etmeyeceğim.  Mutlaka bu gibi durumlarda aileden birinin her şeyin üzerinde olması ve takip edilmesi şart!

Bugün (geçtiğimiz Pazar) Babalar Günü; babam, arkadaşım, oğlum yok! Onunla bir anım daha olsun istedim, biriktirmenin, dolu-dolu sevmenin, duyguları temiz ve şeffaf gösterilmesinin, anı biriktirmenin, ertelememenin, önemini dile getirmeye çalıştım.

Hayata bağlanmak, çevresinden güç alabilmek, şans ve sevgiyi gösterebilmek… Ne kadar biriktirirseniz o kadar anlam katarsınız. En kötü durumunda bile, dokunmanız, sesinizi duyması varlığınız olarak kişiye güç verecektir.

Seni Seviyorum Baba,

İskender oğlu Erol ÖZKÜR

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here