Aslında Engelliler Günü mü? Kendine Engel Koyanlar Günü mü?

0
79

Günaydın sevgili okuyucularım nalsısınız bu sabah? Engelliler haftası kutlanıyor bu hafta. Hepimiz engelliyiz aslında ve kutladığımız kendi günümüz. Yalnız bedenen engelliler, engelli değil kuşkusuz. Hepimiz şu ya da bu şekilde engelleniyoruz. Ya kendimiz engelliyoruz kendimizi ya da yapımız bizi engelliyor. Sonunda engeller hepimiz için. Eğer bedenen bir engelimiz yoksa şimdi ilerde olmayacak demek değildir kuşkusuz. Yaşımız başımız ne olursa olsun hepimiz bunu biliriz de başımıza gelmeden anlamayız.

En azından bildiğimiz başımıza gelmeden görüyorsak arkadaşımızda kardeşimizde ya da herhangi birinde. Ya da en azından grip olduğumuzda, grip olmayan var mı acaba dünyada herkes en azından bir kez grip olmuştur nasıl yatak döşek yatmak zorunda kalırız. Başımızı kaldıramayız bir bardak su için bile başkasına ihtiyaç duyabiliriz. En basitinden gripli halimizi gözümüzün önüne getirerek empati yapabiliriz ve biliriz ki grip geçince normal hayata döneceğiz oysa bedenen engellilerin bu şansı yok. Bu yüzden empati yaparken bunu da düşünerek empati yaparsak kendimizi onun yerine daha kolay koyabilir ve birbirimizi daha çok anlayabiliriz ötekileştirmeden.

Ve böylece birbirimizin engellerini en aza indirebiliriz. Ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için ön ayak olabiliriz. Örneğin yaşam koşularını düzeltebiliriz bedenen engelli kardeşlerimizin. Yollar, kaldırımlalar, araçlar ona göre dizayn edilebilir. Özellikle yeniden dönüşüm projelerinde beden engelli olan arkadaşların bütün ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Ve engelliler yalnızca engelliler gününde konuşulmamalıdır.

Bir çok engelli arkadaş için aslında engel yoktur. Çünkü beden eksik olan uzvun yerine çok zaman başka bir yetenek vermiştir. Ayağı ile resim yapan, ayağı ile araba kullanan, gözü görmeyen ancak gönül gözüyle gören birçok insan var. Benim için bunlar birer engel değil. Benim için gerçek engelli kendini engelli sanmaktır. Bütün insanlar bir değildir. Bazısı yönetmek için yaratılmış bazısı koşmak bazısı da oturmak için. Bazısı sanatçı, bazısı yazar, bazısı yüksek mevkilerde, bazısı uzun boylu, bazısı kısa, bazısı esmer, bazısı kızıl tenli, siyah olanda var. Bütün bunların hepsi normaldir. Ve herkesin bu dünyada yaratılışına göre bir işlevi vardır.

Kimse kendi annesini babasını seçemiyor, kim doğurmuşsa onun çocuğu oluyor. Ve her şey böyle bir düzenle sürüp gidiyor. Nasıl iki ayaklı iki kollu doğmak normalse iki kolsuz doğmakta normaldir bence.

Bir arkadaşım var. Doğuştan kolları ve bacakları olmayan… Her iki eksiğinin de ayrımında olamadan büyüdü. Kendi etrafında dönmek sandı yürümeyi. Yemeğini elleri olmadan yiyebiliyordu kollarını el sandı. Büyüdü yine kolları elleriydi ayakları sandalyesiydi.

Kendini eksik bulmadı yaşamı boyunca, çünkü yapması gereken her şeyi yapabiliyor, her yere gidebiliyordu. Normalde kimsenin yapamayacağı her şeyi yapabiliyordu. Yüksekokul okudu güzel bir işe girdi, evlendi yurt dışına çıktı kimseye ihtiyaç duymadan. Hatta dağa tırmandı. Ve bu sevgili arkadaşım yaşamını bu şekilde mutlu geçiriyor.

Doğuştan olan eksiklerin dışında sonradan gelen eksikler. Örneğin ben 18 yaşında “pat” dedim yatalak oldum. Yoğun geçen bir çocukluktan sonra yatalak olmak! Dimdik öylece yatıyordum. Göz bebeklerimi bile oynatamıyordum.

Ve sanırım ömrümün en korkunç günlerini yaşıyordum. Bütün temel ihtiyaçlar için birine gereksinim duyuyordum. Ve bu bana çok ağır geliyordu. Ama gayretliydim kalktım eski halime uzun zaman gelemedim ama çok ama çok büyük bir ders aldım hayattan… Bir gün başıma böyle bir şey sürekli gelirse ne yapabilirim öğrendim. Ve bu durumda olan herkesi anlamaya başladım. Başıma gelen korkunç bir şey değildi aksine hayatımı zenginleştiren bir deneyimdi.

Ve düşünüyorum ki herkesin eli ayağı var, ağzı dili varken konuşması yazması yürümesi kolay, önemli olan bunlar olmadan bütün bu işleri yapabilmek işte asıl iş orda.

Aslında bedenen eksik sandığımız arkadaşlarımız aslında bizim yapmadığımızı yapanlardır. Bu yüzden benim için engelliler günü yok, kendine engel koyanların günü var. Ve herkesin her gününün güzel, sağlıklı, mutlu, birlik ve beraberlik içinde geçmesi dileği ile hoşça kalın sevgili okuyucularım. Yase

 

Günün Şiiri

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor HUGO

 

Sanat ve Halk

Kıvançtır sanat, sevinç kaynağıdır,

Fırtınada alev alev tutuşur,

Işığı, aydınlatır mavi göğü,

Sanat görkemidir tüm insanlığın

Gözlerindeki kıvılcımdır halkın,

Tanrının alnındaki yıldız gibi.

Bir şarkıdır sanat, eşsiz bir ezgi!

Gönendirir barışçı yürekleri,

Erkekler kadınlarına fısıldar,

Ağaçlara doğru yükselir kentten,

Bütün insanlar hep bir ağızdan,

Uyum içinde o şarkıyı söyler.

Sanat; insanlığın düşüncesi!

Kırar prangaları, zincirleri,

O tatlı diliyle ele geçirir,

Onundur Tibet, onundur Ren nehri.

Sanat özgür kılar köle halkları,

Özgür halkları ise devleştirir.

Ey güzel ülkem,yenilmez Fransa!

O güzel ezgili şarkını söyle!

Şarkını söyle ve gökyüzüne bak!

Sevinç dolu, derinden gelen sesin,

Umududur bütün bu yeryüzünün

Kardeşliğin halkı, ey soylu halk!

Güzel halkım şarkını sabaha söyle!

Akşam olunca bir daha söyle!

Bilirsin ışıldar işleyen demir,

Aldırma geçmekte olan yüzyıla,

Aşkın şarkısını söyle yüksek sesle,

Ve özgürlüğün şarkısını haykır!

Şarkısını söyle kutsal İtalya’nın,

Toprağa gömülen şu Polonya’nın,

Yüreği kan ağlıyor Napoli’nin,

Macaristan can çekişiyor bak!

Dinleyin zorbalar, şarkı söylüyor halk

Aslanın kükreyişini dinleyin!

Victor HUGO

Günün Fıkrası

Huzurevinde Üç Arkadaş

Huzurevinde arka arkaya gelen ölümlerden moralleri bozuk üç arkadaş aralarında dertleşiyorlarmış. Biri “Azrail’i kandırmak lazım..” demiş.. Öbürleri nasıl, diye sorunca tezini açıklamış.. “Bu Azrail can almaya geliyor ya! Onunla göz göze geldiğimizde bebek taklidi yapalım.. Bunların yaşı küçük, bir yanlışlık olmalı der, çekip gider…” Yaşlılığa ikinci çocukluk demeleri boşuna değil. Bu çocukça fikir diğerlerinin de aklına yatmış… Başlarına kötüsü geldiğinde ne yapacaklarını birbirlerine belletmişler… Aradan zaman geçmiş… Bir gece Azrail, aynı odayı paylaşan üç kafadarı gece yarısı ziyaret edivermiş… Orağını yere tak tak tak diye vurduğunda kafadarların üçünün birden gözleri açılmış… Bakmışlar ki Azrail hazır… Birinden birini, belki de üçünü götürecek… Hemen belirledikleri A plânını uygulamaya geçmişler… Üçü birden bebek taklidi yapmaya başlamış… Biri “Aguuu…” sesleri çıkarırken öbürü parmak emiyor, üçüncüsü de “Mama.. Mama..” sesi çıkarıyor… Azrail bir süre seyretmiş hallerini… Sonra elini gülerek başına vurmaya başlamış: “Attaaa”

 

Günün Sözleri

Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.

Oscar Wilde

Her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.

Herman Melville

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here