Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Sevgili okuyucularım, Emre ile birlikte dönem ödevi olarak hazırladığımız öykülerden birini paylaşıyorum bugün sizlerle. Bu ödevden Emre 90 almıştı, bunu da belirtmek isterim…
Emre Gezgin Âşık
Bir varmış bir yokmuş. Develer tellal iken pireler berber iken Anadolu denilen bu diyardan bir gezgin geçmiş, geçmiş de Şam’a gelmiş. Şam denilen diyarda bir şah yaşarmış. Onun da çok güzel bir kızı varmış. Adı Servinaz’mış. Yeşillikler içinde bir bahçesi gürül-gürül akan dereleri varmış. Şah kızını her şeyden çok severmiş. Kızına zarar gelmesin diye herkese iyilik yapar iyi dileklerini istermiş. Günlerden bir gün gezginin yolu bu bahçeden geçmiş. Bir ağaç altında oturup dinlenirken şahın kızı Servinaz’ın söylediği şarkıyı duymuş. Billur gibi sesi derelere, parlak yüzü güneşe nispetmiş. Bahçeye giren gezgin Servinaz’a âşık olmuş. Servinaz da gezgini beğenmiş. Gezgin onun için gezmeyi bırakıp bu şehirde yaşayabileceğini söyleyip kızı babasından istemeye karar vermiş. Bir gün şahın huzuruna çıkmışlar. Gezgin şahtan kızını istemiş. Kız da evlenmek istermiş lakin şah buna razı olmamış. Nedeni de gezginin yerinde yurdunda durmayıp kızını bırakabilme ihtimaliymiş.
Evlenmelerine izin vermeyen fakat kızının da üzülmesini istemeyen şah gezgine kızıyla evlenmesi için bir şart koyar: uzak diyarda bulunduğuna inanılan büyük zümrüt taşını kızına hediye olarak getirmek. Servinaz’ı çok seven gezgin buna razı olmuş. Çıkmış yola büyük zümrüdü bulmaya. Az gitmiş uz gitmiş dağlar bitmiş çöllere gelmiş. Sahrada giderken önüne bir yılan çıkmış. Gezgin zümrütten haberi ilk yılana sormuş;
Gel de dile dile / Yılan yere süre süre
Zümrüt taşı varmış / Bana yerini söyle
Yılan cevaplamış;
Gezgin geze geze / Dinle sözü süze
Zümrüt taş vardı / Akşamı gündüzde
Gezgin akşam boyu yoluna devam etti. Az uyudu çok yürüdü. Bir yattı bir kalktı. Rüyasında aksakallı dede baktı;
Diyar diyar gezdim dede/ Şam derler sevdim dede
Bul derler şimdi zümrüdü / Bilmem acep nerede
Aksakallı yanıtlar;
Zümrüdün rengi yeşildir / Yeri cennet-i hinddir.
Ararsan gündüzü ancak / Ortasında gecedir.
Gezgin uyanır yürümeye devam eder gide-gide bir vaha görür. Vahaya doğru gider bir türlü ulaşamaz. Yerde hayvan iskeleti görür onunla konuşur. İskelete;
Vaha görür gözüm / Zümrüt arar elim
Yardım et bana kafa / Açlık değil aşktır derdim
İskelet gezgine yol gösterir,
Gecelerin dünü gündüz / Gezgin yolun dümdüz
Dönme kata geriye / Senin sevgilin gündüz
Gezgin iskeletten bir kemik alıp öylece yoluna devam eder. Bir bakar ki vaha sandığı deniz kıyısıdır. Yeşillikler martılar suda balıklar vardır. Durup bakar kafasına martı konar. Gezgin martıya sorar;
Uçan beyaz martı / Nedir bu deniz adı
Hinddir benim rahım / Ararım zümrüd taşı
Martı cevaplar;
Hinddir bu deniz adı / Yeşildir dağı taşı
Ararsan zümrüt taşı / Orasıdır onun vatanı
Bunu duyunca gezgin denizi geçmek için bir kayık aramaya başlar. Kıyıda gitmiş gelmiş bir kayık bulamamış. Derken karnı da acıkmış. Denizde balıklar parıldaya-parıldaya yüzmekteymiş. Açmış heybesini bir ağ çıkarıp denize serpmiş*. Serptiği gibi iki tane balık ağlara yakalanmış. Balıklardan birinin pulları mavi diğerinin pulları beyaz renklerdeymiş. Gezgin beyaz pullu balığı temizlemiş yemiş. Mavi pullu balığı da sudan çıkarırken balık konuşmaya başlamış,
Gezgin benim canım / Sevdiğin güzeli şahın
Aradığın hediyedir / Canım değil derimdir
Gezgin balığa acımış pullarını soyduktan sonra geri suya bırakmış. Heybesinde bir beze sarmış saklamış. Akşam olmuş uykusu geldiğinden kıyıda bir kaya kenarında uyumuş. Rüyasında mavi pullu balıkları görmüş. Yüzlercesi dört bir yanında dolaşmaktaymış. Sonra bu balıklar öyle parlamaya başlamışlar ki gezgin gözlerinin kamaştığını hissedip rahatsız olunca uyanmış.
Bir de bakmış ki sahra yok olmuş arkasında yemyeşil dağlar. Hayret etmiş gezgin işaret bu ya yeşil ağaçlara doğru az gitmiş uz gitmiş, orman içinde bir patika bulmuş. Gitmiş de gitmiş bir orman içinde bir gözü karalıya rast gelmiş. Gözü karalının bir elinde kaval kaval içinde delik, bir elinde küp küpün içinde yılan… Gözü karalıyı selamlamış gezgin, geçmiş karşısında oturmuş. Sonra bir zümrüt taş aradığını söylemiş. Gözükaralı almış kavalını yılanını da oynatmaya başlamış.
Sessiz yılan sısı sısı / Senin sevdan taşı,
Tortop halin git / Yana bakınca başı
Kaval susmuş yılan küpün içinde kıvrılmış. Başı güneye doğru bakmış. Gezgin vedalaşıp yılanın gösterdiği yere doğru tekrar yola koyulmuş. Çok ağaçlar görmüş, koca-koca otlar gürmüş. Bir yanda cırdenler zıplar bir yanda haruflar melermiş vara-vara sonunda yolunu bir sulak kesmiş. Sulak büyükmüş çevresinde de geçecek yol yokmuş.
Mecbur gezgin suya girmiş. Yavaş-yavaş giderken suyun ortasında bir büyük keleye değmiş. Kele boyunca uzanmış yatıyormuş. Gezgini görünce üzerine gelmiş koca ağzını açmış. Tam onu yiyecekken gezgin çölden aldığı bir kemiği ona doğru fırlatmış. Kele bu ya boğazına takılmış. Kıpırdayamamış. Ağzı açık kalan kelenin boğazından bir renkli papağan çıkıverip gezginin heybesine konuvermiş. Beraberce sulaktan çıkmışlar. Papağan gezgine kendisini kurtardığı için söylemiş,
Uçardım daldan dala / Düşmeden bu sulağa
Yem oldum bilmeden / Bu küçük solucana
Gezgin dinlemiş,
Kurtardın beni gezgin / Olsun senin dileğin
Nedir yolun bileyim / Noksanı tamam kılayım
Gezgin ona derdini söylemiş;
Zümrüt taşı ararım / gözüm anca parlarım
Şah dedim hediyedir / arar ben götürürüm
Papağan söylemiş;
Şimdi gece yakındır / Günün ortası gece
Dileğin dağın başı / Başımın tüyü sarı
Demiş ve başından bir sarı tüy düşmüş. Gezgin bu sarı tüyü de almış mavi balık pullarının olduğu beze koymuş başlamış dağa doğru çıkmaya. Ağaçların bittiği yerde çimenlerin düzlüğünde gezgin bir ağaç görmüş gitmiş yanında dinlenmiş. Heybesini boşaltmış tüm çıkınlarını, bezlerini yaymış. Acıktığından kahkesini yemeye başlamışken gün ortasında gündüz hızla akşama dönüvermeye başlamış. Gezgin şaşırmış. Güneşe bakmış güneş karamış. Dağa bakmış dağ karamış. Öldüğünü düşündüğü sıra yerde açtığı bezin içinde bir ışık parladığını görmüş. Gözü kamaşmış. Gözü kamaştığından her yeri gün gibi görmeye başlamış güneş yeniden doğmuş.
Gezgin hayret ederek beze tekrar bakmış içinde bir koca zümrüt taşı varmış. Bir kuş tüyü şeklinde bezeli zümrüt taşıymış iyice sarmış heybesini toplayıp geçtiği yollara geri dönmüş. Yolda tekrar papağana rastlamış. Papağan sözü uzatmamış. Sulaktan sağ salim geçebilmesi için bir koyunu keleye vermesini öğütlemiş. Gezgin yakaladığı bir koyunu keleye sunup kendi canını kurtarmış. Az gitmiş uz gitmiş yeşiller arasında tekrar yılancı gözü karalıya rastlamış. Yılan tekrar sinmiş başı denizi göstermiş. Gezgin denize ulaşmış. Kıyıda avlanan balıkçılara denk gelmiş. Bakmış ki bunlar salla açılıp mızrakla avlanmaya çalışmaktalarmış. Şans bu ya hiç de balık yakalayamamışlar mıymış? Gezgin bunlara ağla daha çok avlanabileceklerini söylemiş, ağı vermeyi teklif etmiş. Adamlar kabul etmiş. Gezgin bunun karşılığı adamlardan kendisini denizin karşısına götürmeyi istemiş bunu da kabul etmişler. Gezgin karşıya geçmiş. Çöle varmış. Az gitmiş uz gitmiş çöller bitmiş Şam’a gelmiş.
Şahın huzuruna çıkmış zümrüdü ona vermiş. Şah da gezgine kızıyla evlenmesi için izin vermiş. Hemen sarayın yeşil bahçesine bir köşk yaptırmışlar. Şah bizzat köşkün yapılışına refakat etmiş. Bir yandan da şehrin en iyi kuyumcusunu çağırtıp zümrütten bir güzel yüzük yapmasını emretmiş. Kuyumcu zümrüdü işlerken yonttuğu parçaları da toplamış bir kâse içinde saklamış. İşi bitince yüzükle beraber şaha göndermiş. Şah yüzüğü almış zümrüt tozlarını da köşkün duvarlarında kullansınlar diye ustalara emretmiş. Köşkün inşası bitmiş, bahçe içinde güneş ü ayda, gündüz ü gecede pırıl-pırıl parlayan bir zümrüt bina ortaya çıkmış. Gezgin ile Servinaz yedi gün yedi gece düğün yapmışlar zümrüt köşklerinde sonsuza dek hiç ayrılmadan beraber yaşamışlar.
Kaynak kişi: Mehmet Fakıoğlu, 1923, İskenderun, Çiftçi
Yazan: Emre Fakıoğlu
Not: Alıntı Yapmak Yasaktır
Günün Şiiri
Pülümür’ün Yaşsız Kadını
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü
bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk
yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin
zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
Bülent ECEVİT
Günün Sözü
Akıllı kimsenin lisanı kalbindedir, düşünerek söyler.
Hz. Ali