Yaşam Aşkı…   

0
80

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sakin huzurlu bir sabaha uyanmak nerdeyse hayal olacak bu günlerde… Her saniye yeni bir gündem, her değişen gündemle değişen ruh durumu? Hiç değişen ve yakan ruh durumlarına girmeyeceğim. Zaten yeterince incitildik. Hırpalandık. Her şey geçiyor ve geçen geçmişte kalsın istiyorum. Her “an” bir başka şeye gebe ve bunu yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Geçmişe takılıp kaçırırsak “an”ların getirdiğini bir daha yakalamak hayal olabilir… Hayatımızın zaten bir bölümünü kaçırdık, yaşanmadan geçmişti zaman. Şimdi aynı hataya düşmek istemiyorum. Zamanımı yaşamak ve “an”larımı kaçırmamak istiyorum. Yüz milyonlarca kez kaçmayı yok olmayı kafaya takmış olsam da, yaşamın kıyısından vurmuş olsam da sahile. Yinede “an”lara sarılmadan yapamıyorum. Sanırım bu bir hediye, yaşanmışlara karşın bir gönül alma.

Çocukluğumuzun en kaygısız olması gerektiği zamanlarda korkunun egemenliği sürüyordu küçük omuzlarında birçoğumuzun… Bir korku ki, onu gizlemek ondan beterdi. Çocuklar acımasız derler. O zamanlar bunu bilmezdik. Ama yinede gizlerdik elimizden geldiğinden daha çok. Ve büyük olasılıkla kendimizden yaşarken korkularımızı, yaşamamış gibi davranırdık… Çocukluğun korkuları yerini büyüme sancılarına bıraktığında, onlar gömüldü hafızanın karanlığına.  Büyüme sancıları yerini hepsinden daha büyük korkulara terke etti. Daha dizlerimizdeki ağrılar geçmeden ruhumuz da yaralar açılmaya başladı. Birini halletmeden diğeri saldırdı. Ve birden  “pat” dedi durdu. Panzerler yüreğimizden geçerken “Lal” oldu dillerimiz, “lal” oldu beynimiz, düşüncelerimiz.  Dağıldık hallaç pamuğu gibi dört bir yana. Ve inancımız biz daha ne oluyor derken bıraktı gitti.

Ve korkular bırakmadı peşimizi.  Ölüm korkusu bu kez yapıştı yakamıza Ve olan oluyor, korkular bir, bir gerçekleşiyor. Daha çocukluğundakini silememişken hafızandan, yenileri üst üste yığılıyor. Doğanın yaptığını sineye çekerken, insan insana nasıl bu kadar korku salabiliyor onu gördük ama sorgulayamadan yara bere almış olarak bir zaman dilimini geçmişte bıraktık. Ondan bize kalan yalnızca Haksızlıklar acılar ve boşa geçmiş bir gençlikti. Ve yine en beteri korkunç bir korku ve ondan beteri inançsızlık doğru belediğimiz her şeye dair.

Ve zaman akıp giderken korkuların egemenliğinde biz kendimizi insan olarak eğitmeye devam ettik bütün yaşadıklarımızla birlikte. İstedik ki, yaşarken korkuları ve yitirdiğimiz yılları, yaşam aşkını yitirmeyelim. Kendimizi insanlık aşkı ile tedavi edelim. O aşk ki bize en büyük kötülüğü yapan oysa korkuların karabasanında yaşatan. Ancak “aşk “aşktır ve onu en güzel tarafı ile sandıkları ve teker, teker tutsaklıklarından kurtarmak ve tortularını temizlemek Ancak onların yerini başkaları doldur diye her zamankinden çok onların üzerini örtmeye, yaşanmadıklarına ve yaşanmayacaklarına dair inanç üretmeye çalışıyoruz. Ve elimizde olan aşkı yitirmemek için bütün koşulları zorluyoruz çünkü bizi yaşama bağlayan tek o var. Ve belinden omuzlarından ona sımsıkı sarılmalıyız. Ve sevgili okuyucularım yaşam aşkımız hiç yitmesin sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman… Yase

& & & & &

Simitçi Ali

Simitçi Ali günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı.
Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla hocasına bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

Hocası onun bu halini fark etti: “Hayrola Ali” dedi. “Eve gitmeyecek misin?”

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi: “Sizinle konuşmak istiyordum hocam.”

“Peki, dedi hocası ne söyleyeceksin bakalım?”

“Ahmet arkadaşımız var ya…”

“Evet, ne olmuş Ahmet´e?”

“Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pek iyi şeyler koymuyor.”

“Eee?”

“Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?”

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp hocasının masasının üzerine koydu. Numan hoca paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Numan hoca: “Dur bakalım Ali” dedi. “Bildiğim kadarıyla sizin de maddi durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?”

“Doğru biliyorsunuz hocam. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.”

“Nerede çalışıyorsun?”

“Simit satıyorum.”

Numan hoca yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Numan hoca, Ali´ye döndü: “Büyüyünce ne olmak istiyorsun” diye sordu.

“Çok zengin bir işadamı…”

“Niçin?”

“İnsanlara daha çok yardım etmek için…”

“Güzel, dedi Numan hoca. Bak şimdi Ali, Ahmet´in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?”

“Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.”

“Neden olmaz?”

“Üç sebepten dolayı olmaz. Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor. İkincisi: ‘Ağaç yaş iken eğilir’ deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum. Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.”

Numan hoca, karşısında büyük biri var gibi dinliyordu: “Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım” dedi.

“Açıklayayım hocam dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cenneti gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennetin fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennete girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?”

Numan hocanın gözleri dolmuştu. Başını ´Evet´ anlamında sallarken Ali´yi evine yolladı. Sınıfa geri dönerken yurdun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali´nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı. Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu
paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk simit paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Numan hoca. İçinin dolduğunu, tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı. Kendine geldiğinde akşam olmuştu. Yavaş adımlarla bahçeden çıkıp yurttan ayrılırken bekçi Sadık ´Bozuk Simit paraları ile cenneti
satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak´ diye Numan hocanın sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, ´Ne dediniz hocam?´ demesini bile duymayan Numan hoca bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti.

Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.

Günün Şiiri

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün…

Can Yücel

Ay Işığı Son Atı

Alnımda bir ağustos böceği

Yapraktan bedenim

Ağaçtan bademim

Bu zincirinden boşanmış poyrazda

Uçuyoruz dolunaya doğru

Yel yepelek yelken kürek

Can Yücel

Günün Fıkrası

Hoca bir gün arkadaşıyla konuşuyormuş arkadaşı demiş ki: “Ya hocam dün sizin evden bir ses çıktı. Bu neydi?” Hoca ise: “Hiç sadece hanımla biraz tartıştık, kavuğum merdivenlerden yuvarlandı” demiş. Arkadaşı: “Yahu hocam hiç kavuktan bu kadar ses çakar mı?” demiş. Hoca: “Ya anlasana içinde bende vardım” demiş.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here