Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Korona hanımın egemenliğin de geçiyor günlerimiz hala ve hızla! Ancak ondan korkutucu olan içinde bulunduğumuz çamur cehaletinin aynı hızla ilerlemesi… Yani eğer öyle olmasaydı en basitinden bizler yere hiç bir şey atmamak gerektiğini, akıl almayacak şekilde bulaşan bir mikrobun bütün dünyayı sardığını bildiğimiz halde maskemizi ve eldivenlerimizi sokaklara bu kadar kaygısızca atamazdık?
Ve geçtiğimiz hafta sonu LGS sınavları vardı. Her şey çok güzeldi. Öğrenciler okudukları okullarda sınava girdiler yani bilmedikleri bir yerde değil. Okullarda bütün önlemler alınmış, her yer arınık, paket paket maskeler hazır bekliyor. Ama ne var ki veliler sanki çocukları Allah korusun hapse düşmüş ve onlar açık görüşte imişler gibi okul bahçesinin demir parmaklıklarına nerdeyse üst üste yığılmış çocuklarını bekliyorlar. Çocuklara 45 dakikalık ara veriliyor. Bazı ihtiyaçlarını gidermek için. Zaten onun içinde bir yığılma oluyor sonrada velilerini görmek için demir parmaklıkların diğer tarafına yığılıyorlar! Ve siz istediğiniz kadar önleminizi alın kimin umurunda? Velileri anlamak istiyorsunuz ama mümkün değil. Sağımda, solumda incelediğim bütün veliler çocuklarından rol çalmış vaziyette sanki sınava giren onlar, çocukları dublör! Ve bizler yere bir şeyler atmaktan ve bu tutumumuzdan vazgeçmediğimiz müddetçe başımıza ne gelirse sorumluğu bize aittir. Ancak sorun bizim başımıza gelmesi değil yalnızca; bizim sorunu birçok kişiye bulaştırma riskimiz! Yani cahiliz, aynı zamanda kötüyüz de bu durumda.. Ama diyeceksin ki kendini düşünmeyen başkasını düşünebilir mi?
Evet, düşünür düşünmesi lazım! Ama düşünmek için akıl lazım ama biz aklımızı birilerine emanet etmişiz, kendimiz düşünemiyoruz, birileri bizim yerimize düşünsün, hareket etsin, kararlar alsın diye bekliyoruz aynı zamanda tembeliz de, ya!
Aslında “eyvah eyvah!” durumlarındayız. Çocuklarımızı sınava canhıraş kendimizden, ekmeğimizden keserek, hocalardan dersler aldırarak hazırladık -haftaya üniversite sınavları var- ve onlar güzel bir okula girdiler, dört yıl beş yıl okuduktan sonra ne olacak? “Umut yoksulun ekmeği, elinden alma” diyor aklım. Ama vicdanım ağrıyor, sızlamıyor inim inim ağrıyor. Binlerce üniversite mezunu bekleşiyor işsiz, güçsüz. Dublör olanlar gerçek hayatla o zaman yüzleşiyorlar!
Gerçekler acıtıyor!
Cehalet acıtıyor!
Saygısızlık acıtıyor’
İftiralar acıtıyor!
Adil olmamak acıtıyor!
Ve acıtanların listesi uzar gider.
Ve herkes listeye istediğini ekler!
Ve sevgili okuyucularım bu sabah felsefe yapacaktım. Korona da, cehalet de, kötülük de yerin dibine batsın, bana ne diyerek… Hatta bir ara Doğan Süslü arkadaşım gibi düşler aleminde de gezmek istiyordum ama! Kalemim yine istediğini yazdı. Benim derdimde onunla zaten! Ama çok şükür kalemim sert ama temiz, namusuz değil. Yoksa Saygı Öztürk büyüğüm gibi bende, onu ve dilimi keserdim!
Ve sevgili okuyucularım, şimdilik sağlıkla kalalım, ayrımsız, gayrımsız, sevgiyle, saygıyla her zaman, hep birlikte. Yase
& & & & &
Gizli Yüz
Yıllar önce çalışkan bir adam, ailesini avantajlı bir iş imkânı sağlamak için Newyork’tan Avustralya’ya götürdü. Adamın ailesinden biri, sirke trapez artisti olarak katılmak veya aktör olma tutkusu olan genç ve yakışıklı oğluydu. Bu genç adam zamanını bir sirk işi ya da herhangi bir sahne işi gelene kadar kasabanın sınırındaki batı bölümünde yerel bir tersanede çalışarak geçirdi. Bir akşam, işten eve gelirken, onu soymak isteyen beş haydut tarafından saldırıya uğradı.Genç adam, parasından vazgeçmek yerine onlara karşı koydu.Bununla birlikte onu kolayca alt ettiler ve onu feci şekilde dövmeyi sürdürdüler.Botlarıyla yüzünü parçaladılar ve tekmelediler,vücuduna sopalarla acımasızca vurdular ve onu ölüme terk ettiler.Aslında polisler,onu yolda uzanmış bir şekilde bulduklarında, onun öldüğünü sanmışlardı. Morg yolunda, polislerden biri, adamın zorlukla nefes aldığını duydu ve onu hemen hastanedeki acil bölümüne götürdüler. Acil bölümünde yatarken, bir hemşire korku içinde bu genç adamın uzun süre bir yüze sahip olamayacağını fark etti.Göz yuvaları parçalanmış,kafatası,bacakları ve kolları kırılmış, burnu askıda kalmış, bütün dişleri kırılmış ve çenesi hemen-hemen kafatasından ayrılmıştı. Yaşama imkanı az olmasına rağmen, bire yıla yakın zamanını hastanede geçirmişti. Sonunda hastaneden ayrıldığında, vücudu iyileşmişti fakat yüzü bakılamayacak kadar biçimsiz ve iğrençti.Artık herkesin imrenerek baktığı yakışıklı genç değildi. Genç adam, yeniden iş aramaya başladığında, herkes tarafından geri çevrildi. Bir iş veren, ona sirkte “Yüzü Olmayan Adam” adında tuhaf bir şov önerdi ve bir süre bu işi yaptı. Bu olanlar boyunca o, hala herkes tarafından reddediliyor, işyerinde hiç kimse onunla görünmek istemiyordu. Genç adam intiharı düşünmüştü. Bütün bunlar beş yılda gelişmişti. Bir gün, kiliseye uğradı ve bir teselli aradı. Kiliseye girerken onu, kilisenin sırasına diz çökmüş, hıçkıra-hıçkıra ağlarken gören bir rahiple karşılaştı. Rahip ona acıdı ve onu uzun uzadıya konuştukları odasına götürdü. Rahip büyük ölçüde etkilenmişti, onun yaşamını ve gururunu tekrar kazanabilmesi için elinden gelen her şeyi yapabileceğinin mümkün olduğunu söyledi. Ama genç adam, iyi bir Katolik olabileceğine söz verecek ve olacaktı. Genç adam her gün ibadet için kiliseye gidiyor ve ibadet ediyordu ve Allah’a onun hayatını bağışladığı için dua ettikten sonra, beyin huzurunu sağlamasını istiyor ve onun gözünde, iyi bir insan olması için şükran duasını ediyordu. Rahip, kişisel ilişkileri sayesinde, Avustralya’daki en iyi plastik cerrahla görüştü. Genç adam hiçbir ücret ödemeyecekti. Çünkü; doktor, rahibin en yakın arkadaşıydı. Doktor genç adamdan çok etkilenmişti. Onun hayata bakış açısı, tüm kötü tecrübelerine karşı mizah ve sevgi doluydu. Cerrah harika bir şey başardı. En iyi diş ameliyatlarını onun için yaptı. Genç adam,Tanrı’ya söz verdiği her şeyi yerine getirdi..Tanrı da onu harika ve çok güzel bir eş,yedi çocuk ve ileride kariyer için düşündüğü iş hayatındaki başarı ile ödüllendirdi.Eğer Allah’a şükretmezsen ve sana değer veren insanları sevmezsen,toplumda kabullenilemezsin. Bu genç adam Mel Gibson’dı… Onun hayatı “Yüzsüz Adam” filminin prodüksiyonuna ilham oldu. O hepimizi kendine imrendirdi. Cesareti olan her insana örnek oldu…
Günün Şiiri
Her Gün Seninle
Güzel olan
Her günü seninle tekrar tekrar yaşamak
Erimek yarını olmayan zamanlarda
Durdurmak bir yerde bütün saatleri
Bütün kuralları kırıp parçalamak
Sonra varmak o yerlere
Mevsimlere dur demek
Kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara
Güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak
Sonra doldurmak ay ışığını kadehlere
Delicesine içmek
Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak…
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim, göreceksin
Ne bu şehir kalacak
Ne bu duygusuz sürü
Bu korkunç kalabalık
Her vapur seni getirecek bana
Bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim
Kapılar sana açılacak
Senin için söylenecek şarkılar
Şiirler senin için yazılacak
Her evde bir resmin
Her meydanda bir heykelin olacak
Ve sen kimi gün bir rüzgar gibi
Kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi
Kopup ötelerden, ötelerden
Yalnız bana geleceksin
Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin.
Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm
Sende buldum erişilmez hazları
Yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan
Duyguların en ölmezini sende duydum
Susuzluğum dudaklarında dindi
Yalnızlığım ellerinde
Çoğu gün unuttum açlığımı
Sende doydum…
İlk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun
Anladım yaşadığımı her nefes alışta
Seninle geçtim bütün zamanlardan
Seninle var oldum
Eridim seninle bir sonsuz çalkanışta.
Boynunda bir yer vardır, ben bilirim
Ne zaman oradan öpsem,
Değişir gözlerinin rengi
Yanar dudakların, terler avuçların
Dökülür kapkara aydınlık gibi
Omuzlarına saçların
Gitgide artar kalbinin vuruşları
Bir musiki halinde dünyamı doldurur
Ansızın bütün sesler kesilir
Zaman durur
Bir baş dönmesi başlar o en yükseklerde
Her gün seninle yeniden var oluruz
Eriyip kaybolduğumuz yerde…
Sesini duymadığım gün
Yaşanmış değil
Açan çiçek değil
Öten kuş değil
Yüzünü görmediğim gün
İçimde yıldızlar sönük
Güneşler güneş değil
Seni sevmediğim gün
Seni anmadığım gün
Olacak iş değil…
Her günüm seninle geçsin
O güneşe en yakın
Kimsenin varamayacağı bir dağ başında
Uçsuz bucaksız uzak denizlerde
İnsan ayağı değmemiş ormanlarda
Uzaklarda, en uzaklarda
O gemilerin uğramadığı limanlarda
Işığım ol, alınyazım ol benim
Vatanım ol, evim ol
Yeter ki bir ömür boyu benim ol
Her günüm seninle geçsin…
Ümit Yaşar OĞUZCAN