Toz Altında İskenderun

0
86

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Şehirlerarası otobüsten indiğimde sanki terk edilmiş bir kasabaya girmiş gibi algıladım kendimi dün sabah? Etraf  toz duman içinde yollar yaralı bereli kupkuru toprak. Ve buna eş, yoğun bir sıcak. Oysa atkım ve ceketime sarılmıştım otobüsün içinde. Otogara inince kalbim duracak sandım bu ne sıcak ya rabim? Saniyesinde pişman oldum geldiğime. Ancak gelişimin sağlam nedenleri var. Neyse taksi çağırdık. Taksi yaklaştı yavaşça, sürücü koltukta kıpırdamıyor. Ne bekliyor dedim ya? Bayılmış mı sıcaktan ne? El salladım valizimi göstererek lütfen cinsinden geldi valizi aldı arkaya yerleştirdi. Neden sen yapmıyorsun der gibi! Allah Allah ne oluyor bu insanlara dedim. Gazipaşa’da da aynı şey oldu, otobüsün gelişini bekliyorum. Otobüs geldi adamlar bekliyor valizi ben mi yerleştirmeliğim türünden baktım muavine? Aldı yerleştirdi acayip bir iş yapıyormuş gibi? Allah Allah dedim ben mi şaşırdım yoksa sıcak bu insanların beynini eritti mi ne? Oysa  bu iş onların işi…

Hadi işleri olmasın gecenin bir yarısı sizi tercih edip şirketinizle gelen yalnız bir hatuna yardım etmek gibi bir düşüncenizde mi yok?! Dedim ya sıcak çarptı hepimizi neyse taksiye bindik geliyoruz toz altında kalmış şehrin terk edilmiş sokaklarına da sürücü sürekli söyleniyor. Yollardan şikayet  babında. Ve iki lafın arasında “değil mi hanım efendi” diye onay bekliyor. Yolculuk sersemiyim ve konuşma modunda hiç değilim yanıt vermiyorum ama ruhum sıkılıyor öyle böyle değil. Gerçekten sefil bir görüntü her yer toz ve güneş altında! Eve geldik. Sokak kapısı demirler, camlar, basamaklar, atölyem terk edilmiş sefil bir görümünde. Sanki kazayla başka bir zamana ışınlanmış gibi hissettim kendimi. Anahtarı kullanabilmek için kapının  tozunu almak zorunda kadım. Neyse sonunda içerdeyiz.

 Evet, gerçekten her yer toz duman altında ve yollar berbat, evde sabır dedik hoş görü dedik. Sonu iyi olacak katlanmak zorundayız dedik ama sabrında bir sonu var. Ya sulayın sık sık ya da hemen asfaltlayın çıktığınız sokağı. Yok, yine kazacaksanız neden bir defada her şeyi bitirmiyorsunuz Allah aşkınıza ya. Tamam, biz bir şey bilmiyoruz öyleyse aydınlatın neden hepsini bir arada yapamadığınızı. Yani hasta olmamak olanaksız… Sokağa çıkmak içinde akılsız olmak gerekiyor ki bütün yollar ıssız.

Neyse ya yoldan sinirlerimiz gerilmiş sıcak başımıza vurmuş, güzelim şehrimizde yapılan değişiklikler olumlu bile olsa bize sıkıntı vermiş dedik. Ve başımızı yastığa vurup derin bir uyku çektik komşunun evinde, çünkü  evin anahtarlarını bulamadım çantamda! Akşama dekte eve giremedim bu yüzden. Düşünün çektiğim sıkıntıyı. Nasıl sinirli olmayım ki ama yinede sakindim yeminle, paylaşmadım kimseyle şikayet etmedim boyun eğdim sadece…

Ve akşam  sokağa  çıktım ve sahilin görüntüsü de moralimi iyice bozdu. Deniz yine dolduruluyor  bence çok gereksiz. Yani deniz öfkesini almaya kalkarsa ona tecavüz edildiği için ne olacak? 17 yıl önceki Gölcük depreminde olanları unutmamak gerekir. Millet o kum yığınlarının gölgesinde tozlu çimlere yayılmış valla ne diyim inşallah alerji falan olmazlar. Hadi orayı geçtik. Ve yılan hikayesine dönen eski meyan kökü fabrikasına geldik. Oradaki perdeler nedense bir yerde kesilip içe girmiş ve anlaşılıyor ki orda bir harekelik var. Oysa  bildiğim kadarıyla inşaata izin verilmiyordu? Baştan beri orda sahilimiz bize yabancı kılacak bir binadan yana olmadığımızı haykırmıştık ister otel olsun ister başka bir şey ve yine olmasın diye haykıracağız  parası olan istediğini yapar diye bir şey yok. Herkes her istediğini yapma özgürlüğüne sahip değil her zaman.

Ve içimden bir ses “boşuna konuşma” diyen onu da kafaya takıp sıkıntımı katladıktan sonra ancak anahtarımın hazır olduğu söylendi. Eve döndüm kapıyı açmamla yüzüme sıcak tozlu bir havanın çarpması bir oldu. Yorgunluk ve sıkıntıdan ve tozdan ağlasam iyi gelir mi diye düşündüm bir an. Çaresizliğin dibine vurmuş gibi algılayarak kendimi.  “Olur mu hayır canım neden ağlayım ki” her tarafı açtım ve başladım gecenin bir saati işe, ama kimseyi rahatsız etmemek için azami dikkat ettim makine falan çalıştırmadım aynen seraların cinleri gibi sessizce çalışıp evi tozdan dumandan arındırdım. Ve bu sabah  uyandığımda ise sokak kapısını kapatmadığımın farkına vardım. Ne ala sokak kapısı açık uyumak? Kimse duymasın. Duyduğum güven yüzünden kendimi iyi algıladım. Ve sevgili köşe yazarı arkadaşım Öner Çetinkaya’nın Hilton Oteli adlı yazısını okudum. Ve hani “hatta sohbet etmeyi özledim” demiştim ya dünkü yazımda. Sanki bu yazı ile özlediğim ortamı bulmuş gibi oldum. Ve o yazıya bende imzamı atıyorum. İlk satırından son satırına destek veriyorum. Elinize yüreğinize sağlık sevgili arkadaşım.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum ve sağlam nedenlerim vardı gelmek için demiştim ya o nedenlerden biride, yeni su boruları döşetmek eve. Yoksa bizde su altıda kalacağız apartmanca. Hadi ya işim çok ben gideyim bari… Yase

Günün Şiiri

Keşke Hiç…

Ayazdım, azdım… Azıksızdım

İçimde sırasına koşan şiirler vardı

Zamansız çalmasaydın kapımı

Esmer gülüşünle mıh çakmasaydın günlerime

gelmeseydin

Zift ile karıyordu kendini gece

Gitmek uçurum, dönmek aramamanın yalvarısı

Vazgeçmek senden, pişman olmak

Yarını göremeyenlerin kör tanrısıyla zar atmaktı

gelmeseydin

Sarışın rüzgârlarda soluk benizli şiir eskizleri

Çorak zamanlarda kendisi için kanayamayan aşklar vardı

Yanılsamaların sonbahar yüzünden geçiyordum

Hilebazdı siyah dokunuşlar, cinayet kokuyordu

gelmeseydin

Tenimdeki kilim deseni yaralara

Kıymık gibi saplanan yağmur damlaları

Pembe kokusuna dikenini saplayan gül

Elgin sözcüklerden payıma düşen kül

Bakır şimşekleriyle kahkaha atan

Gökyüzüydü tek paylaştığımız

gelmeseydin

Mezatta hırpani bir sözcüktü vefa

Yokluğunun tadı kusursuz ve gölgesiz gri

Unutmak çağımızın en masum duldasıydı

İntiharı ve hiçliği anımsatıyordu unutulmak

gelmeseydin

Yine de yeniden gelmeseydin

Hafif tebessüm iç kanamalı yüzümle

Serçeler gibi sabahı bekletmeseydin bana

Ayazdım, azıksızdım… azdım

gelmeseydin

Gözlerimdeki forsaya toprak tadında mavi bakmasaydın

Keşke hiç!..

C. Hakkı ZARİÇ

Sis ve Tuz

–O’na, sıfırda kalana veda şiiri…

 Uyku tutmuyor kaçışı olmayan tanıdık sabahı

Açık kapılardan hâki ayak sesleri sızıyor

Tabana çöküyor tavan, sis kaplıyor her yanı

Hayata Dönüş Operasyonu’nun gri kurşunlarıyla

Hasar tespit tutanakları yazıyorum ömrüme

Kan soluyorum, öğürüyor, kusuyor ve soluyorum

Soluyor penceredeki begonyanın yaprakları

Zayıfladıkça gözleri büyüyen ölüm oruççuları

Küfre yaslanıp ayakta durduğum anlar soluyor

Suratımda kahkahaları patlayan kırık aynalar

Ve horozu kalkık tabancaların maskeli tehdidi

Parçalanmış bir kafatası düşürüyor kucağıma

Her kıpırtıda serçeler havalanıyor içimden göğe

Soğuktan titriyorum, parmaklarım uyuşuyor

Gözleri bağlı kuzeyin, oldukça yavan ve yalancı batı

Buz tutuyor gülüşüm ağzımda, buz tutuyor, buz

Anları düşünüp anlamlar aramaya çabalıyorum

Dolanıyor sığıntı halinde, derinliğini arıyor gün

Her şey bir ayrılık armağanıyla adlandırılıyor

Bir kadının salı sabahındaki vazgeçilmez güzelliği

Hayli baş ağrısı, elleri havadaki yenilgi

Kalın bir çift çorap, öksürük nöbeti, boğulma anı

Tuz sonra, sağanak halinde tuz, tuz !..

C. Hakkı ZARİÇ

Günün Fıkrası

Tahmin Etmiştim

Temel’in kol saati durmuş. İçini açmış ve içinden ölü bir karınca çıkmış.

Temel: “-Uyy…Zaten pen tahmin etmiştum makinistun öldüğinü…”

Günün Sözü

Zayıf, daima adalet ve eşitlik ister, hâlbuki bunlar kuvvetlinin umurunda bile değildir.

Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insanların hayatı, arzuları doyurma yollarını aramakla geçer.

Cesaret kuvvetle birleşince büsbütün artar.

ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here