Paranın Gücü

0
68

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir yarışma programı izledim geçenlerde… Bu yarışmacılar asla kendilerini para yüzünden kötü duruma düşürmezler, vicdanlarını rahatsız etmezler diye düşünerek beklerim. Ama ne yazık bir defa gerçekleşmiş bu durum onu da ben görmedim. Gördüklerim birbiri önceden hiç tanımamış insanların ilk anda sanki kırk yıllık dostmuşlar da orda buluşmuşlar gibi gayri tabi yakınlaşmalar ve aileleri ile görüşünce ortaya çıkan gerçek yüzleri. Yani aslında hepimiz yalan söylemek ve ikiyüzlü olmak zorundaymışız gibi böyle davranmak.

Çok ama çok yazıklanıyorum birkaç para için düşülen bu durumlara. Önce samimiyet birbirine verilen sözlere ve sonra… Hayır, fırsatı eline geçiren basıyor butona yani biri basarken diğerinin de içinden bu geçiyor. Benim gördüğüm bu yani kısaca masum değil iki tarafta aslında fırsatı kollayan kullanıyor. Çok merak ediyorum paraya bu şekilde sahip olan insanlar o paranın hayrını görebilmişler midir? Hiç sanmıyorum çünkü diğeri, o da basmayı düşünmüşse bile onunda bir payı olduğundan hakkını yemişlerdir diye düşünüyorum. Yani ben böyle bir şey yapsam ki yapmam aklımın ucundan bile geçmez. Birde eğer yarışmacı arkadaşa bu kadar yakınlaşsam hiç ama hiç yapmazdım ikiyüzlü olmaktansa beş parasız kalmayı yeğlerdim. Ki kimse beş parasız görünmüyor, giysilerinden, saçlarından, duruşlarından da anlaşılacağı gibi zaten bu tür insanlarda neden bu para ödüllü yarışmalara katılır anlamış değilim ya.

Yine de diyelim ki önce bastım butona illa paylaşmadan o paraya elimi bile sürmezdim vicdanımı parayla susturma yoluna gitmezdim. Dün geceki gibi, adam bastı ama “üzgünüm” dedi “etki altında kaldım”. Tamam etki altında kaldın diyelim o zaman en azından paylaşmağı öner ne olur? Bekledim belki önerir diye. Ama olmadı böyle bir şey. Kaçırmış olabilir miyim diye nette baktım yine bir şey yok demek parayı alan düdüğü çalıp gitti geride kalan üzüldü mü parayı helal etti mi artık vicdanına kalmış bir şey onu da söylemez zaten çünkü bunu göstermek istemez beylik birkaç sözde yürekten çıkmaz oda belli. Hayret ediyorum paranın gücüne çok hayret ediyorum. Para gerçekten insanları değiştirebiliyormuş. “Bu bir oyun” diyorlar. Bir oyun değil bir bilgi ve karakter ölçme yarışması aslında. Keşke yarışmacılar ve aileleri bunu böyle değerlendirebilseler. Ki hepsi de görmüş geçirmiş gibi duran insanlar. Garip çok garip!

Keşke izlemeseydim diyorum kendime. Yarışma anında birbirinin yüzüne öyle bakan, sonra el sıkışan insanların aileleri ile bir araya geldiklerinde, biraz önce konuştukları insanı (o) diye nitelendirmeleri valla garibime gidiyor. Ya olduğun gibi ol ya da göründüğün gibi ol. Sözü buraya cuk oturuyor.

Niyetim yarışmacılara söz atmak değil kesinlikle hatta onlara teşekkür ediyorum insanlar bu sayede dönüp “ben olsam ne yapardım?” diye bir soru yöneltiyorlar kendilerine.

Ve bu soruyu sorduğum çoğu insan, benim vicdan azabım sevgili amcam kızı Mediş’imden başka herkes “önce basardım butona ve paylaşmazdım parayı” dedi. Bende vay be dedim paranın gücüne bak. Para benim için bir araç amaç değil. O benim emrimde ben onun değil. İstediğimde harcamalıyım istediğimde paylaşmalı ama hiçbir zaman onun tutsağı olmamalıyım.

Zaten parada kendisini seveni severmiş yani para kazanmayı amaç edineni ve biriktireni. Bu yüzden bizim paramız her zaman beynimiz kalemimiz sanatımız paylaşımcılığımız ve yalnızca ihtiyacımız için önemli olmuştur. Ve dilerim ki sonsuza dek öyle olsun.

Bir hırka bir lokma felsefesi hiçbir zaman eskimez. Her zaman bu felsefeye gönül verenler vardır. Ancak paraya sahip olmakta kötü bir şey değildir yani, yanış anlaşılmasın. En çok parayı ve hafifliğini birilerini sevindirirken hissederim sevindiremediğim zamanlarda parasızlık çok kötü koyar içime yani bunu da yadsımıyorum, “bir lokma bir hırka bana” yeter ancak elimin uzaması gerekiyorsa bazılarına kadar o zaman paraya da ihtiyacım oluyor..O zaman da para benden intikam alabiliyor valla bir türlü yanıma varmıyor. Bu sıkıntıyı da yaşıyorum çok zaman Çok şükür ki öyle sırca köşklerde sıkıntısız yaşamıyorum bazen.

Ve bunu yaşamayı da çok seviyorum. Bunu sevmeyenleri de seviyorum. Ve anlıyorum. Herkes rahat ve en azından ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir paraya sahip olmalı diye düşünüyorum ancak biliyorum çok ihtiyaçlar borç parayla karşılanıyor. Yani kredi kartları ile. Banka kredileri ile almayanı dövüyorlar. Gece gündüz başına vuruyorlar mesaj atıyorlar, ev kredisi araba kredisi. Bizim gibi bir ülkede lüks araba satışı korkunç oranlarda. Kime gerek bu arabalar neye gerek anlamıyorum park sorunu bir yana. Benzinin litresi 5 lira oldu. Ayda bilmem ne kadar masrafı var. Kime neye hizmet ediyor bu araba bu durumda anlamıyorum. Her şeyimiz lüks her şeyimiz sahte ne evimiz bizim, ne arabamız. Bir tek taksit yatırmayın hepsi elinizden kayıp gider. Ekmeği bile kredi kartıyla alıyoruz ya hani o aldığımız ekmeğin bir bölümü de çöpe atıyoruz ya. O yediğimiz lokma bile bizim paramızdan değil.

Arkadaşlıklarımızda sanal alemden zaten. Aslında biz sanal yaşarız da haberimiz yokmuş. Adamlar yapma el yapmışlar. Beyinden sinyaller alabilen hisseden yani tutuğunun sertliğini sıcaklığını ya da soğukluğunu kavrayabilen bir yapma el. 15 yaşında bir genç pankreas kanserini en çabuk nasıl teşhis edilebilir onu bulmuş. Ki bu kanser türü en son dakikaya kadar kenedini saklayabilen bir türmüş.

Kan kanseri aşısı geliştiriliyormuş artık grip gibi tedavi edilebilecekmiş. Harika şeyler oluyor dünyada. Bir tarafta insanlar birbirini arkadan vururken savaşlarda kardeş kardeşi ölürken kadın cinayetleri patlama yaparken töre cinayetleri asla revaçtan düşmezken.

Bizde “bana güven” adlı yarışmaya takarız kafayı. Birbirine güvenen insanların aslında güvenmediklerini gördüğümüz için üzülürüz. Sanki bir tek orda görüyormuşuz gibi hiç arkamızdan kuyular kazılmamış gibi.  Eh işte bizde bu kadarcık insancığız ne olacak bizde böyle oyalanırız. Ve sevgili okuyucularım şimdilik hoşça kalın zamanı geldi sağlık, sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım her zaman. Yase

Kıssa’dan Hisse…

Bu Arkadaşlığın Elidir!

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”  Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.“O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.”Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.” Bazı öğrenciler torbalarına üçer–beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:  “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. Hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk…”

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir…

Günün Şiiri

Biraz Da Yaşamak Korkusu

sevgiyi ve baharı sil hançerden

çok şeyler anlatır, denizler

balıklar ve her gün

ölü bir güzün

karnaval diye katıldığı cami avluları

sebil ve kuşlarla dolmaktadır

kız usulca açar bacağını

her kızın bacağı biraz antalya

kızlar

cumhuriyetten yakınmaktadır

paralı varşovalı iyi giyimli insanlar

dirilir yüreklerinde derin acılarıyla

yüreklerinde cumhuriyet biraz da

yaşamak ve aldatılmak korkusu

ne yapsak ne etsek biz biraz da buyuz

geceyi ağartan dağ erikleri

eski saz, çakal ulumaları, yalnızlık

güle benzer mezarlıklar

uzun uzun seyreder gibi körfezi

gök yere değerken izmir

kemeraltı…

hüzünden birer heykel gibi insanlar

sonra manisa sonra kubilay

kasım boynuma atkı ve

sessiz körfeziyle izmir

duyulmaz ezilişleriyle insanlardan

birer resmi geçit gibi

sabah buğuludur

radyo ve

vücudumu vida gibi delen neyzen tevfik

neler anlatamaz bu sabah

bir bardak çay fabrika bacaları

acı ve hasret

kasımda hep büyüttüğüm izmir

sabahları her gül biraz umut

ve sevgilim

ve dostum

günlerce düşündürür ölümü

çünkü yabancı sular denizlerimize

karışmaktadır ve her insan

biraz kaybetmek, biraz da yaşamak korkusudur.

Ender SARIYATI

Günün Fıkrası

Padişah ile Vezir tartışmaya başlamış. Padişah, vezire, “En büyük ve en güçlü benim. Sen benim emrimdesin” demiş. Vezir, “Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun” diye itiraz etmiş. Tartışma uzayınca Padişah’la vezir, bir çobanın yanına gitmiş ve konuya direkt girmemek için çobana sormuşlar; “-Senin koyunun mu büyük ineğin mi?” Çoban “İnek” demiş. “-Keçin mi büyük, öküzün mü?” Çoban “Öküzüm tabii ki” deyince, kilit soruyu yöneltmişler çobana; “-Söyle bakalım, Padişah mı büyük, vezir mi?” Çoban hiç düşünmeden yanıtlamış. “-Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum…”

Günün Sözü

Herkes başkalarını kendi gibi bilir. Bir insanı tanımanın en kolay yolu ona ‘insanlar nasıl sence?’ diye sormaktır.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here