Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni…

0
37

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dilerim en azından sağlığınız yerinde, umudunuz güneştir, bahardır. Doğrusu “nasılsınız?” sorusu bazılarımıza çok ağır geliyor 6.Şubat’ta yaşadığımız kıyametten sonra (abartı değil)… “İyiyiz” demekten utanır olduk. “Kötüyüz” demekten utandık. Ancak her şeye “çok şükür” dedik. Çünkü hepimiz dehşeti yaşadık. -Hala etkisi altındayız ve sanırım bu daha çok uzun sürecek-“Yaşadık” demek hayatta olduğumuzun kanıtı kuşkusuz nasıl olursa olsun? Bu yüzden iyi mi kötü mü bilmiyoruz ancak her durumda “Allah’a çok şükür çok” diyoruz ve hepimizin bir hikâyesi hatta birkaç hikâyesi oldu bir dakikadan sonraki zamanda.

Hikâyelerimiz benzeşse de aynı değildi. Hepimizin garip sevinçleri vardı, başımıza gelen bunca felakete rağmen enkaz altında ailesinin yarısını yitirenlerin acı sevinci “en azından onları bulduk, yıkadık, geleneklerimize göre toprağa ektik.” sevinciydi Bu hikâyeyi yaşayanlarla yaşamayanlar asla aynı olmaz. Ancak onlarında hikâyeleri bir başka, “bir dakika önce her şeyimiz varken bir dakika sonra hiçbir şeyimiz yok! Bir bardak su alacak kadar varlığımız bile! Ancak canımız sağ.”  Bu liste uzar çünkü günlerce enkaz başında bekleyenler vardı. Umutları ile birlikte. Zaman ilerledikçe umutlar serap oldu. Cenazesini bulan –ne garip bir şey ya rabbim– bir an öce sevgili dediğimiz, bir an sonra ceset oluyor ve buna dayanabilmek nasıl bir mucize ve o cesedi çıkaranın acı sevinci nasıl bir şey?

Ve biz daha bu düşünceler ve yıkık yürekler içinde iken cıvıl cıvıl ışıklar altında ve birçok yerde gecenin karanlığını yırtan kornalarla ölüleri bile uyandıran gürültülerle ve aynı geceyi yırtan silah sesleri ile kutlamalar yapmak nasıl vicdanın ürünü anlamak mümkün değil. Hala su bulamayan çadırlarda yaşayan enkazların arasından teselli olacak hiç değilse bir yırtık pırtık resim arayan insanlar var!! Bu çaresizliği anlayacak kimse yok mu artık?

Yok ki yeni açılan restoranların ve kafelerin sokaklara taşan masalarda, içinde bulunduğumuz durumu göz önüne almaktan çok uzak… İnsanlar yemek yiyor, kahve içiyor, nargile tüttürüyor, afiyet bal olsun kimsenin gözünde değil ama bizler depremden en çok etkilenenleriz birçoğumuzun enkazdan bir terliği bile çıkmadı. Varlığımız yok oldu, ölümleri, kayıpları saymıyorum. Bir kaşığa ihtiyacı olanlarımız bile var bu kadar umarsızlık çok değil mi Allah aşkınıza?

Üzerinden daha dört ay bile geçmemişken sanki hiç bir şey olmamış gibi yaşayabiliri mi insan bilmiyorum şahsen bir tek simide bile elim uzanmıyor üç aydan beri. Dondurmaya bayılıyorum ama alıp yemekten, günaha girmekten korktuğum gibi korkuyorum. Zaten üst üste yapılan iki seçimde de hem siyasilerin kullandığı dilin rengi hem de acımasızca dışlanmanın, ötekileştirilmenin verdiği rahatsızlıktan canımız yanmış yıpranmıştık. Sonunda seçim kazanıldı, kimin kazandığı hiç önemli değil, önemli olan seçim sonunda sarıp sarmalayan bir dilin olmasıydı, onu istedik, sabırsızca bekledik, sonunda hüsrana uğradık, bir kol istedik omuzlarımızı şefkatle saracak ancak yine hüsrana uğradık.

Ayrıldık, ayrıştırıldık… Oysa biz bu vatan için can verenlerin torunlarıyız, dışarıdan gelmedik, mülteci değiliz, savaştan kaçmadık! Yalnızca özgür bir ülkede özgürce oyumuzu kullandık herkes gibi. Yoksa özgürlük sanal bir şey miydi biz bilemedik?

Valla biz bilmesekte olur.  Dilerim her şey çok güzel, ülkeye millete hayırlı uğurlu olur ve dilerim ki acıtıcı dil kullanmak artık geçmişte kalır.

Ve 2023 yılı maşallah 6 Şubat’ta depremlerle, sellerle, yangınlarla geldi yine deprem gibi geçen iki seçimle devam etti. Dilerim bundan sonra sakinleşir, huzur ve sükûnet gelir, güzeller güzeli ülkemizin üzerine. Ancak şimdiden başladı bile sıkıntılar, CHP ve 6’lı masa içinde, dilerim aklıselim kararlar alıp yeni bir fırtınaya yelken açmazlar.

Ve şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız, gayrımsız her zamanki gibi. Yase

& & & & &

Mesnevi Hikayelerinden

Bir Hintli, hayatlarında hiç fil görmemiş insanların yaşadığı  köye bir fil getirdi; fili karanlık bir ahıra koydu. Ertesi gün, fili köylülere gösterecekti. Ama meraklı birkaç kişi hayvanı hemen görmek için o kapkaranlık ahıra toplandı. Ancak ahır o kadar karanlıktı ki, fil gözle görülemiyordu. Adamlardan hiçbiri de yanlarında mum getirmeyi akıl edememişti. O göz gözü görmeyecek kadar karanlık ahırda, file ellerini sürerek onu tanımaya çalıştılar.

Birinin eline filin kulağı geldi; “Fil bir oluğa benzer,” dedi.

Başka birinin eline ayağı geldi; “Fil bir direğe benzer,” dedi.

Bir başkası da sırtını ellemişti; “Fil bir taht gibidir,” dedi.

Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya başladı. Bundan dolayı fili tarifleri de farklı farklıydı. Eğer herkesin elinde bir mum olsaydı, fili tariflerinde bir farklılık kalmazdı.

Duygu gözü, ancak avuca, köpüğe benzer; avuç bütün fili birden elleyemez ki! Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başkadır. Köpüğü bırak da, denizi görmeye bak sen. Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete getirir. Ama ne şaşılacak şeydir ki, sen köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun.

Günün Şiiri

Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık…

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya…

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Nazım Hikmet RAN

Vera Uyandı

İskemleler ayakta uyuyor
masa da öyle
serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
yummuş nakışlarını
ayna uyuyor
pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
karşı damda bacalar uyuyor
kaldırımda akasyalar da öyle
bulut uyuyor
göğsünde yıldızıyla
evin içinde dışında uykuda aydınlık
uyandın gülüm
iskemleler uyandı
köşeden köşeye koşuştular
masa da öyle
doğrulup oturdu kilim
nakışları açıldı katmer katmer
ayna seher vakti gölü gibi uyandı
açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
uyandı balkon
toparladı bacaklarını boşluktan
tüttü karşı damda bacalar
kaldırımlar akasyalar ötüştü
bulut uyandı
attı göğsündeki yıldızı odamıza
evin içinde dışında uyandı aydınlık
doldu saçlarına senin
dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin

Nazım Hikmet RAN

Günün Sözü

Kişi kim olduğunu bilmek isterse, kimleri sevdiğine baksın!
Mevlana

Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum; fakat asla ümitsizliği değil.
Nazım Hikmet

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here