Nazım Hikmet Okumaya Devam

0
82

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Beni sorarsanız dünden bugüne Nazım’da kilitlendim. Sayfamda da devam etmek istiyorum. Dün paylaştığım bilgilerin yanı sıra aşk hayatı, şiirlerini nasıl yazdığı sürgün edilişi… Nazım’ı okumaya devam edelim bugün de…

İlk aşkı Nüzhet

“O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
Bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev…”

Bu şiir, Nazım’ın ilk aşkını anlatıyordu. Bahçesinde ebruli hanımeli açan o minnacık evde Nazım ile yaşamak isteyen minnacık kadının adı Nüzhet’ti; henüz 15 yaşındaydı. Nüzhet ve Nazım, gazeteci Muhittin Birgen sayesinde tanıştı.

Nüzhet, Tiflis’e gitti. Nazım da hemen ardından yetişti. Moskova Üniversitesi’nde okuyan genç bir delikanlıydı Nazım ve bütün güzel kızların gözü üzerindeydi. Ama yüreği yanmıştı bir kere, kor-kor öbeklenmiş, mengenelere sıkıştırılmıştı işte. Böyle bir hissi, ilk kez, Nüzhet’e karşı duyuyordu. Kaçınılmaz son gerçekleşti; Nazım ve Nüzhet, 1921’de evlendi. Anyuta adını verdikleri bir kızları oldu.

Ancak kaçınılmaz başka sonlar da vardı; ayrılık gibi. Nüzhet’in İttihatçı yakın bir akrabası Nazım’a duyduğu öfke ve nefrete engel olamıyor, genç kıza sürekli evine dönmesini söyleyen mektuplar yazıyordu. Çok gençti ve bu kadar baskıyı kaldıramadı Nüzhet. Nazım’ı terk ederek evine döndü…

Hapis istemi ve ömürlük davaları

Bu ilk olmayacaktı; daha hapis yatacağı günler de vardı. Yolunu açmıştı bir kere Nazım. Aydınlık Dergisi’nde yayımlanan şiir ve yazıları başına dert açmıştı. Nazım’ın 15 yıl hapsi isteniyordu. Daha topraklarında mevsim dönmeden Nazım, bu kez de Sovyetler Birliği’ne gitti. Ancak 1928’de Af Kanunu’ndan yararlandığı müjdesini aldığında Türkiye’ye dönebilmişti. Çalışacağı yeni dergi, “Resimli Ay”dı.

Açılışı 1925’te yapmıştı. Daha birçok kere yargılanacaktı. 1938’de orduyu ayaklanma için kışkırttığı gerekçesiyle 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. 13 yıl İstanbul, Ankara, Bursa Cezaevleri’nde kalacak; 1950’de de af yasasından yararlanıp özgürlüğüne kavuşacaktı.

Ülkeler ayrılığı, Lena

Nazım da Nüzhet’in ardından Türkiye’ye dönmüştü. Ancak yüreği ne bu ayrılığı ne de Nüzhet’in bir profesörle evlendiğini görmeyi kaldırabildi. Moskova’ya geri döndü.

Burada METLA Tiyatrosu’nda Ludmilla Yurçenko ile tanıştı. Onun için adı Lena’ydı. Bir süre sonra evlendiler. Aslında her şey iyi gidiyordu.

Elbet yine ayrılık vakti gelip çatacaktı. 1928’de Nazım’ın Türkiye’ye dönmesi gerekiyordu. Ancak Lena için vize vermediler. Böylece ülkeler arasında sessiz sedasız, şiirlerde çağlayacak bir ayrılık yaşandı.

Ve büyük aşkı Piraye

Piraye, 16 yaşındaydı Sedat Örfi ile evlendiğinde ve şimdi de boşanmıştı işte. 2 çocuklu yalnız bir kadındı. İşte bu dönemde tanıştı Piraye ve Nazım; 1930’da.

Delice bir sevdaydı aralarındaki; tarifsiz bir tutku. Kalbinin kızıl saçlı bacısı olarak tarif ediyordu onu. Ancak evlilikleri sürecinde 13 yıl boyunca Nazım hapisteydi. Kim bilir, belki de onca şiiri yazdıran da işte bu aşkın uzak yaşanışıydı.

Ona mektuplar yazdı; sandıklar, kutular tablolar yaptı Nazım. 24 yaşındaki güzeller güzeli Piraye de Nazım’ı için kitap, temiz çamaşır taşıyordu. Piraye, Nazım’ın tek moral kaynağıydı.

Sonra bir gün, öylesine sıradan bir gün, dayısının kızı Münevver, Nazım’ı ziyarete geldi. İkisi de evliydi. Ancak yine de aralarında bir kıvılcım oluşmasına engel olmamıştı. Ötesi yok, Nazım sırılsıklam âşıktı işte.

1948’de bir af bekleniyordu. Nazım, Münevver’e kocasından boşanmasını söyledi. Birlikte yeni bir hayata başlamayı teklif etti. Piraye’ye de bir mektup yazıp her şeyi olduğu gibi anlattı.

Piraye, her zamanki gibi kocasından gelen aşk mektubunu açtı; ancak okudukları karşısında yıkılmıştı. Yine de hiç ses etmedi ve boşanma isteğini kabul etti.

Ancak işler Nazım’ın planladığı gibi gitmedi. Beklenen af gerçekleşmemişti. Münevver de böyle bir riske girmek istemedi ve kocasına döndü. Nazım da Piraye’yi kaybettiğiyle kaldı. Ona af dilemek için bir mektup yazdı. Anca Piraye, ölse de aşkından, bir daha Nazım’a hiç dönmedi…

Bir kısmı şöyleydi mektubunun:

“Pirayem, Kızıl saçlı bacım benim,

Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana ” Gel ” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel. Oğlumuz Memet’in başı için gel ve ben kalan ömrümde ona layık bir baba olmak fırsatını kazanabileyim. Senin yüzüne nasıl bakabileceğimi bilemiyorum. Seninle karşılaştığım anda ayaklarının dibine yıkılacağım belki. Belki de sadece bayrağını kendi eliyle düşmana teslim etmiş bir hainin cesaretiyle yüzüne bakmaya çalışacağım. Belki de tek kelime söylemeden gözlerimi iskarpinlerine dikip oturacağım. Fakat gel. Hayatım yalnız kendime ait olsaydı gebermeyi çoktan tercih ederdim.…”

Affın ardından Münevver ile Nazım

Piraye ile yaşadığı bu durumdan sonra, nihayet af çıkmıştı. Nazım ile Münevver, evlendi. Bu evlilikten Mehmet Nazım doğdu.

Nazım, daha Mehmet 3 aylıkken Rusya’ya kaçtı. 1951’den sonra da çıkan kararla Türkiye’ye dönmek hayal olmuştu. Münevver, ancak 1961’de İtalyan yazar Joyce Lussu’nun yardımıyla Nazım’ın yanına Varşova’ya gitti. Ancak Nazım, aşktan beslenmeye devam etmiş, burada kendine yeni bir hayat kurmuş, Vera ile evlenmişti…

Nazım vatandaşlıktan çıkartıldı

Bu kez de askerlik bir sorun olup karşısına geçti. Sürekli izlenmiş ve çürüğe ayrılmıştı. Ancak buna rağmen 48 yaşında yeniden askerliğe çağırıldı ve öldürüleceği yolunda duyumlar alıyordu. Başka çare bulamamıştı; Rusya’ya kaçtı. Münevver’i ve oğlunu ardında bırakmıştı. 17 Haziran 1951’de Bakanlar Kurulu, Nazım Hikmet’in vatandaşlıktan çıkartılmasına karar verdi. Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde, sonra da eşi Vera ile Moskova’da yaşayacaktı.

Doktoru Galina

Nazım, Türkiye’den kaçtığı ilk zamanlarda doktoru Galina Grigoryevna ile evlendi. Nazım’ın hayatını paylaştığı; ama hiç şiir yazmadığı tek kadındı. Münevver bu aşamayı kaçırmış, Vera ile karşılaşmıştı.

Son aşkı Vera

Nazım ve Vera, 1956’da, Vera henüz 24 yaşında iken tanıştılar; 1960’ta evlendiler. Bundan sonra tüm şiirlerini Vera için yazdı Nazım…

Aşktı, gerçekti. Ölüm gerçekliği ile karşılaşana kadar, Vera ile doyasıya yaşayacaktı aşkını. Vakitleri az kalmıştı aslında. Nazım 3 Haziran 1963’te hayata ve Vera’ya veda edecekti.

“Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

Geldim, kaldım, güldüm, öldüm…”

Nazım Hikmet öldü

3 Haziran 1963 sabahıydı, saat 06.30’u gösteriyordu. Nazım, ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına kadar gazetesini almak için indi. Tam gazetesini almak için eğilmişti ki, kalbi o anda yaşamaktan vazgeçti. Nazım Hikmet, yaşadığı gibi bir sincap kararlığında ve ani ölüvermişti. Vera hep yanı başındaydı.

Cansız ve şiir dolu bedeni ünlü Novodevici Mezarlığı’na defnedildi. Ona özel siyah granitten bir mezar taşı tasarlanmıştı. “Rüzgara karşı yürüyen adam” figürü bu siyah taş üzerinde ölümsüzleştirildi.

Günün Şiiri

Bir Dakika

Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor

Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,

Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..

Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.

 

Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya

Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya

Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor

Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor

 

Yakın olayım diye bu gökten gelen ize

Öyle eğilmişim ki kayalardan denize

Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi

Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi

 

Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an

Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan

Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim

Doğruldum atılırken bir dakika titredim

 

Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden

Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.

Nazım HİKMET

Bir Ayrılış Hikayesi

Erkek kadına dedi ki,
Seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya…
Erkek kadına dedi ki:
Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz…
Kadın erkeğe dedi ki:
– Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana…
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi

En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini…

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak…

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak…

Kadın sustu.
Sarıldılar…
Bir kitap düştü yere…
Kapandı bir pencere…
Ayrıldılar…

Nazım HİKMET

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here