Korkuların Egemenliği

0
64

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sakin huzurlu bir sabaha uyanmak nerdeyse hayal olacak… Her saniye değişen ruh durumu? Hiç değişen ve yakan ruh durumlarına girmeyeceğim. Zaten yeterince incitildik. Hırpalandık. Her şey geçiyor ve geçen geçmişte kalsın istiyorum. Her “an” bir başka şeye gebe ve bunu yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum.

Geçmişe takılıp kaçırırsak “an”ların getirdiğini bir daha yakalamak hayal olabilir… Hayatımızın zaten bir bölümünü kaçırdık, yaşanmadan geçmişti zaman. Şimdi aynı hataya düşmek istemiyorum. Zamanımı yaşamak ve “an”larımı kaçırmamak istiyorum. Yüz milyonlarca kez kaçmayı, yok olmayı kafaya takmış olsam da, yaşamın kıyısından vurmuş olsam da sahile. Yinede “an”lara sarılmadan yapamıyorum. Sanırım bu bir hediye, yaşanmışlara karşın bir gönül alma.

Çocukluğumuzun en kaygısız olması gerektiği zamanlarda, korkunun egemenliği sürüyordu küçük omuzlarında birçoğumuzun. Bir korku ki, onu gizlemek ondan beterdi. Çocuklar acımasız derler. O zamanlar bunu bilmezdik. Ama yinede gizlerdik elimizden geldiğinden daha çok. Onlardan ve büyük olasılıkla kendimizden yaşarken korkularımızı, yaşamamış gibi davranırdık…

Çocukluğun korkuları yerini büyüme sancılarına bıraktığında, onlar gömüldü hafızanın karanlığına. Büyüme sancıları yerini hepsinden daha büyük korkulara terk etti. Daha dizlerimizdeki ağrılar geçmeden ruhumuzda yaralar açılmaya başladı. Birini halletmeden diğeri saldırdı. Ve birden “pat” dedi durdu. Panzerler yüreğimizden geçerken “Lal” oldu dillerimiz “lal” oldu beynimiz, düşüncelerimiz. Dağıldık hallaç pamuğu gibi dört bir yana. Ve inancımız biz daha ne oluyor derken bıraktı gitti.

Ve korkular bırakmadı peşimizi. Ölüm korkusu bu kez yapıştı yakamıza. Ve olan oluyor, korkular bir, bir gerçekleşiyor. Daha çocukluğundakini silememişken hafızandan, yenileri üst üste yığılıyor.

Doğanın yaptığını sineye çekerken, insan insana nasıl bu kadar korku salabiliyor onu gördük ama sorgulayamadan yara bere almış olarak bir zaman dilimini geçmişte bıraktık. Ondan bize kalan yalnızca haksızlıklar, acılar ve boşa geçmiş bir gençlikti. Ve yine en beteri korkunç bir korku ve ondan beteri inançsızlık doğru bellediğimiz her şeye dair.

Ve zaman akıp giderken korkuların egemenliğinde biz kendimizi insan olarak eğitmeye devam ettik bütün yaşadıklarımızla birlikte. İstedik ki, yaşarken korkuları ve yitirdiğimiz yılları, yaşam aşkını yitirmeyelim. Kendimizi insanlık aşkı ile tedavi edelim o aşk ki bize en büyük kötülüğü yapan oysa korkuların karabasanında yaşatan. Ancak “aşk” aşktır ve onun en güzel tarafı ile beslemeğe her zaman büyük önem verdik.

Şimdi aşkımız büyük, kendimize inancımız yerinde, ancak geldiğimiz noktada korkularımızla yüzleşmek bize acı veriyor. Açmak istiyoruz sandıkları ve teker, teker tutsaklıklarından kurtarmak ve tortularını temizlemek. Ancak onların yerini başkaları doldurur diye her zamankinden çok onların üzerini örtmeye, yaşanmadıklarına ve yaşanmayacaklarına dair inanç üretemeye çalışıyoruz. Ve elimizde olan aşkı yitirmemek için bütün koşulları zorluyoruz çünkü bizi yaşama bağlayan tek o var ve belinden omuzlarından ona sımsıkı sarılıyoruz. Ve sevgili okuyucularım yaşam aşkımız hiç yitmesin sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase

& & & & &

Dürüstlük Çiçeği

Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu. Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı. Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.

Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi. En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.

Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi. Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu. Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi.

Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu. Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı: “Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”

& & & & &

En İyi Ben Olmalıyım

Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye: “Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.

Öğrenci, bir süre düşündükten sonra, “Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım.”

Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak, “Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.

Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi. Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti. “Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.

Öğrenci utana sıkıla, “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.

Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi: “Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir.”

Günün Şiiri

Brooklyn Köprüsü’ne: Ön-Şiir

Kaç tan ağarması, üşümüş dalgacıklı tüneğinden

Martının kanatları değecek ve döndürecek onu,

Ak gürültü halkalarına dökerek, kurarak çok yukarda

Özgürlüğü zincirli körfez suları üstünde –

Sonra, kesiksiz bir kıvrılışla, yüzüstü bırakıp gözlerimizi

Dosyalanıp kaldırılacak dolu yaprakları açan

Yelkenler gibi birden görünüverecek:

-Asansörler bizi yaşadığımız günlerden indirinceye dek…

Sinemaları düşünüyorum, panoramik göstericileri

Kalabalık çökmüş üstüne çakıp sönen bir görüntünün

Hiç kapatılmamış,ama yeniden abanan üstlerine

Başka gözlere aynı perdede daha önce söylenmiş;

Ve sen, liman boyunca, gümüş yürüyüşlü

Güneş adımını almışçasına, gene de bırakmışsın

Bir devinimi yürüyüşünde hiç kullanmadan,-

Özgürlüğün duruyor seninle alttan alta!

Bir yer altı treni lombozundan, hücresinden ya da aralığından

Tımarhanelik biri koşturur korkuluklarına,

Eğilip orada bir anlık, kabararak hırçın gömlek,

Düşer suskun bir kervandan alaylı bir söz.

İniş Duvarı, öğle sızar kirişten sokağa,

Göğün asetileninin sökük dişi;

Bir öğleden sonra boyu bulut-uçuşlu maçunalara döner?..

Kabloların soluk alır Kuzey Atlantik dinginliğini

Ve Yahudilik cenneti kadar karanlık,

Senin ödülün… Kutsar seni, bağışlar sana

Zamanın yükseltemediği adsızlığı:

Titreşimli erteleme ve gösterdiğin bağışlama.

Ey rübap ve sunak, ateşlenen öfkeden,

(Nasıl salt uğraşı senin uyumlu tellerini sıraya dizer!)

Yalvaç’ın andının korkunç eşiği,

Paryanın yakarışı ve çığlığı sevginin –

Yeniden senin hızlı parçalanmamış deyimini

Yalayıp geçen trafik ışıkları tertemiz iç çekişleri yıldızların,

Boncuklar diziyor yoluna – Yoğunlaştırılmış sonsuzluk:

Ve gördük kaldırıldığını gecenin senin kollarında.

Payandaların yanında gölgenin altında bekledim;

Yalnız karanlıkta açıktı gölgen.

Kentin kızgın yükleri çakılmıştı hep,

Kar demir bir yılı örtüyordu şimdiden…

Ey altındaki ırmak kadar uykusuz,

Denizi kemerleyen, ovaların düşlü çimi,

En aşağılık bir zaman yayılıyor üstümüze, iniyor

Ve bir söylence veriyor Tanrı’ya büklüntüsünden.

Hart  CRANE- Çeviren: Güven TURAN

Günün Fıkrası

İsrailli güzel casus Suriye’den dönüp İsrail Genelkurmayı’na rapor verir: “-Hafız Esad’ın son saldırı planını gece masasından çaldım. Üstelik bununla kalmayıp oğlunu da hapsettim.” Generaller sevinçle haykırırlar: “-Harika, oğlunu hemen bize ver, sorguya çekelim.” Güzel casus üzgün bir yüzle cevaplar: “-İşte bu hemen olmaz, dokuz ay beklememiz lazım…”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here