Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Korona hanımın marifetlerinden en büyüğü yaşam şeklimizi değiştirmesi… Ve bizler bu yeni düzene alışmakta zorlandığımız için bütün evlerden kavga gürültü sesleri eksilmiyor. Hava sıcak, klimalar bu sıcağı arttırıyor. Klimasız ya da klima çalıştırmak istemeyenlerin evlerin pencereleri kapıları ardına dek açık… Ve ömrümüzde olmadığımız kadar komşularımızla iç içe yaşar olduk. Mutfaklarda pişen yemeklerin kokusundan tutunda kavga gürültüye, çocukların çığlıklarına kadar hep birlikteyiz maşallah kimse sesini esirgemiyor. Eskiden aman sesim duyulmasın telaşı ortadan kalktı en aklı başında, halim selim sandığımız insanların bile kulağı tırmalayan çığlıklarını duyar olduk. İşte böylesi bir cesaret geldi valla üstümüze özgürlük gibi? Ya da gerçek yüzümüz gibi? Garip ama gerçek, yoksa bunca sesi nasıl çıkarabilirdik, birbirimize bu denli kaba olabilirdik.
Korona hanımın marifetleri bitmiyor. Onun yüzünden nerdeyse birbirimize düşman kesildik, ayrılanlar, evden kaçanlar, tepki babında maskesiz dolaşanlar, hıncını karısından, kardeşinden çıkarılanların sayısı hızla arttı. Kadın cinayetleri, çocuk kaçırma hikâyeleri hiç olmadığı kadar arttı. Lügatimiz değişti canımlı cicimli konuşmalar geri zekâlı, aptala döndü, intihara yelteneler bile var. Azıcık hapşırınca korona mı oldum diye kafayı yiyenleri saymıyorum bile. Ve bütün bunlar yetmiyormuş gibi seyyar satıcıların, eskicilerin gürültüsü, sinirlerimizi sormayın artık durumları. Belki koronadan ölmeyeceğiz ama ölümü bir şekilde özleyeceğiz gibi görünüyor ve bunun nedeni işte o tepki-mepki diyerek maskesiz dolaşanlar, sosyal mesafeye aldırmayanlar ve onların bu vurdumduymazlığı, bencilliği… Okulların açılmamasının, 65 yaş üstüne uygulanan cezanın nedeni evet ceza ve insanlık haklarının ihlali ve bunun nedeni o düşüncesizler… Bunun vebalini nasıl ödeyecekler bakalım… Oysa böyle olmasaydı, hastalık çoktan tasını tarağını alıp giderdi geldiği yere. Ama biz bu kafayla daha çok birbirimizi kemireceğiz, ruh sağlığımızı yitireceğiz, paranoyak olup çıkacağız. Yoksulluklar ve sıcaklar ve hızla değişen gündemle aha korona gel ve canımı al diye yalvaracağız gibi görünüyor valla.
Bu kötü tabloydu her kötünün iyi tarafı da var ya işte iyi tarafını şu anda bulamıyorum… Maskeler diyeceğim zaten bin bir yüzlü olduğumuz için gerçek yüzümüz onların sayesinde en azından sokakta gizleniyor.
Ve bazıları gerçekten koronadan aklımızı yitirdiğimizi sanıp bize İstanbul sözleşmesinin iptali gibi acayip ötesi bir şeyler dayatmaya çalışıyor. Aslında kadın, erkek, çoluk çocuk ayrımcılığını normalleştirmek ki tabi ki hepsi birbirinden ayrıdır ama haklar… İşte o haklar erkek egemenliğinde olacak… Kayıtsız şartsız. Peki nedir bu iptal edilmek istenen İstanbul Sözleşmesi?
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir. Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılıyor. Yani bakın İstanbul’da imzalanıyor…
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi (kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi), 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giriyor.
Özel olarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan Sözleşme, bugüne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylanmış.
Türkiye, Sözleşme’yi imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış, 14 Mart 2012 tarihinde ise onaylamış da şimdi ne oldu? Neden gündemimiz bu oldu? Neden tartışıyoruz? Demek bütün Avrupa’da kadına, çocuğa özelikle kız çocuklarına, eşlerine, kız kardeşlerine şiddet uygulayan erkeler varmış ve kadınları, çocukları, kızları koruma altına almak gerekmiş ve bu anlaşma ile en azında hukuk karşısında korunmuşuz. Ve bu anlaşma İstanbul’da imzalanmış… Peki şimdi kadınlarımız özgürleşti, öldürülmüyor, infaz edilmiyor, kızlarımız on ikisinde gelin edilmiyor, kaçırılmıyor, seks işçisi olmuyor, her şey gülük gülistanlık mı oldu ki, biz bu anlaşmayı tartışıyoruz? Ki keşke öyle olsaydı bu ve buna benzer anlaşmalar hayatımızda olmasaydı. Ama bazılarının işine gelmiyor belli ki… Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitlik. Onlar güç bende diyor ama güç hakkını arayanda ve bunun için çalışanındır unutmamak lazımdır hak verilmez alınır…
Ve sevgili okuyucularım şimdilik, sağlıkla, sevgiyle kalalım maskelerimize ve güvenli mesafeye uyalım. Ve şimdilik hoşça kalalım. Yase
Günün Şiiri
Çocuksun Sen
1
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
2
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya
Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm
Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte
Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Çocuksun sen, çocuğumsun
Ahmet TELLİ
Günün Fıkrası
İlkel bir kabile devletinde, milli eğitimi ele geçiren mum yüzlü bir bakan buyurmuş: “Üzerinde resmim olan pul bastırdım, bakanlığın bütün mektuplarında bu pullar kullanılacak.” Bir süre sonra görülmüş ki, pullar zarfa bir türlü yapışmıyor. Bakan küplere binmiş ve yetkiliyi çağırıp sormuş; “Üstünde resmim olan pullar yapışmıyor, arkalarına zamk sürmediniz mi?” “Sürdük efendim” demiş yetkili ve eklemiş; “Yapışmamasının nedeni, herkesin pulun ön yüzüne tükürmesi…..”
& & & & &
Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve aşık olduğunu, evlenmek istediğini ve annesini tanıştırmak istediğini söyler. Ama sadece eğlence olsun diye eve 3 kız getireceğini ve annesinin evleneceği kızı tahmin etmesini ister. Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir. Otururlar bir süre sohbet ederler. Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar tahmin ettin mi diye. Anne duraksamadan cevap verir: “Ortadaki kızıl saçlı” Oğlan hayretle annesine sorar: “İnanılmaz, nasıl bildin?” Anne cevap verir: “Ondan hoşlanmadım.”
Günün Sözü
Aşkın tersi nefret değil, ilgisizlik. Sanatın tersi çirkinlik değil, ilgisizlik. İnancın tersi sapkınlık değil, ilgisizlik. Ve hayatın tersi ölüm değil, kayıtsızlıktır.
Elie Wiesel