İlim, İlim Bilmektir, İlim Kendini Bilmektir, Eğer Kendin Bilmesen, Ya Nice Okumaktır

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazı sabahlar ben denizin araştırmacı damarı kabarır ve başlarım kafama takılanları araştırmaya… Saatlerce sürer, zamanı unuturum ve sonunda yazım geç ulaşır ya da ulaşmaz  gazeteye. Örneğin bu sabah erkenden saat 9 gibi oturdum yazmaya. Yazmadan önce okumak gerek her zaman, günlük gazeteleri, yerel ve ulusal olmak üzere. Köşe yazılarını falan… Ve kafa yormak yorumlamak falan tabi bunlar zaman ve mekan işidir. Zamanı anladık mekân da ne mi diyorsunuz, çok doğru bir soru bazen mekan değiştirme gereği de olabiliyor, yani kendiniz ve bilgisayarınızı daha tenha bir yere taşıyabiliyorsunuz zaman içinde yoksa nefes almak  güçleşebilir yani bendenize böyle oluyor. Ve saat hep benden habersiz ilerler enerjimde birlikte tabi. Ve şu an saat 13.30 ancak yazımı yazmaya başlıyorum. Her zaman böyle olmayabiliyor tabi.

& & & & &

Önce yerinde bir karar bildiğimiz gibi Hatay’da seçim sonrası seçim sonuçlarına dair  4 itiraz vardı en azından. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Hatay’da Büyükşehir Belediye Başkanlık seçim sonuçları konusunda Ak Parti’nin toplam dört itirazının tümünü reddetti.

CHP’nin 4890 oy farkla kazandığı Hatay Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde, Ak Parti 5900 asker ve ölü adına oy kullanıldığı gerekçesiyle, olağanüstü itirazda bulunmuştu. Ak Parti ayrıca, geçersiz oylar, tutanaklar ve seçim sandıklarında oyların sayımı konularında da üç ayrı olağan itirazda bulunmuştu. YSK, Ak Parti’nin tüm itirazlarının reddedilmesine karar verdi. Böylece CHP’nin Hatay Büyükşehir Belediyesi’ni kazanması kesinleşti.

Bu haber sevindirici çünkü artık en azından herkes işine bakabilir.

& & & & &

Hatay Valisi Sayın Lekesiz, Habib-i Neccar Hazretlerinin insanların ortak tarihindeki  yerini ve bilinirliğinin olmadığına vurgu yaparak bu bapta Hatay’da Habib-i Neccar Hazretlerini anma etkinlikleri düzenlemesinin planlandığını söylemiş. Konu ile ilgili olarak Abdurrahman Melek Salonu’nda düzenlenen toplantıda konuşan Vali Lekesiz; “Hatay coğrafyası, insanlığın ortak hafızası olan ve pek çok değere sahip özel bir coğrafya. Bu değerlerden bir tanesi de Habib-i Neccar Hazretleri. Ancak maalesef ne ilimiz halkı ne de ülkemiz insanı Habib-i Neccar’ı yeterince tanımıyor. İnsanlar belki O’nun hakkında üç-beş cümlelik bilgiye sahipler ancak Habib-i Neccar  çok daha fazla tanınmayı hak eden bir değer” diyerek bir gerçeğe parmak basmış.

İtiraf etmem gerekir ki ne o camiye gitmişliğim var ne de konuda bir iki cümleden başka bilgim. Kuran-ı Kerimi ve dört semavi kitabı okuyan, Yasin süresini ezbere bilen bendeniz nasılda aslında ilimsizmişim bu haberle anladım.

Ve kendi kendime dedim ki; ilim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir, eğer kendin  bilmesen, ya nice okumaktır. Tabi kendime çokta haksızlık etmeyim çünkü ömrüm kendimi bilmek için geçiyor. Ve her kendimde bir bilinmeyeni çözdüğümde hayatımın hazinesine birkaç altın daha atıyorum demektir. Okumak ve öğrenmek bilmektir. Bir şehri hiç gitmeden tanıyabiliriz okuduklarımızdan yola çıkarak. Ya da bir elmanın kırmızı ya da yeşil olduğunu bilirsin ancak o konu da derin bir bilgi edinmek istersek gidip araştırma yapmamız gerekir ki oda ilimdir. Dini konularda bilmek yetmez ilim yapmakta gerekir aslında. Çünkü bilgi bazen farazi ve kulaktan dolma olabilir. Aslında şimdiki durumda nerdeyse durum budur. Ancak ilimle derinleşince insan durum farklı olabilir. Yasin süresinde Habib-i Neccar: O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: “Ey kavmim! Uyun o elçilere!” 21: “Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.” Diyen hazrettir.

Kuran-ı Kerim’de o zatın kimliği hakkında hiçbir bilgi sunulmamıştır. Ancak konuda ilim çalışması yapanlar o koşarak gelipte “uyun o elçilere” diyen hazretin aslında  Habib-i Neccar olduğunu söylüyorlar. Ve geçen olayda, M.S. 40’lı yıllarda (İsa), havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus) Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya’ya girerken koyunlarını otlatan marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşır (neccar, marangoz demektir). Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine İsa’nın getirdiği dine iman eder. Ancak Antakyalılar elçileri hoş karşılamaz ve onları hapse atarlar. İsa, bunun üzerine Barnabas’ı şehre üçüncü elçi olarak gönderir. Elçilerin tüm çabalarına rağmen halk İsa’nın dinine inanmaz ve onları öldürmeyi planlar. Bunu öğrenen Habib-i Neccar, şehre giderek Antakyalılara “Sizden hiçbir ücret talep etmeden Hak dinini anlatan bu elçilerin söylediklerine uyun” diye seslenir. İsa’nın elçileri de, Habib-i Neccar da işkence altında şehit olurlar. Bu olay Kur’an’ın Yasin suresinde anlatılmaktadır demişlerdir.

Şimdi aslında Yasin süresindeki adı geçmeyen ancak tarihi bilgilerden araştırılarak varılan bu sonuç  doğrusu bilinmeye değer. Ve bu çalışmalar için aslında kutluyorum  bu konuyu gündeme getirenleri..

En azından bu durumda bendeniz çok şeyler öğrenmiş oldum ve ilk işim o camiyi gezmek olacak ve Yasin süresini okurken kendimi daha bilinçlenmiş anlayabileceğim. Yasin süresinde 14’düncü ayette: Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: ‘Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz’ dediler. 15. Ayet: Onlar da: “Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz” dediler. 16. Ayet: Peygamberler dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.” 17. Ayet: “Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.” 18. Ayet: Onlar dediler ki: “Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, and olsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur.” 19. Ayet: Peygamberler de şöyle cevap verdiler: “Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz.” 20. Ayet: O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: “Ey kavmim! Uyun o elçilere!” dedi. 21. Ayet: “Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.” 22. Ayet: “Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.” 23. Ayet: “Hiç ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.” 24. Ayet: “Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.” 25. Ayet: “Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.” 26. Ayet: (Sonra ona) “haydi gir cennete!” denildi. O da dedi ki: “Ne olurdu kavmim bilseydi!” 27. Ayet: “Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını.” 28. Ayet: Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. 29. Ayet: Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

Ve kuşkusuz ki Yasin süresinin anlatmak istediği sadece bu değildir. İlim derken gerçekten ilim yapmış olanlar  bile o sürenin gerçek anlamından ancak birazını kavrayabilirler. Ve sevgili okuyucularım inanç kuşkusuz insanla yaratanı arasındadır. Evrensellik başka bir şeydir. Ve bizler inancımızı uluorta yaşamaktan çokta hoşlananlardan değiliz. Bu tür etkinlikler yaşadığımız gerçeklerin üzerini örtmemeli hayatımızın ve kültürümüzün zenginliği olsun ve doğru bilgilendirme yönünde başarılı olsun diliyorum. Ve sağlık ve sevgi, birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum her zaman. Yase

Şubat Güneşi

“Zeynep sana inanmıyorum” “Ahmetçim biraz daha oyalanırsan asıl sen hasta olacaksın korkarım” diyerek mutfağa doğru yürüdü. “Çaydanlıkta sıcak su vardı  onu kullan eğer soğuk suyla yıkanmıyorsan” dedi.

Ahmet asık bir suratla dolu çaydanlığı alıp gitti, on beş dakika sonra ikisi de mutfakta oturmuş çaylarını içiyorlardı. Zeynep saçlarını iki örgü yapmış omuzlarına sardığı kalın şalın üzerine bırakmıştı. Yüzü mutlulukla  ışıldıyordu Ahmet’te kalın eşofmanlarını giymişti. Ve sürekli hapşırıyordu.

“Annen beni öldürecek oğlumu hasta ettin pis büyücü diyerek” dedi Zeynep Ahmet’e gülerek bakarken. “Annem gelmeden ben yapacağım bu gidişle” dedi sonra ilave etti; “Gerçekten büyücüsün ama pis değil tiril tiril bir büyücü. Tabi bin yıllık hayatında bunları da yaşamışsındır sen?”

“A nerden bildin? Tabi ki arada bir yaşadığım olmuştur ben senin gibi mıy mıy büyütülmedim ki…” “Kim ben mi mıy mıyım?” “Evet hem de kocaman bir mıy mıy..” “Şimdi seni dizlerime yatırıp bir güzel döversem sen görürsün kim mıy mıymış…”

Zeynep  elindeki çay bardağını  masaya bırakıp ayağa kalktı “hadi gel de görelim” diyerek  koltuğa koştu. “Şimdi kimseyi dövemem” dedi  Ahmet çayını içerken ciddi, ciddi “havamda değilim. İstersen sende gel ve çayını bitir. Sana zaten kızgınım…” “A nedenmiş o” diye Zeynep yerinden kalkıp masaya yaklaştı. Ahmet yerinden fırlayıp kızı tuttuğu gibi dizlerinin üzerine yüzü koyun yatırdı. Sonra poposuna, poposuna minik şaplaklar indirmeye başladı. Bir taraftan da “Kimmiş mıymıy söyle bakalım” diyordu.

“Tamam, tamam özür dilerim sen mıymıy değil ama kadın döven barbarın tekisin işte” diye bağırdı Zeynep. “Kız sen susmayacak mısın?” diyerek Ahmet şaplaklarını hızlandırdı. Kız sonunda “Tamam, tamam  valla  konuşmayacağım artık bırak beni” dedi.

Ahmet kızı dikkatle yere bıraktı, kız bir an sendeledi sonra Ahmet’in  dizilerine oturdu. Kollarını boynuna dolayarak başını omzuna gömdü. Saçlarının kokusu genzine doldu Ahmet’in. Derin, derin içine çekti  kokuyu sonra kızı şefkatle bağrına basarken “Hayırdır bu muhabbette neyin nesi. Kadınlar gerçekten dayaktan hoşlanıyor sanırsam” dedi haince…

Zeynep hiç duymadı bile onu. Kolları Ahmet’in boynuna sımsıkı sarılmış vaziyette başı omzunda gözleri karanlıkta hiçbir şey düşünmeden duruyordu. Sonra sayıklar gibi alçak sesle.

“Eşi dostu verdik birer-birer toprağa;

Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.

Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;

Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.” diye Ömer Hayyam’ın dörtlülüğünü okudu. Ahmet “efendim bir şey mi söyledin” diyerek kızı kendine bakmaya zorladı ama Zeynep başını omzundan kaldırmadan dörtlüğü yineledi.

Eşi dostu verdik toprağa… Can’ı toprağa verdikleri gün bu dörtlük takılmıştı aklına, kendini çok ağır algılıyordu aynı Ömer Hayyam’ın sözünü ettiği  yorgun katır gibi. Ve bir o kadar hayat ona zor geliyordu herkes ölürken kendisi bu ağır  yükle yalnız kalmıştı çöllerde.

“Can seni çok özlemişim. Uyuduğum günlerde ne yapıyordun benden habersiz?” demişti annesin ölümünden sonraki uzun uykudan uyandıktan sonra. “Hep senin uyanmanı bekledim. Hiç bir şey yapmadım. Biliyor musun seni çok merak ettim aslında ne kadar severmişim seni” “Hadi ya.” “Sen benim her şeyimsin, yaşamımın anlamısın” demişti oğlan kıza sarılarak. “Ah Can seni seviyorum” diye iyice büzülmüştü kız çocuğun kucağına elindeki kitap yere düşmüş ikisi de ayrımına varmamıştı. Yalnızca yüreklerinin çırpıntısını duyuyorlardı aç bir özlemle. Arkası Yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here