Hoş Geldiniz Sayın Yönden

0
81

Günaydın sevgili okuyuculularım nasılsınız bu sabah? Sevgili İskenderun’umuza, Kaymakam İskender Yönden Bey atandı. Hoş geldiniz Sayın Kaymakam, yeni göreviniz hayırlı uğurlu olsun. Dilerim bizden ve bölgemizden memnun kalırsınız… İskenderun halkı her zaman mülki amirleri ile uyum içinde olmuştur bundan sonra da böyle olacaktır. İskenderun’dan gerçekten memnun kalacaksınız diye düşünüyorum. Ve yeniden hoş geldiniz diyorum.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım yerel seçimlere yaklaştıkça aday adaylarının heyecanı da tavan yaptı herhalde. Ankara yolları aşınacak nerdeyse. Hadi kolay gelsin herkese, paralar, emekler, hayaller, düşler havada pamuk şekeri gibi rengârenk uçuşuyor. Hep özenmişimdir böyle düşsel yaşamayı ancak kahretsin ki ne düş görebiliyorum ne de hayal kurabiliyorum. Öyle pamuk şekerine benzeyen, ayaklarım her zaman yere sağlam basıyor kaldırım otlarını ezmeyeceğim diye dikkat etmesem tabanlarım sızlardı valla.

& & & & &

Ve politika aslında bir bilim dalı bir sanat bendenizce; ancak politikayla uğraşanlar bundan habersiz gibi. -Politika- dediğinizde yerine getirilmeyen sözler, kayırmacılık, ayırımcılık, bir dost, bir düşman bir sözü diğerine uymayan insanların yaşadığı garip anlaşılması güç bir dünya geliyor akla…

Yani dün kavgalı olduğun biri ile bu gün bir şey olmamış gibi el sıkışmak bu dünyada çok olağan, bu gün -ak- dediğine yarın -kara- demekte. Kimsenin garibine gitmez. Kimse “Ne oluyor ya, dün ne diyordun bu gün ne diyorsun?” diye sormaz. Aksine soranlar garipsenir. Bu yüzden bizde sormuyoruz artık ve alıştık bu duruma kavgalı birilerini görünce kızmıyoruz ya da sevinmiyoruz nasıl olsa onlar yarın barışır, çünkü ortak çıkarları var! Diyoruz.

& & & & &

Ve yine maden ocaklarında patlamalar yine yiten canlar yine babasız kalan çocuklar yıkılan yuvalar! Diller lal. Yalnızca dualar var. Allah’a yakaran Allah’ım lütfen sabır ver akıl ver rahmet et! Ve bizi affet.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım bu değişken havalar o şiirdeki gibi mahvetti bendenizi ancak Orhan Veli’nin bahsettiği havalar güzel havalar ama bizim havalarımız değişken. Ve değişken havalar mahvediyor. Sanki bu memlekete dün gelmiş gibi. Hapşu tıkşı boğaz, lenf, kulak, burun haşat. Ciğerler savaşıyor “aman bölgeme girmeyin” diye.

Valla sevgili okuyucularım, başım kazan gibi nasıl bu hale geliyor, insan anlamıyorum ama tabi dünyanın sonu değil hatta sağlığın diyeti gibi anlayana. Ve yazımı burada tamamlamazsam diyet ödeyecek zamanımda kalmayacak… Bu yüzden şimdilik sağlıkla, sevgiyle kalalım diyorum, hep birlikte, her zaman, ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Bir Motivasyon Öyküsü

Charles Schwab’in istediği kadar verim alamadığı bir fabrıkası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu: -Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?

-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Birçoğunu işten atmakla tehdit ettim. Ama başarılı olamadım. Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: -Bugün kaç kazan çelik erittiniz?

-Altı. Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı. Çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne olduğunu sordular. Gündüz isçileri de: -Patron bugün burada, Bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti. Ertesi gün Schwap fabrikayi yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı.

Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı?

Kendilerini gece isçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı? Schawb bunu söyle açıklıyor: “İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir.

Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta başarılı olan her insanin en sevdiği şey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi manasız yarışmalar buradan gelir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendiriniz.

KAYNAK: NETWORK 21 LIDERLIK KITAPLARI

Acele Karar Vermeyin

Çin düşünürü Lao Tzu’nun öyküsü… Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler… İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler… Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru…

Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.” Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.” Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: “Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.” Lao Tzu

Günün Şiiri

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi

Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

 

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne

Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa

Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır

Kopmaz kökler salmaktır oraya

 

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını

Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin

Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara

Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

 

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine

Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

 

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın

Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

 

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar

Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın

Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu

Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

 

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle

Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

 

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına

Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Ataol BEHRAMOĞLU

Güzel Havalar

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada aşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum;

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.

Günün Fıkrası

Mahkemede yargıç, tanık kadına kaç çocuğu olduğunu sordu. Kadının “on” demesi üzerine ise, on çocuğunun da adlarını sırayla söylemesini istedi. Tanık kadın, yargıcın dediğini yaptı ve on çocuğunun da adlarını yaş sıralarına göre söyledi: “David, David, David, David, David, David, David, David,David, David…” Yargıç bu kez merakla sordu: “On çocuğunuzun onunun da adları David mi?” Kadının “Evet” yanıtından sonra ise daha da meraklanarak yeniden sordu: “Peki çocuklarınız bahçede oynarken onları içeri nasıl çağırırsınız?” Kadın bu soruyu gülümseyerek yanıtladı: “Ben yüksek sesle bir kez ‘David’ diye bağırırım, bir anda onu birden eve gelir.” Yargıç yine meraklandı: “Peki, yemeğe nasıl çağırırsınız onları?” Tanık kadın yine gülümsedi: “Yüksek sesle bir kez, ‘David yemek hazır… Haydi sofraya’ derim, çocuklarımın onu birden sofrada yerlerini alırlar….” Yargıç merakını bir türlü giderememişti. “Peki…” diye sordu bir kez daha. “İçlerinden yalnızca birine bir şey söylemek istediğinizde ne yapıyorsunuz?” Tanık kadın bu soruyu da kolaylıkla yanıtladı: “O zaman soyadlarıyla çağırırım…”

Günün Sözü

Gönül, han değil dergâhtır. Paldır küldür girip çıkılmaz, günahtır!
MEVLANA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here