Hamdım, Piştim, Yandım… (Mevlana)

0
240

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Teşekkür ederiz ama yorgunuz günden, gündemden” mi diyorsunuz? Haklısınız, çoğumuz yorgun ve önümüzü göremiyor vaziyetteyiz. Bu yüzden “mistiklikten medet umalım” diyerek Mesneviden alıntılarla “ruhumuzu besleyelim” dedik. Kan ve pisliği, cahilliği ve kör taassubu ve internette dolaşan iğrenç sorulara verilen, iğrenç yanıtları? Birazcık olsun öteleyebilmek için kendimizden.

Nasıl bir şey bu?

İğrenç sorulara iğrenç yanıtlar! İğrenç yorumlar! Sormazlar mı aynı silahla vuruyorsan, senin ayrımın nedir? Onlarda en az sorulan sorular kadar iğrenç, iç bulandırıcı ve kara kara düşündürücü. Ve kendime diyorum ki aslında yok birbirimizden farkımız!!! Ancak biz her şeye rağmen sevgi dışında silah kullanmadığımız için farklıyız. Ve bütün bu akla, vicdana zarar veren olayları öteleyebilmek için her zaman bir sevgi kapısı ararız.

Ve “Lütfen Tanrım bu yazı yazılırken hiçbir yerde kan akmamış olsun. Hiçbir şehit haberi gelmemiş, evlere ateş düşmemiş olsun” diye dua ederken yine yürekleri yakacak haber geldi… Ah yine şehidimiz ne diyelim bilmiyorum ki rahmet etmek yetmiyor, nur içinde yat sevgili kardeşim mekânın cennet olsun demekte kesmiyor artık. Ah sevgili kardeşim göklerde melek ol demek istiyorum. Ve ne yazık ki bu haber bir sürü sıkıcı yoğun haberden sonra yer bulabilmiş ön sayfalarda! Ve neden bilinmez iki tıp öğrencisi genç kız hunharca katlediliyor yine. Ve bir çocuk ödevini yapmadı diye nasıl dayakla terbiye edilmek istenirken öldürülebilir?

Eskiden garip bir dünyada yaşıyoruz derim. Şimdi ise vahşi bir dünyada yaşıyoruz diyorum ve sevgili okuyucularım her şeye rağmen sevginin kardeşliğin, eşitliğin peşinde olduğumuz için her zaman kendimizi korumaya almaya çalışıyoruz her türlü olumsuzluktan ve Mevlana’ya sarılıyoruz ister istemez. Ve Mesneviyi açıyoruz. Ve sağlık ve sevgiyle kalmaya çalışıyoruz, ayrımsız, gayrımsız, önyargısız sevgili okuyuculardım. Yase

& & & & &

İnsan Denilen Muammâ (Mesnevî den)

Hazret-i Mevlânâ -kuddisesirruh- aşk, vecd ve istiğrak dolu hayatını üç kelime ile ve üç merhale olarak şöyle ifade eder: “–Hamdım, piştim, yandım!..”

“Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!”

“Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!”

“(Fakat ben ruhumla büyük bir heyecan içerisinde vuslata doğru kanat açtığımda sakın ola ki) cenazemi görüp de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) «buluşma» yani vuslat vaktimdir!”

“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «Veda, veda!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!”

“Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, Güneş’le Ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?”

“Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır! (Hem de ebedî bir hayata…)”

“(Dıştan bakınca toprağın kara bağrında bir çukurdan ibâret olan şu) mezar, insana ha­pishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında vuslata teşne ruhların (dünyanın iptilâ ve musibetlerinden) kurtulduğu (ve huzur bulduğu) yerdir!”

“Hangi tohum toprağa atıldı, ekildi de tekrar bitmedi; vakti gelince topraktan filizlenme­di? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?”

“Hangi kova suya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can Yusuf’u neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryad etsin?”

* * * * *

“Ben (ten kafesinden kurtulunca) ölü idim, dirildim, ağlamaktayken tebessüme büründüm. İlâhî aşkın devletine nâil olunca da, ebedî devlete (saâdete) kavuştum.

& & & & &

Mevlana

Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin.

Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.

Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu,

dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.

& & & & &

Zihnin Efendisi

Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?” “Zihnimi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge. Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: ”Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da… Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgârı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgârı durdurmaktır. Rüzgâr da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”

Günün Şiiri

Alacakaranlıkta

Akşam karanlıklarla sarmaş dolaş

Sen de sarılmışsın yalnızlığına,

Taksiler kurşun gibi gelir geçer

Troleybüsler salına salına.

 

Tek tük kadınlar aydınlatır caddeyi.

Genç kızlar beyaz neonlar gibi.

Ortancalar gül rengi ışık saçar,

On beşine varmamışlar masmavi.

 

Sen de yalnızlık saçarsın.

İçmeye korkarsın, efkâr basar.

Ağlayamazsın elâlem var.

Şapkanı bile çıkaramazsın

Saçlarını uçurur rüzgâr…

 

Gittim deniz kıyısına oturdum.

Akşam karanlıklarda sarmaş dolaş,

Ben de denize akıyordum

Irmaklar gibi yavaş, yavaş…

Cahit KÜLEBİ

Zerdali Ağacı

Havalar güzel gidiyor

Sen de çiçek açtın erkenden

Küçük zerdali ağacım,

Aklın ermeden.

 

Bak kurt gibi kalın yapılı

Görmüş geçirmiş ağaçlara

Küçük zerdali ağacım,

Pişman olursun sonra.

 

Şimdi okşar da hafif hafif

Bir gün yerden yere çalar rüzgar

Küçük zerdali ağacım,

Bakma güzel gitsin havalar.

 

Sallasın dalların çocukların gibi

Bakma güneş ısıtsın varsın

Küçük zerdali ağacım,

Sonra donarsın

 

Zemheri bahar mı olur

Akşamları seyret anlarsın

Sakın erkenden çiçek açma

Küçük zerdali ağacım.

Cahit KÜLEBİ

Günün Fıkrası

Peder ve Bahadır ölürler ve cennetin kapısına giderler. Kapıda bir melek beklemektedir. Melek Pedere sorar; “-Hiç günahın var mı?”

Peder; “Aziz melek ben rahiptim, tüm hayatım boyunca tanrıma dua ettim, karıma ve çocuklarıma sadık kaldım, insanlara ve hayvanlara hep yardım ettim.”

Melek; “Çok iyi bunları biliyorduk zaten al sana cennetin gümüş anahtarı.” der ve sonra Bahadır’a döner. “Senin hiç günahın var mı Baha?” Baha; “Ben de her zaman hayvanlara ve insanlara iyilik yapardım ama Tanrıya çok dua etmedim açıkçası birde günahım var çok sert ve hızlı araba kullanırdım.”

Melek Bahadır’a döner ve; “Bunu da biliyoruz. Çok iyi al sana cennetin altın anahtarı.”

Peder bu olaya sinirlenir; “Ben hayatımı insanlara, Tanrıya adadım sizde gidip bu adamı cennette benden üstün tutuyorsunuz” Melek gülerek; “Oğlum, sen vaaz verirken herkes uyuyordu ama Bahadır araba kullanırken herkes dua ediyordu.”

Günün Sözü

Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun,
Güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun,
Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun.
İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun.
William SHAKESPEARE

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here